Yaşam Büfesinde “Kaderi Kışkırt(ma)mak”

“…Gün ışığında, üç kitap; üç mekan ve ortak payda; Kale Kafe’de Pink’in “Drive”ı; Kitap Kafe’de Pascal’ın “Düşünceler”i ve Camlı Bölmede İsaacs’ın “Diyalog ve Birlikte Düşünme Sanatı”…; Ve gece olunca televizyon film ve dizilerinden seçmeler: Soru sormazsanız kimse size yalan söylemez. Ama gerçeği öğrenmek istediğinizde elinizdeki tek şey budur: Sorular. Sorularla ilgili problemse cevaplardır. Bazen ne kadar çok öğrenirseniz, o kadar az bilirsiniz (Bodkin; B2)…;Kendin olma yoluna girdiğinde daha tutkulu, özgüvenli, hevesli ve neşeli olursun (Sugar; B1)…; Hatıralarınızın güvenilir şeyler olduğunu düşünürsünüz, geçmişinizin video kasetleri gibi. Ama onları yağlı boya tablolar gibi görmek daha doğrudur. Geri gidersin. Yeniden boyarsın, katman katman ve başkaları da öyle yapar. Yani başkaları bir anlamda hatıralarınızı kurgulyabilir (Criminal Record; B5)…; “Üç tür insan vardır” demiş Pascal…”

CINOS anılarıyla 1985 den 2009 a, neleri nasıl ve neden yaptık ? Kendimizi nasıl sorguladık ? CZM: M1.0 (hayatta kalmak) den NZM: M2.0 (hazza yaklaşıp acıdan kaçınmak) ve SZM: M3.0 (Ormanı görmek ustalaşmak ve özerklik duygusuyla tutkulu olmak)

Merhaba

İki hafta önce dün yine bir cumartesiydi ve Alaçatı Pazarı turumuz vardı. Bu kez dört kişiydik. Müdavim üçüncü büyük oğlum Ümit ve ekstramız yeğenim Melek. Melek’le geçen üç dört gün özellikle beni mutfaktan kurtaran ve Anneler Günü keyfini zenginleştiren menüde Nezuş’a kolaylık sağlayan desteklerle sesli ve keyifli geçti. Çeşme’de Kale Kafe’de içilen çaylardan sonra (laf aramızda Çeşme’nin en güzel yerinde, sahilde, Sakız manzaralı Çeştur’un bu tesisinde dumanı tüten, berrak tavşan kanı ve cam bardakta güler yüzle ikram edilen çay hâlâ üç lira) Seyir Tepe’de salata, patates ve bira ile sonlandırmıştık günü. Her neyse ! Amacım 11.05.2024 cumartesi gününden birkaç mesajla elimden düşmeyen üç kitaptan kimi pasajlarla yazımı yapılandırabilmek. Bu yazıma “Takıntı” adını da koymayı düşündüm. Çünkü…

Takıntı / Sürmenaj

Bir an var zihnimi sürekli meşgul eden. Önemsiz ve uyduruktan bir konu ama nedense gecenin bir vaktinde uykudan bile uyandıran saplantıya, takıntıya dönüştü. Beynimi zorluyorum ve ne yerini, ne zamanını, ne mekanını ve ne de kişiyi bulabiliyorum. Belki de zaman ve mekanda dağılmış olan anıların parçalarını birleştiriyor beynimin ön lobu ve beni adeta sürmenaj edecek şekilde zorluyor. Çevreme anlatıyorum ve yardım arıyorum. Bir ipucu olsun da çıkıversin olay, olgu ortaya ve kurtulayım. Nezuş’a anlatınca “takma kafana tokadan başka bir şey” dercesine önemsemiyor. Eray’la paylaşınca “ben de böyle bir olayı hatırlıyorum” diyerek sıkıntıma ortak oluyor. Sonuç değişmiyor. Sanki ayakta bir hanım anlatıyor: “İngiltere’de okuyacak (kim, çocuğu mu torunu mu !) ama konaklama sorun, yurtlarda yer yok, kiralık ev yok. Hatta bir arkadaşımız eğitimdeki çocuğu konaklasın diye ev satın aldı”. Bu sohbet sanki Dr.Şule ile oldu gibi karar vermeye çalışırken zihnim işin mantığını bulamıyor. Şule’nin kızı küçük. Bu sohbet sürerken ben soruyorum: “İrem de İtalya’da aynı sıkıntıyı yaşıyor. İrem moda tasarım okuyacak. Sizinki ne okuyacak”. Yanıt çok net “Biyokimya. Hatta ben dedim ki sen açık havaya alışıksın; laboratuvarda, kapalı ortamda sıkılırsın”. Bu kadar detaya rağmen bu konuşma nerede, ne zaman, kiminle oldu, hatırlayamıyorum. Son günlerde rutinlerimize düşen ekstra sohbetlere bakıyorum (Reyhan ve Memduh olabilir mi ? Yanıtım net “hayır”; bizi özel ziyareti ile mutlu eden Taner’le olabilir mi ? Hayır gibi yanıtım ve bunu destekleyecek bir ip ucu bulamıyorum). Uzun lafın kısası takıntıma yanıt bulup rahatlıyamıyorum.

