“…Yaşam büfesinde işler sizin için tıkırındadır. Kimileri ise fırtınaya yakalanmıştır. Pusulaları kaybolmuştur. Bir bilen olarak size sorarlar. Profesörlüğünüzce yanıtlarsınız. Sözleriniz doğrudur. Peki önerileriniz ne kadar işe yaramaktadır ?…”
Merhaba,
Aşağıdaki fıkrayı 1994 krizinin ertesi yılında Fethiye’de yaptığımız yıllık toplantıda anlatmıştım. Fıkrayı anlatma gerekçem sınırları zorlayan, farklılık yaratma girişimlerimdi. Yeni bölge müdürüydüm. Söz dinlemiyordum. Standartları aşıyordum. Kızdırıyordum. Belki de farkına varmadan, diğerlerinden farklı olan “doçent”lik kariyerine sahip bölge müdürü olmanın baskısını kullanıyordum. Ya da henüz FFE (Sahra Gücü Etkinliği) kavramı ortaya atılmadan önce bölgesel güçlerle neler yapabileceğimizi sergiliyordum. Belki hepsi, belki birisi benim esas nedenimdi. Farketmez…
İtiraf etmeliyim ki kriz yıllarını biraz da bu nedenle çok sevdim. Farkı gösterebilmek için, sınır aşımlarını özgürce yapabilmek için… Onbeş yıl önce Ege’de “seferberlik ilanı”m, hem kurumuma ve hem de kamuya kafa tutuşumun temelinde bu yaklaşımım vardı. SSTC ile “sıraya geçip yüzmeyi bildiğim” için kendime ve ekibime güvenim tamdı. Bir yıl önce dört şahane toplantı yapıp bir ilacımızdan 150 kilo satıp 150 kerre tarladan kaçmıştık. Çünkü görmemiştik. Sözler inancımızı güçlendirmiyordu. Kuşkularımız vardı. Sonuçların oluşumunda emeğimiz yoktu. Bir yıl sonra kırmızı tulumlarla gece gündüz köy, kahve ve tarlalarda tüm ekip olarak mucizeler yaratıyorduk. Üç yıl içinde aynı ilaçtan satışımızı 14 tona çıkarmıştık. Tam bir öğrenme öyküsü yaratmıştık. Aradan altı yıl geçti ve 2000 yılına geldik. Aynı şeyi yine ve yeni bir şirket birleşmesinin paniğinde “devşirme güçler”le yaptık. Bazen Giresun’un fındıklarında, bazen Mersin’in sebze seralarında ve bazen de Nevşehir’in patateslerinde şaşırtıcı şekilde boy gösteriyorduk. Baki’nin şaşkın ifadesi aynen şöyleydi “Aaaaaa ! Bölge müdürü seraya giriyor“. Ne günlerdi ama …
Bence aynı mucizeleri BBY ekibi de hemen 2009 yılında hızla ve heyecanla gösterecektir. Bunun için iki şeye gereksinimleri var. Birincisi eylemlerini verimli kılmak için gerçek bir “kolaylaştırıcı koç”; ikincisi ise sıfırdan başlamamak için “kurumsal akıl arşivi”nden yararlanmak. İkisine de sahipler. S.Jobs’un şu sözleri hiç akıldan çıkmamalı: “Geleceğe uzanan noktaları geçmişe bakmadan birleştiremezsiniz” ya da bir başka ifadeyle “geleceğe bir adım atmak için geçmişin kapısını aralamak gerek” gibi… Şimdi gelelim fıkraya.
