Yaşam Büfesinde “İkinci Zar”

“…Tanrı elimize iki zar vermiş. Zarlar düşeş gelirse yaşam gölünün karşı kıyısına ulaşmış olacağız. Ancak her nedense zarlardan birini bizim adımıza baştan şeş atmış. İkinci zar elimizde; uzun ip belimizde, biz (bu şarkımsı tekerleme ile çocukken ormana giderdik. Peki ya şimdi…) meçhule giden bir geminin içinde dans ediyoruz hem de “Ben yorgunum hayat…” diyen Mümin Sarıkaya’yı ya da “Ne mükemmel bir dünya” diyerek üfleyen Louis’i dinleyerek…”

Bir zamanlar yoğun ve yeni başlayan bir iş sürecinde sıkıntıların orta yerinde kalp krizinden korkarken on iki yıl sonra bollukların hatalarının tetiklediği kritik gün (03.06.2024) ve şükür ve şükranla yola devam ederken geçen yıllara panoramik bir bakış

Merhaba

Dün sabah rutinlerimizin hazırlığı içindeyken, “Yeşil Şifa”yı yüksek sesle smoothilerken asortik giyinmiş Ümit kahve sohbetinden iki saat önce kapımıza geldi. Belli ki bir şeyler vardı. Hele hele son bir yıldır Aysun, Fatoş ve birkaç gün önce de Ercü’nün kaybı ile genç yiğenlerimizin acıları yüreğimizde sıcakken gel de heyecanlanma. “Merak etmeyin…” diye başlayan cümlenin devamında Eray canlı yayınla durumu anlatınca apar topar ve ekstra dualarla yola koyulduk. Kerem bir gece önce fenalaşmış; kalp spazmı (kriz !!) yaşamış. Zeynep hemen hastaneye götürmüş ve Eray da devreye girerek acilen anjio, balon ve stent ile gerekli ilk müdahaleler yapılmış. Sürpriz miydi ? Hayır. Yaşanmayabilir miydi ? Belki. Şimdi filmi biraz geriye sarıp bizim için bir özet geçeyim.

Enstitüdeki son yıllarımdı (www.borzemliler.org). Babam emekli olmuştu. Damar sertliği nedeniyle yarı felçli gibiydi. Annem sağlıklı görünüyordu. Aslında yokuş çıkamıyor; sıcağa gelemiyor ve “tık nefes” oluyordu. Bir gün aniden annem ölüverdi (1984). Ölüm nedeni “Enfarktüs“dü ve biz o vakitler “Kalp Krizi” sözcüğünü bilmezdik. Babamla geçen annemsiz son üç yıl ise “Damar Sertliği“nin yan ürünleriyle sıkıntılı geçti; ancak “quae nocent docent / yaralayan şeyler öğreticidir“in gerçeğini yaşadık üç nesil bütünleşik yardımlarla. Anamdan ve babamdan bana ve benden çocuklarımı aktarılan mirasın karakteristiği damar yapısının kalp-damar hastalıklarına yatkınlığı oldu. Gaipten bir ses “Suçlu ayağa kalk !” diye haykırsa herhalde benim ayağa kalkmak gerekecek; hoş ayağa kalkacak halim kalırsa… Onların da ilk zarları baştan şeşti ve de yaşamın dayattıklarıyla ikinci zarı şeş atma(ma)ları da ne kadar ellerindeydi bilemiyorum. Babamın sigarası ölünceye kadar sürdü; anamın sigaralı ortamda yaşam mecburiyeti ona kaçınılmaz sona daha hızlı götürdü. Mekanları cennet olsun.