Yazıma geçen hafta cumartesi başlamışım ve aradan bir hafta geçmiş, bugün yine cumartesi (yazım bittiğinde gün 19 Mayıs pazardı). Yine Alaçatı Pazarı ve Nezuş, Ümit’le çaputçular da dahil pazara giderken ben yine Kitap Kafe‘deyim ve yine elimde Pascal’ın kitabı. Geçen bir hafta içinde üç farklı mekanda üç farklı kitap vardı elimde; evde camlı bölmede W.Isaacs’ın “Diyalog”u; arabamda ve Çeşme sahilde Kale Kafe‘de çay içerken elimde kalemle birlikte D.Pink’in “Drive”ı ve Alaçatı’da Kitap Kafe’de Pascal’ın “Düşünceler“i… Ve işte bunlardan “ortak payda“ya konabilecek birkaç mesajla “Kaderi Kışkırt(ma)mak”

Ben Pascal’ı hep bir bilim adamı olarak öğrenmiştim bugüne kadar. Internette detayları verildiği gibi Pascal’ın bilime katkılarının şerefine Pascal adı basınç birimine, bir programlama diline ve Pascal Kuralı’na (hidrostatikte önemli bir kural) verilmiştir. Ayrıca yukarıda bahsedildiği gibi Pascal Üçgeni ve Pascal’ın Kumarı da hala onun adını taşımaktadır. Ancak birkaç seferde sayfalarını rastgele karıştırıp da ilgim gelişince daha sistematik olarak okumaya ve okurken yazmaya başladığım Pascal’ın din ve inanç yönünü de sevdim. Pascal, Pensées (Düşünceler) ’de birkaç felsefi paradoksu incelediğini gördüm: sonsuzluk ve hiçlik, inanç ve neden, ruh ve madde, ölüm ve yaşam, anlam ve boşunalık… Bunların hepsini birleştirerek Pascal’ın Kumarı’nı geliştirmiştir. Ve yazımın girişindeki son cümle ile Pascal’ı bitireyim:

“…Üç tür insan vardır (MC: Homo erectus; Homo neanderthalensis, Homo sapiens): Bir kısmı Tanrı’yı bulmuş ve ona kulluk edenler; bir kısmı Tanrı’yı bulamamış , fakat onu aramakla ömürlerini geçirenler; bir kısmı da ne Tanrı’yı bulmuş ne de arayanlar. Birinciler akıllı ve mutlu kişilerdir, sonuncular akılsız ve mutsuz, ortadakiler ise akıllı fakat mutsuzdurlar (MC: Demek ki bizim Pascal benim sandığımdan daha fazla dindar imiş ve bana göre “Tanrı’yla işim olmaz” deyip de aramayanların bugün ne akılsız ne de mutsuz olduğunu düşünüyorum. Bugün dindarlıktan dinciliğe (d)evrilen inancın insanı da Homo sapiens economics yaptığı dünyada mutluluğu belki de Bay Pink’in M3.0 daki üç bacakta aramaya geçmeden önce Pascal’ın ağzından bir pasaj daha yazayım dünkü Kitap Kafe notlarımdan).

