Yaşam Büfesinde “Mavi Anadol (1)”

“…1.Ha Somalı Miele (1957) ha Tepecikli Mavi Anadol (1977); 2. Özellik ve fayda :35 EN 449; 1968-1977-1985; 47.000>475.000; 3.Toros yokuşunda Kahveci Yılmaz; 4. Önce araba sonra ehliyet ve kara şanzımanla sınava giremezsin; 5.Neden taştı motor yağı; 6.Çeşmeli Turgut’un balıkları ve kavunlarından bugün 6304/3 sefası; 7.Deniz kenarındaki odunlarla sırtlanan termosifon; 8.Alanyalı zakkumlar “Kaptan bu bizim yağımız değil mi ? Öyle mi muavin ? diyen yaşını yeni doldurmuş diller“; 9.İstanbul’un hüznü ve Polenezköy keyfi; 10.Gönen’in salıncaklarında tatil ve Demirci İsmail’in emri “binin lan arabaya; y** ** mı çay kave iççek !; 11.Çınarlılı memurun yakarışı: “Allah rızası için birazcık tutsun, ben idare edicem“; 12.Üst ölü noktaya beş derece kala Kamuran Ustanın Avareli; 13.Çeşme Altında meğer sağ serbest değilmiş !; 14.Alman Çiftliğinin gazyağı 15.”Dostum başına daha kötüsü gelebilirdi, hırsızı yakaladım ve bıraktım“; 16.Karagöl’de sustacı bulunur mu ?; 17.Nikah sabahı kapının önündeki Hacı Murat nasıl yok olmuş ? ve “Nasıl becerdiniz Mustafa Bey ?”; 18.Torbalı yokuşundaki radar ve “Yaz kızım buna 500 lira“; 19.Bagajdaki benzin şişesi; 20.İstanbul yolundaki tek ağaç dibinde açılan bohça ve boğazımızdaki düğüm; 21.Çankaya’nın sarı ışığında “Vay be ! Anadol sağlammış…” ve bahçe arasında sol arka köşe ; 22.Karşıyaka Palet’ten dönüş ve ruhsatı varken neden kaçak et kesimi ?; 23.Paşa Limanında gecelemenin unutulmaz keyfi (Dirty Mind); 24.Konuk Aydınçelebi’nin Güzelbahçeli piknik tüpü; 25.Yere düşen pencerenin demirinde sallanan kapı sapı; 26.Kara kutunun saç vidası; 26.Sağ kapının iç kolu neden saf, ham tahtadan ?; 27.Selçuk yollarında kafa sallama; 28.Son otobüse yetişme telaşında Asansör’deki telefonun tellerine kuşlar konar mı ?; 29.Boğaz Köprüsünde saç lastiği bulunur mu ?; 30.Kaymakçılı Kasap Ali ve senatör nuar ile Musa’nın yeşillikleri; 31.Anahtar gerekmez, tırnak makası da yeter “Düz yolu gözünüz kör mü ?” ; 32.Gece yarısı Esentepe’den Tepecik’e battaniye alıp ver elini Muğla, Bafa’nın balıkları; 33.Gazlı Ferguson; 34.Öncülü Manisalı Halil, Konyalı Mehmet, ardılı Kırmızı Reno; 35.”Ehliyetin de pek yeniymiş; Klakson çalayım mı ? Sen bu çakılları babana götür de inşaatta kullansın“; 36.Manisalı dört bin marka Menemeni tanıtmak ve İstanbullu Fuat; Menemenli çocuk neden kaçıyor; 37.Ortaca’nın evleri ve pijamalı sugar baby; 38.Haftada iki defa patlamazsa değiştirmem abicim;…”

 

Mavi Anadolu’nun öğretilerinden kazandıkları şükür ve şükranla ellinci evlilik yılını kutlayan Nezuş ve Musto’dan kareler: Çok şükür, bin şükür seni bana verene…