Çok geçmedi. Özel sektörün açık ve de gizli stres yüküyle yeni milenyuma zor giren ben çantamı hazırlayıp Nevşehir’e doğru yola çıkmaya hazırlanırken kızım Özgen elimden tutup Basmane’de Atakalp’e getirince yolculuk yarım kaldı. Eforlu test, anjio ve ara vermeksizin hemen by-pass ile on günlük hastane yaşamından sonra yeni bir disiplinle yaşama tutundum. Dört damarım işlem gördü. Peki iş bitti mi ? Ne iş bitti ne de yaşam… Yaklaşık dört yıl kırmızı et yemedim; katı yağdan ve ilk yıllarda yumurtadan uzak durdum. Kilomu yetmişlerden altmışın ilk yarısında tutmayı başardım. Her koşulda (Denizli-Karahayıt’ta köpekler saldırsa da, Malatya’da yollar buz tutmuş olsa da, İstanbul’un kaldırımları ve ara sokakları eçiş büçüş olsa da…) hep yürüdüm; hâlâ da yürüyorum. İkinci zarın şeş olmaması için elimden geleni yapıyor olsam da iş yaşamımın sürmesi ve gerekli / gereksiz stresin etkisiyle 2007 yılında birden kusmaya başladım ve haydi apar topar en yakın Şifa>Kent hastanesi yolu göründü. Sevgili doktorumuz (Prof.Dr.) Apti Sağcan’ın usta ellerinde yine bir anjio ve müdahale edilemeyen kalp damarlarındaki tıkanıklık nedeniyle onu aşkın sayıda ilaçla “Yoğun Tedavi Süreci” başladı. O gün bu gündür; aynı reçeteyi uygulayıp kardiyologtan uzak duruyorum. Zaman zaman oluşan ilişki nedeniyle bugün İzmir’in en ünlü hastanesinde mesleğini sürdüren sevgili Apti “Gel Mustafa Amca bir kalbine bakayım…” diye ısrar etse de davete icabet etmiyorum. Bunu “Matah” bir şeymiş gibi söylemiyorum. Sadece kendimin doktoru olarak sinyallere dikkat edip proaktif bir yaşam sürdürmeye çalışıyorum. Bunu becerebiliyorum. Çünkü beni “Sistem Disiplini” ile zorlayan bir iş yaşamım yok artık. Stresim yok; stres yaratan olgudan uzak durmaya çalışıp stres faktörlerine karşı sessizliğimle kabullenişim çok (zaman zaman ailemde ikinci zarı zorlayanlara çaresizce bakarken gerilmem dışında). Öyküye ablam ve Nezuş’la devam etmeden önce üç “Karar Anı“nın karakteristiklerine değinmek istiyorum.

Protektif (koruyucu), Proaktif (sinyallere göre önlem alıcı) ve Reaktif / Küratif (ve Noaktif)

Annemin 1984 yılında enfarktüsten bir günde vefat etmesi “Noaktif” idi. Görmedik, bilmedik ve ilk çarpıntıda yitirdik. Annem şanssızdı. Bende “Proaktif” idik. Kalp krizi geçirmedim. Ağrı, sancı yaşamadım. Sadece hazımsızlık gibi nedenlerle rutin sabah yürüyüşlerinde zorlanmaya başlamıştım. Eforlu test, anjio ve by-pass derken hasarsız olarak gerekli rektifiye işleri yapıldı. Çünkü 2000 yılında ailemde artık iki hekim vardı (Eray ve Özgen). Koruma altındaydık. Eller, gözler üzerimizdeydi. Anında, geç kalmadan müdahale yapıldı. Tanrının ilk zarının şeşine elimizdeki ikinci zarla şeş atmamak için kaderin aydınlattığı yolda kederi yaşamadık. Şanslıydım.

Ablam da genetik mirastan gerekli pay almıştı ve onun da ilk zarı baştan şeş atılmıştı. İkinci zar için ne kadar dikkatliydi; ne kadar elindeydi yaşamı daha sağlıklı kılmak bilmiyorum. Ancak emin eller “Reaktif” onarımla bir süre daha durumu idare etmesine rağmen acı çekmeden, kimseye çektirmeden, yataklara düşmeden o da kalbine yeni düştü (2011).