“…Evrenin beni her taraftan kuşatan korkunç ve uçsuz bucaksız mekanlarını görüyorum. Bu engin uzamın bir köşesine de ben ilişiğim; fakat niçin başka yere değil de bu noktaya gönderildiğimi, yaşamak için bana ayrılan zamanın , benden önce bütün bir ezellik ve beni takip edecek bir ebedilik varken, niçin tam bu ana isabet ettirildiğini anlayamıyorum…Bildiğim tek şey yakında öleceğimdir; fakat benim en bilgisiz olduğum şey de kaçınılmaz olan bu ölümün kendisidir. Nereden geldiğimi bilmediğim kadar nereye gideceğimi de bilmiyorum; yalnız şunu biliyorum ki dünyayı terk ettikten sonra sonsuzluğa dek ya hiçliğe ya da kızgın bir Tanrı’nın eline düşeceğim, ama alın yazımın bu iki halden hangisinin payıma düşeceğini kestiremiyorum. İşte benim halim, her bakımdan zayıflık ve belirsizliklerle dolu. Bütün bunlara bakarak şu sonuca varıyorum: İlerde başıma neler geleceğini düşünmeden ömrümü geçirmeliyim. Belki şüphelerimin derinliklerinde bazı aydınlıklar bulabilirim; fakat böyle bir zahmete katlanmak istemiyorum…”Pascal’a bu kadar yeter. Peki ya Pink ne diyor ?

Anneler Günü’nün mutluluğu ile Çeşme’de Kale Kafe‘de yalnız başına oturuyorum. Nezuş ve Melek’in vitrinlere bakıp ve mekanları ziyaret ederek yanıma gelmeleri için en az iki saat sürer ki, bu arada tek başıma oturacağım. Buna hazırım ve hazırlıklıyım. Arabadan Drive‘ı ve kalemi alıp Sakız‘a doğru ufku açık sahilde ve hâlâ üç lira olmasına rağmen tavşan kanlığını bozmamış olan cam bardaktaki çayımı yudumlarken Drive‘ın 168 nci sayfasından başlıyorum okurken yazmaya. Bu kitap bana sevgili Utku tarafından 13.09.2018 tarihinde şu notla hediye edilmiş: ” Mustafa hocam, Bu kitapta sizden öğrendiklerimi gördüm, sizin yazılarınızı okurken yaşadığım hazzı yaşadım. Nezahat ablama ve size keyifli, sağlıklı ve güzel günler dilerim. Saygı ve selamlarımla..”

Anahtar sözcükler, kavramlar: Akış dostu olmak (Akış Testi); Oblique Kartı; İstemli pratik (NON > gereğini anında yapmak); Rules of Thumb; Segmaister’e çıkmak; Sawyer Etkisi (İmha yerine kullanım; Doktorun kiraz bahçesi); Schrödinger’in kedisi; Sonsuz oyun (sınırlarla oynamak); Gönüllü Mecburiyet (MOB > Acı’dan Haz’za); Autotelos; Kayıtsızlık eğrisi ve

Akış: Kişinin ustalaştığı ve anlamlı bulduğu bir işi yaparken zamandan ve mekandan kopacak kadar kendinden geçme hali

…Bilim, yüksek performansın sırrının biyolojik güdülerimiz (M1.0: Hayatta kalmak) veya ödül-ceza güdümüz (M2.0: Hazza yaklaşmak acıdan kaçınmak) değil, üçüncü güdümüz (M3.0: MAP) yani özümüzde bulunan kendi hayatımızı yönetme (A), becerilerimizi artırma ve geliştirme (M) ve bir amacı olan bir hayat (P) sürme arzumuz olduğunu gösteriyor (MAP)…”

ve Pink’in 232 nci sayfada özetlediği gibi “…özerk olmak, kendi kendimizi yönetmek, bizlerin var sayılan ayarlarıdır. Ancak ne yazık ki aralarında modası geçmiş yönetim kavramlarının da bulunduğu nazı unsurlar nedeniyle bu varsayılan ayarlarımız değişir. Yüksek performansı teşvik etmenin ilk yolu özerkliktir. İnsanlar işlerini nasıl, ne zaman, kiminle ve hangi yöntemlerle yapacakları konusunda söz sahibi olmak isterler…” ve Pink “Ustalık” konusunda da özetle şunları yazmış: “…M2.0 çalışanların “itaatkar” olmalarını isterken, M3.0 çalışanların yaptıkları işe canla başla sarılmalarını ister. Ustalaşmak üçüncü güdümüzün önemli ama çoğu zaman geri planda olan bir bileşenidir. Ustalık “akış” ile başlar. Akış karşılaştığımız meydan okumalar, yeteneğimizle bire bir örtüştüğünde yaşadığımız optimal deneyimin karşılığıdır. Akıllı şirketler, günlük faaliyetlerini “akış görevleri” ile destekler. Bu görevler ne çok zor ne kolaydır. Ancak ustalığın üç özel kuralı daha vardır…” Burada kesip kitaplardan güncelime dönmek istiyorum.