Merhaba

Son yazımı okuyan dostun geribildiriminde “Mavi Anadol” anahtar sözcüklerden biri olarak seçilince sabahın köründe kalkıp kalemi elime aldım ve yukarıda not düştüğüm anılar zihnimden kağıda döküldü ve sütlü kahve eşliğinde yazımın girişine mavili kırmızılı konu oldu. Bakalım neleri öykülendireceğim…

Nostalji, nevralji ve allerji gibi bir hastalıktır (Prof.Dr.Rasim Adasal)… Geçmiş zaman olur ki hayali cihan değer (Şerdeki hayrı ve şükrün göğe yükselişini görebilmek gerek > Yaş kemale erdikçe insan ister istemez hayatı başa sarmak, özellikle de çocukluk çağlarındaki doyumsuz neşe ve mutluluğu yeniden yaşamak ister… Olgunluk çağlarından itibaren hem zamanın eskisinden daha hızlı akıp gittiğini düşünmek hem de…)… Maziye bir bakıver neler neler bıraktık”...

Zihni boşaltmaya çalışmak gerek; bunca yük akla ziyan, yoksa uyku tutmuyor. Mavi Anadol‘dan (1977), gri Audi’ye (2021) uzanan kırk yılı aşkın yolun, yolcuların, deneyimlerin, öğrenimlerin öykülerini yüzeye çıkaran “Mükemmel Geribildirim (WA / Dr.AS > MC / 08.01.2021)“den bu denli memnun olunca öykücü, “Mavi Anadol“lu anıların dilini çözmeye çalıştı. Öykülendirirken bilinçaltının fırsattan istifade öykücüyü “Merd-i kıpti şecaat araz ederken sirkatin beyan eder” durumuna düşürmemesi için ve gariban bilincin daha sonra mazeret üretme zorluğuna düşmemesi için “Taşralı Edepsiz Çocuğun Dirty Mind” dan sakınması; dikkati elden bırakmaması gerek.

1.Ha Somalı Miele (1957) ha Tepecikli Mavi Anadol (1977)

Çocuktum, ufacıktım top oynadım acıktım…” Ziya Gökalp’in şiiri mi yoksa ilk okul altıncı sınıf dersi mi ? Hiç biri. Somalı köfteci Fahrettin ve ailesi her yıl fuar zamanı İzmir’e gelirdi. Pavyonları dolaşırken bisikletlere hayranlıkla bakan oğlu Mustafa’yı “sor bakalım bisikletler kaç paraymış ?” diye yönlendirirdi baba, almayı düşünen ciddi müşteri edasıyla… Fuar zamanı biter ve bisiklet hayalim bir sonraki yıla kalırdı. Almazdı; belki de almaya gücü yetmezdi veya “bu paraya da bisiklet mi alınır mı abicim ?” yargısı vardı. Ancak ellili yılların ortalarında zorlanan “soru sorma becerisi” ni geliştirme uygulamasının 1987 de Yalova’da sistematik bir eğitime (SSTC / 1987 Selling Skills Training Course > 2002 Soru Sorarak Tabiiki Canım > 2009 Self Sytle by Trained Competence)  döneceğini kim bilebilirdi ki… Ne fuardaki birbirinden güzel bisikletlerden biri ve ne de Kör Şakir’in tavanına asılı haki renkli, sıfır kilometre Raleigh (28×1,5) marka bisiklet nasip olmadı bana. Bunun yerine ilk okul bitince ikinci el Miele (26×200) bisiklet aldı babam. Gavur ölüsü gibiydi. Lastiklerinde yirmi altışar yama vardı. On dakika binersem bir saat sülüksiyonla lastik tamir ederdim. Bana büyüktü. Selesine oturup da süremezdim. Ayakta sürerdim. Pedalları dışa kayıktı. Bu nedenle ikide bir ayağım kayar ve aradaki şasi demirine düşerdim. Hemen bir kenara çekilir ve topları kontrol ederdim: “Acaba tek t***k oldum mu ?” diye endişe ederdim. Olmamışım.