Aradan beş yıl geçti ve başarılı fabrika müdürlüğünün yan ürünü, ardılı ve yükselen bir kariyer adımı olarak önce Pakistan sonra Tacikistan yollarına düşen, tüm beklenti üstü olan maddi olanaklarına rağmen gurbette yaşamın ve kökleşmiş kurumsal sorunları expat olarak çözmenin yarattığı aşırı stresle benim gibi elli beşi beklemeden ve de kalp krizi geçirerek by-pass’la sonuçlanan süreci yaşadı büyük oğlum Ümit (2016). Bereket ki hemen emekliye ayrılıp Çeşme’de daha sakin bir yaşam şekli ile yola devam ederken CC’daki yirmi altı yılın ve öncesinde Kemalpaşa tünellerinde geçen uykusuz gecelerin kümülatif bilgi ve beceri birikimleriyle sürdürmekte olduğu danışmanlıkla şükür ve şükranla yola devam ediyor. Ümit’in by-pass’ı gerçek bir “Reaktif” ya da “Küratif” onarımdı. Kardeşlerinin (KE) Özbekistan üzerinden Tacikistan’a gidip abilerini yurda getirmelerinin öyküsü de onlarca anı içermektedir. Yeri geldiğinde kayda geçiririm.

Ve pandemi sürecinde diz protez ameliyatı sonrasında artan kalp çarpıntılarıyla hastanelik olan Nezuş’a stent takılması işlemini de azıcık “Proaktif” ve biraz da “Reaktif” olarak görmek gerek. Yıllardan beri özellikle psikolojik etkileşimlerle ortaya çıkıp zaman zaman zirve yapan “Taşikardi” olgularına bakınca ilk zarın şeş olmasa da beş olarak üst sınıra yakın şekillendiğini söyleyebilirim.

Tüm bunlara bakan ortanca ve hekim kardeş beklemeden anjio ile stentlerini taktırır. Gerçek bir “Proaktif” ve hatta “Protektif” eylem örneğidir. Aradan çok zaman geçmez, bu haftanın başı olur ve büyük abi kahve saatini beklemez, vaktinden önce gelip bizi, İzmir’e götürür. Küçük kardeş de şeşli mirastan payını almıştır. Üç damardan ikisine müdahale edilir (Reaktif). Şimdi başta Kerem olmak üzere iyiyiz hepimiz ve şükür ve şükranla ve yeni bir yaşam biçiminin umutlarıyla yola devam ediyoruz. Bizi iki gün önceye getiren süreçteki yapılanlara ve yapılmayanlara bakınca ikinci zarın şeş olması için nice hatalar yaptığımızı görüyorum. Bu nedenle bugün yaşayıp da şükrettiğimiz sıkıntının yaşanmasını “sürpriz” olarak görmüyorum; “şans” olarak görüyorum. Rahmetli Nezih abimin mirası olarak kalan ve sevgili dostum Ersin’in de desteklediği Almanca “Glück Und Unglück” > “Şanssızlık İçinde Şans” olarak değerlendiriyorum. Neden şanssızlık ? Genetik mirastan dolayı ilk zarın şeş olması ve bir de “Bolluk Hataları“nın rutinleşmesinde gidişatı görememek şanssızlık. Şans nerede derseniz ! Bu olguda o kadar fazla şans var ki, birkaçını yazayım: Uzunca bir süredir Fethiye’de teknede bakım işleri nedeniyle yalnızdı Kerem. Ya orada kalp krizi olsaydı ! Şanslıydı Kerem, evindeydi, eşi Zeynep yanındaydı. Hastane iki adım ötedeydi. Kardeşi Eray yakındaydı (haftaya ABD/Kolombiya; ay sonunda Tayland yolcusu).

Peki ya bundan sonrası …! Peki ya Z Kuşağımızın erkekleri (BE) ve kızlarının (ID) yaşam biçimleriyle gelecek günler …!