Ne çok kolay ne de çok zor… Peki ne kadar ?

Geçen gün “Kızıl Goncalar” da Dr.Levent, genç mürşit (!) Cüneyt’le konuşurken bir soru sordu: “Atari vb oyunların başarısı, uzun süre oynanmasının nedeni nedir ?” Yanıtı netti: “Doğru ayarlanmış zorluk derecesi bir oyunu cazip kılandır ki kendin kendin için üst sınırı ayarlayabilmelisin” ve yine buradan bir zıplama yapıp “Pusulanın Doğu ve Batısındaki iki önermeye gideyim: Üst sınırı oluşturmak ve Yaratıcı enerjiyi açığa çıkarmak”

Şimdi yine Bay Pink’in sözünü ettiği “Ustalığın Üç Özel Kuralı“na yer vereyim.

Ustalığın Üç Özel Kuralı

  1. Ustalık bir zihniyettir. Ustalaşacaksanız, yeteneklerinizin sınırsız olduğunu değil, onları sınırsız şekilde geliştirebileceğinize inanacaksınız (Formülümdeki RAW’ın “A” sı: Able).
  2. Ustalık acı çekmektir. Ustalaşacaksanız, çaba gösterecek, ter dökecek, sürekli ve içtenlikle isteyerek pratik yapacaksınız (RAW’ın “W” su: Willingness ve RAF’a evrilip “F:Faith” inancı tamlaştırıp RAP’ın “P” sinde “Passion” biraz eza, cefa çekeceksiniz. MC/2004 Mısır-Bravemen-BeE).
  3. Ustalık bir asimptottur (sonuşmaz) https://tr.wikipedia.org/wiki/Sonu%C5%9Fmaz > Tam anlamıyla asla usta olamazsınız ki bu da hem düş kırıklığı yaratan hem de onu cazip kılan bir özelliktir (Bay Covey’in “4L” sinden “L3: Learn / Öğrenmek, ömür boyu sürekli öğrenmek)

İster Kitap Kafe’nın Hacı Pascal‘ı olsun, ister Kale Kafe’nin Pink‘i, isterse camlı bölmede yolumu gözleyen İsaacs’ın “Diyalog“u; fark etmiyor; yaşam gölünün karşı kıyısı görünürken, bahçemde çimlerin arasındaki yabancı otları elle yolup da sona geldiğimde baştaki otların yeniden geliştiğini gördükçe benimle ya da bensiz bu devr-i daim sürecek ve fobi değil de hobi olunca emeklilikteki emek yoğun işler iç dünyamda da dışa bakışta da günlerin keyfi sürecek. Pascal’ın dediği gibi “İlerde başıma neler geleceğini düşünmeden ömrümü geçirmeliyim.”

Bugün (19.05 2024) yeğenim Melek’in yaş günü ve 1977 yılında Mavi Anadol’la gece yarısı Muğla’ya gidip onu öğretmen okulundan alarak Bafa Gölü kenarında balık yediğimizi anarak nice yıllar diliyorum. Bugün aynı zamanda ilk torunum Aslıhan’ın da yaş günü. Onu da 1993 yılının 19 Mayısında Adanalı Yunus’un bölge müdürlüğü ile dengeyi bulamamış ilişkiler içinde İsviçre’den gelen Robert Senn’in tütün denemelerimi yerinde görmek istemesiyle Akhisar’a gidip doğuma gelişimi hatırlıyorum. Bugün 31 ni yaşına basan Aslıhan için ebeveynleri Pınar ve Ümit’i sevgileri, duyarlılıkları ve gayretleri için ayrıca kutluyorum. Ve bugün ne mutlu bize ki Belçika-Anvers’e torunum Eren’i (ki onun da birkaç gün önce doğum günüydü) görmek için giden Eray ve Özgen’in Hollanda’ya geçip Amsterdam’a torunum Barış’ı ziyaret etmeleri tam bir “Copculaşma Örneği” olarak günümüze ekstra sevinçler, mutluluk ve kıvançlar katıyor. Daha ne ister insan.

Sağlık ve esenlik içinde yolunuz açık ve aydınlık olsun: Atamızın yüz beş yıl önce yola çıkıp da vatanımızı iç ve dış hainlerden kurtardığı bu günün yüzü suyu hürmetine ülkem ve ülkemin insanları için huzur içinde keyifler günlerin gelmesi umudumu yineliyorum.

Öykücü