Aradan yıllar geçti. Askerlik bitti. Enstitülü oldum. Doktora çalışmam yarılandı. Babam YSE de gece bekçisi olalı on yıl geçti. Araba almak hiç aklıma düşmedi. Çünkü alacak param yoktu. Tek tüfek devlet memuru ve okuyan iki oğulla belli bir standardı yakalamaya çalışan Bornova-Tepecik karışımlı yaşamda “ayakta kalma” nın çerçevesinde henüz araba sevdasına yer yoktu bana. Bunlar şikayet değildi; çünkü talebeyken evlenip de bugünlere gelinceye kadar şikayet etmeksizin çekilen onca zorluktan sonra bunların hepsi birer şükür kapılarıydı. Babamın evinde oturuyordum. Kira ödemiyordum. Nezuş çalışıp para kazanmasa da annemin öğretileriyle “yaşam ustası” olmuştu; hem üretirken hem de tüketirken beceri ve sevgiyle yoğrulmuş ürün ve hizmetlerle, yaptığı tasarruf ve kurduğu ağlarla eve, yaşama, çocukların gelişmesine ve bugün sahip olduğumuz onca güzelliğin mimarı olmuştu. Böylece mücadele etmek kolaylaşıyordu; zorlukların üstesinden gelmek zor olmuyordu. İşte bu gelişmeler içinde rutinlerimizden keyif alıp günler günleri kovalarken rahmetli Sami enişte Hacı Murat bir araba alıp da babamın kapısı önüne park edince, babam kıskançlıkla eyleme geçmeye karar verdi. Bana dönüp “sor bakalım araba kaç paraymış ?” der gibi oldu, tıpkı fuar zamanındaki bisiklet alımının öncüllerinde olduğu gibi… Ya da öykünün benim tarafımdaki gelişmesine bakarsam, “biz de ne yapsak da şöyle bütçemize göre bir araba alsak” sevdası düştü içimize her pazar babamın evine yemeye ve yıkanmaya giderken…Ah bir de yol üstünde, köşede, fırının karşısında kokoreççi olmasaydı…

Kim aracılık etti, nasıl bulduk bilmiyorum; ama Bornovalı (Koreli xxxx) pidecinin “Mavi Anadol“una talip oldum. Kırk dört yıl önceydi, Mart ayının başlarıyla fiyatta anlaştık (47.000TL). Ancak ne ben arabadan anlarım, ne de şimdiki gibi ekspertiz şirket ya da kişileri var…Hoş olsa da para verip götürmem ki Konyalı Mehmet test edip söylese bana yeterdi. Tek yol bir bilene göstermek. Bir bilen de şoför Yılmaz abi. Bindi arabaya ve Toros Yokuşuna sürdü. “İdare eder” dedi ve satın aldım. Toplam bedelin kırkını babam verdi; bendeki yedisine yetti. Allah rahmet eylesin; Allah razı olsun. Biz (Nezuş ve Musto) ne kadar şanslı bir “X Kuşağı” idik. Dün babamın, bugün korona korkularında EKÜPlus‘ın sevgi dolu sınırsız ve gönüllü destekleriyle şükür ve şükranla minnet dolu olarak yaşadığımız her güne anlam yükledik; mutlu olduk; dualarla dolduk. Daha ne ister insan. Peki “Miele Bisiklet” le “Mavi Anadol” un benzerlikleri neler ? Sonraki öykülerde bu sorunun yanıtını görecek isek de her ikisi de bana “Çıktığın yolda engeller yoksa, o yol seni hiç bir yere götürmez” sözlerinin anlamını öğretti. Çocukluğumun safiyeti ile taşralı edepsiz Mustafa’nın karmasında (işte tam burada “Marsilya Aşıkları” filmindeki bir sahneyi, altında taş olduğunu bilmeden yoldaki şapkaya tekme atan papazın bile sonunda küfrettiğini anımsarım) sadece iyi bisiklet binicisi olmayı değil aynı zamanda söküp takmayı, onarmayı, büyük bisiklet ve küçük çocuk olmanın uyumunu sağlamak için aradan geçirilen ayakla yandan çarklı sürmeyi ve daha nice öğrenmeyi bedel ödeyerek Miele ile öğrendim. “Mavi Anadol” da nice nice şeyler öğretti bana, Çiğli’den İzmir’e gelirken arka koltukta oturan Muzaffer Abinin sorusuna verdiğim yanıtta görüleceği gibi.