“… Adamın biri balonda seyahat ediyormuş. Bir süre herşey yolunda gitmiş. Daha sonra hava kararmış; fırtına çıkmış. Yağmur boraya dönüşmüş. Adam pusulayı düşürmüş. Hava açınca nerede olduğunu bilememiş. Bakmış aşağıdaki patikada bir bisikletli gidiyor. Alçalmış ve bisikletliye seslenmiş. “Hemşerim “ demiş “Ben nerdeyim ?”. Bisikletli sakince yanıtlamış “Balondasın”. Balondaki adam ya sabır çekmiş ve bir daha sormayı denemiş “Peki. Balon nerde ?” diye sorusunu değiştirmiş. Bisikletli yine sakin bir şekilde “Havada” demiş. Adam dayanamamış. “Hemşerim sen profesör müsün ?” diye sorunca bisikletli şaşırmış ve “Doğru” demiş “Profesörüm. Nerden bildin ?”. “Çok basit” demiş balondaki adam ve devam etmiş “Söylediklerin doğru ama bi boka yaramıyo !…”
Siz yaşam büfesindeki sırada kalma ve sırada öne geçme yolculuklarınızda böyle bir durumla karşılaştınız mı ? Doğru ama işe yaramayan öneriler aldınız mı ?
Öykünüzü bizimle paylaşmak ister misiniz ?
Peşinen teşekkürlerimle.
Bu fıkrayla iletmek istediğim iki mesajım var. Birincisi fıkranın özünde yatan ve açık olan mesaj: Söyledikleriniz doğru olsun ama mutlaka işe yarasın; soruna çözüm getirsin. İkincisi ise yaşam büfesinde sıraya geçmekle ilgili. O da SSTCnin temeli olan “soru sorma becerileri” yle ilgili. İkinci mesajı profesörün haklılığı bakış açısıyla oluşturmak istiyorum. İşte bir diğer temel mesajım: Yanıtlar, doğru soru sorulduğunda anlamlıdır. Tercih sizin.
Siz hangi mesajı daha çok tuttunuz ?
Ya da sizin üçüncü bir mesajınız var mı bu fıkradan türettiğiniz ?
Ben bu fıkrayı 1995 yılı toplantımızda neden anlatmıştım ?
Üzüm bağlarında külleme denen hastalık bir salgın yapmıştı. Üzümleri hastalanan, verim ve kalite kayıplarıyla gelirleri düşen bağcılar feryat ediyordu. Pazar lideri olan ilaç hedef tahtası olmuştu. Sorun çözmede, sözler, bireysel çabalar yetmiyordu. İşe yarayan ivedi eylemler gerekiyordu.. Tarihimizde ilk kez sorun odaklı, davul zurnalı, poster şovlu, yabancı uzman görselli bağcılar günü yapmıştık. Temel sorularımız vardı. Ara istasyonlarımız vardı. Provalar yaptık. Ana mesajımızı belirledik. İşin ilginç yanı, sunum becerileri eğitimini bu şovdan iki sene sonra alacaktık. Becerilerimizi sadece ve sadece SSTC öğrenme yolculuğunun kuralları keskinleştiriyordu. Bağcılar günümüzü filme alıp bir de televizyonlarda boy gösterdik.
Yıllık toplantıda posterlerin önüne çerez koyup iç müşteriyi çektik. Video gösterisiyle iç müşteriye baskı yaptık. Sevgili Halil’in itirazlarını unutamam. Kurum içi çatışmalar yaratmıştık. İşte yukarıdaki fıkrayla sunumuma başlamıştım. Sunum sırasında grup lideri olarak yenilik arayışındaki sorumluluğumu sergilemek için, yaratıcı enerjiyi açığa çıkarmaya çalışırken bir de duvar yazısını kullanmıştım Sanırım o günlerde bu yazıları S.Duman hazırlıyordu.
“Forsalar yavaşlarsa siz davulcuyu döğün !”. Bir de baktım ki en önde sunumumu izleyen otoritenin gülümseyen yüzü birden asılıverdi.
Sizce neden kızmıştı ?
Yaşam büfesinde sırada kalıp öne geçmeye çalışırken nice kızgınlıklar yaşadım…
Fark yaratma ya da yenilikçilik (eski köye yeni adet getirme) çabalarınızda neleri göze alıyorsunuz ?
Riskleri yönetirken SSTC öğrenme yolculuğu size yol gösterecektir.
İşte SSTC bize bu tür müşteri responslarıyla nasıl baş edeceğimizi öğrenmemize yardımcı olmaktadır.
Bir gün yeni SSTC öğrenme yolculuklarında buluşmak üzere yolunuz hep aydınlık olsun.
Öykücü (mustafa@copcu.com)