Bunları düşünürken blogumda içinde “Kader” sözcüğü geçen yazılarımı aradım Google ile bulduklarımdan hangi mesajları buraya aktarırsam demek istediklerime güç katar diye düşündüm ve…

  1. https://www.copcu.com/2013/02/10/yasam-bufesinde-kader-kismet/
    • Ümit Pakistan yolcusu ve bu yazımda gurbete çıkmayı “Patagonya’ya Gitmek” olarak tanımlamışım:

“…Geçen hafta bugün bir haftanın bilançosuna baktım. Birkaç yıldır 67.7 civarında gezinirken ne göreyim bir haftanın ekstralarıyla 68.4 olmuşum. Belki de belimi ağrıtan bu fazladan gelen 0.7 kg dır diye hedef belirledim ve herhangi bir diyetin teorik önerilerine bakmadan kendimce kendimi disipline ettim.

Bir haftada aşağıda özetlediğim “sistem disiplini” ile her gün 0.2-0.3 kg lık azalışlarla bugün 66.5 kg a geldim. Yaptıklarım:

*Şekeri tümüyle çıkardım.

*Yediklerimi yarıya düşürdüm.

*”Aman yazık olmasın, günahtır” diye düşünüp kahvaltıda kalan domates tabağındaki zeytinyağını içmedim.

*Zaten azaltmış olduğum peynir ve zeytini birazcık daha kıstım.

*Asıl önemli olan yerken lokmaları hissetmeye çalıştım. Ağzımdaki lokmaya odaklandım. Yediğimin farkına varıp daha çok çiğnedim.

*Lokmalar arasına boşluk koydum. Lokmaları birbirine eklemedim. Böylece her zaman yediğimin yarısına gelmeden tokluk hissini etkili bir şekilde hissettim ve böylece bir haftada 1.9 kg verdim.

Şimdi sanki belimin ağrısı daha az gibi; sanki sabah yürüyüşünde yere daha yumuşak basıyorum gibi. Herkese öneririm.

Tüm bu gayretlerin ışığında (yoksa gölgesinde demek mi daha doğru olur acep !) bugün farklı bir gün olacak. Çünkü haftanın sadece Pazar gününü kendimizi şımartma günü olarak belirledik. Yarın kahvaltı soframıza reçel gelecek, haftada bir olan yumurtayı törensel kılıcaz.

…ve 03062024 Kantara göre 63.6 kg ile standart sınırlarımda isem de pantolonlar dar geliyor, dar tişortta göbek çıkıyor ve kendimi iyi hissetmiyorum diye benzer amaçla (ve NC’a örnek olmak için) yeni bir rota çiziyorum

ve diğer kaderli yazılarımın linkleri:

Ve sevgili Kerem’den (Zeynep’in de desteğiyle) beklentim:

  1. Sigarasız bir yaşam
  2. Dengeli, kaliteli ve yeterli bir uyku (azaltılmış gece hayatı) ve
  3. Daha az alkollü sohbet demleri ve menü
  4. Biraz yürüyüş

Çünkü daha çok yapacak işleri, sorumlulukları var. Kozbeyli’den Pire’ye uzanan süreç içinde İtalya yolculukları; kapımın önündeki tekneyle, Fethiye’deki teknede bizi de ağırlayacak keyifli günler ve ne demiş bugün hastaneden çıkarken doktor:

“İşe başlayabilirsin” ve ne diyor bugün Kerem teşekkür mesajında “Yakında sahraya dönüyorum” ve bunu yorumlamada iyimser olmak istiyorum

Ayda bir Netgillerle buluşalım mı ? Öpüyorum. Duaların gücüne inansam da ikinci zarın şeş olmamasının senin ellerinde olduğu gerçeği ile sağlık ve esenlik içinde keyifli, huzurlu günler diliyorum sevgili Kerem…

Öykücü