2. Özellik ve fayda :35 EN 449; 1968-1977-1985; 47.000>475.000 ve >> 3.Toros Yokuşu

İlginç olanı yaşamımda bunca etkili yeri olan ve pek anımı süsleyen “Mavi Anadol“un hiç bir fotoğrafının arşivimde bulunmayışıdır. Ben onu satın aldığımda dokuz yaşındaydı. Motor hacmi 1200 cc idi. Tek kapılıydı. Üç ileri vitesi vardı. Vites kolu boyum kadardı. Kamyon direksiyonu gibiydi ellerimle sımsıkı tuttuğum. Turu azdı. Kullanmak için pelivan kuvveti gerekiyordu. Her şeye rağmen bizim “Mavi Anadol“umuz hepimizin göz bebeğiydi. Onu ben ve zaman zaman Nezuş kapının önünde keyifle yıkardık. Ondan aldığımız hazzı daha sonraki modern arabalarımızda aynı derecede hissetmedik. Otosan’ın ilk ticari Türkiye üretimi Anadol 1967 yılında pazara çıkmıştı. Demek ki benim “Mavi Anadol” üretim deneyimin ikinci yıl ürünüydü. Satın aldığımda kilometre saatinde yüz bine yakın bir rakam görünse de o zamanlar kilometre saatleri yüz bin üst sınırına sahiptiler. Benden önce, dokuz yılda kimbilir kaç defa yüz bini devirdi; bilmiyorum. Ancak Toros Yokuşuna çıksa da “Mavi Anadol” daha aldığım tarihte “Tık Nefes“ti. Rektifiye istediği açıktı ama belki sekman attırmak bile ilk etapta performansını artırabilirdi. Bunu bile yaptırmadım ve sekiz senede (1977/85) yüz bin kilometre daha yapıp on kat fazla fiyata komşu Ali abinin oğluna sattım. “Mavi Anadol” bize hakkını helal etmiş midir ?

4. Önce araba sonra ehliyet ve kara şanzımanla sınava giremezsin

Mart 1977 de Koreliden “Mavi Anadol“u satın aldığımda ehliyetim yoktu. O tarihe kadar araba alma, arabaya sahip olma umudum olmadığı ya da gelişmediği için ehliyet alma gereksinimi duymamıştım. Parayı ödeyip de “Mavi Anadol” enstitümün bahçesinde bana teslim edilince başta Komser Osman (kendisi aynı fakülteden 1967 mezunu meslektaşım olup Erol Yalçın’la birlikte enstitüdeki on altı yıllık iş yeri beraberliğimin ekstra sıcaklığında çok yakın dostumdur. Hiçbir akrabalık ilişkisi olmamasına rağmen soy adları “Yalçın” olarak aynı olan, Erol’la Osman arasındaki ilişkilerin öyküleri ayrı bir yazı konusudur) olmak üzere arkadaşlar uyardı: “Sakın ola ki, şimdi Mavi Anadol‘u buradan eve kendin götürmeyesin ! Biz yardımcı oluruz” deseler de onları dinlemedim ve sağ salim eve götürdüm. Sadece eve mi ? Ötesi diğer anıların öykülerinde. Ehliyet sınavının teorik / motor sınavını ve direksiyon sınavını bir defada geçtim ama bunlardan önce sağlık muayenesinden kolay geçemedim.

Arabayı aldıktan sonra evrakları tamamlayıp ehliyet için başvuru dosyamı tamamladım. Sağlık raporu almam için “Şoförler Lokali“ndeki doktorlara gönderdiler. Gözden kolay geçtim; renk körü değilmişim. Ancak asabiyeden geçemedim. Daha sonra mekanı cennet olsun Entomoloji hocam olan Prof.Dr.Ergun Bozkurt hocamın babası olduğunu öğrendiğim asabiye mütehassısı olan yaşlı, emekli hekim içlerinde ben ve Komser Osman olan on kişiyi odasında sıraya sokup “Uzatın ellerinizi” dedi. Ellerimizi uzattık. On sekiz el sınavı geçerken doktor “Allah Allah ! Bir yerlerde deprem oluyor” diye yüksek sesle titreyen ellerimi herkese gösterdi. Herkes raporunu alıp gitti; ben kaldım tek başına. Benden daha fazla titreyen doktor beni iyice muayene etti ve ilaç verip “Haftaya gel” dedi (İyi ki eylülde gel demedi). Haftaya gittim ve halime acımış olmalı ki raporunu verdi. Teorik sınav biz ziraatçılar için zor değildi. Çünkü fakültede makine dersi hocalarımız başta hocaların hocası rahmetli (!) Prof.Dr.Emin Mutaf olmak üzere Numan, Galip, Erdoğan, İsmet ve diğer hocalar bize motoru çok iyi öğretmişlerdi. Direksiyon sınavına gelince; kendi arabamla girebilirdim. Ancak akılcı olmazdı. Çünkü sınavın en önemli bölümlerinden biri “Piçhane Yokuşu“nda arabayı geri kaçırmadan kaldırmak; diğeri de “yokuş aşağıya gidiyorsun ve arabanın frenleri boşaldı, frenler tutmuyor. Hadi bakalım vites küçült” dedikleri anda vitesleri frene basıp arabayı yavaşlatmadan, bağırtmadan, şanzıman kutusunda cayırtı koparmadan birinci vitese kadar düşürüp “motor freni“ni kullanma becerisi gösterip arabayı durdurabilmekti. Bunu benim “Mavi Anadol” ile yapmak olanaklı değildi; çünkü “Kara şanzıman” lıydı ve birinci vitese ancak araba durduğunda geçiyordu. Bu nedenle sınav günü Hacı Murat’ı olan bir arkadaşa elli lira verip sadece sınav için arabasını kiralamıştım. Ve ilk sınavda geçtim (İzmir / 24.05.1977 / 102647). “Mavi Anadol“, “Hacı Murat” karşısında bu konuda bir eziklik hissetmiş midir ?

Neden taştı motor yağı ?” yaşanmışlığının öyküsü sonraki yazıma kalsın.

Sözün özü; “Başarınızın sırrı nedir ?” sorusuna “Başarı Formülümdeki D ler, P ler, H ler ve S ler” yanında anamın babamın duasını almak çok ama çok önemli olmuştu. Nezuş rahmetli babamı, leğende çocuk gibi yıkadıktan sonra rob dö şambrını giydirip sigarasının yanında sade kahvesini verdiğinde her zaman zor çıkan kısık sesiyle “Allah sana da çocuklarından göstersin” diye dua ederdi ve babamın duası tuttu. Bugün verdiklerimizin kat ve kat fazlasıyla EKÜPlus‘tan bize dönen güzelliklerde bizzat yaşadığımız “GAT Dünyası“na duyduğumuz şükür ve şükranın yapı taşlarında “Mavi Anadol“un süslediği anıların unutulmaz etkileri var.

Sağlık ve esenlik dileklerimle, kazasız belasız yollarda, KSKlı Kerem’in Venedik’ten dönmesini beklerken bahtınız açık olsun.

Öykücü