“…Herkes öfkelenebilir, bu kolaydır. Ancak doğru kişiye, doğru ölçüde, doğru zamanda, doğru amaçla ve doğru yöntemle öfkelenmek, işte bu kolay değildir. Biri sizi sinirlendirdiğinde cevap vermeden önce 100’e kadar saymak kendinizi kontrol etmenizde iyi bir yoldur. Bir diğer yöntem de Bay Sharma’nın Sokrat’tan esinlenip azıcık modifiye ettiği “3 Kapı Testi”dir. Esası da hep söylediğim “Kendinizi sorgulayın ve …” davranışına dayanır. Sırasıyla “Bu sözlerimde samimi miyim ? > Bu sözler gerekli mi ? > Bu sözler sevgi içeriyor mu ?… Ve bugünün bunaklarına bakınca Sezen’in şarkısını anımsıyorum: “Nerde bende o yürek…”
Olmak
Merhaba
Önceki yazımda “Konfor > Risk > Korku” sürecini ele alıp “Önem ve Öncelikler”in nasıl iç içe girdiğini anlatmaya çalışmıştım. Dün Mesut Yılmaz’ın, bugün Burhan Kuzu’nun ölüm haberlerini alınca İzmir’deki depremin yarattığı ruh halim içinde neden ekstra bir etki içine girmediğimi düşündüm. Rahmetli Yılmaz’ı hep dudağının kenarındaki çok hafif, belli belirsiz müstehzi gülüşüyle ve milenyumun başlarında kişisel (parti) çıkarları bir kenara bırakıp Bayan Çiller’le anlaşamayan ve bizi bugünlerin hainlerine ve bunaklarına mahkum eden tutumuyla anımsadım. Allah rahmet eylesin. Bay Kuzu’ya gelince…Mutlaka onun da bir çantası vardı. Hukukçuydu. Hem de “Anayasa” gibi en önemli konuda hocaydı. Üstelik profesördü. Mutlaka çantası vardı. Çantası hakiki deri miydi ? Bond tipi miydi ki ilişkilerinin ürünlerini taşımada daha güvenlikli olsun. Hani kimlerinin çantaları bileklerine kelepçeli olur ya ! Çantasında neler vardı ? Daha önceki yazıma görsel yapmıştım; 2005 yılında raflarımdaki kitap serisi Bay Sharma’nındı ve biri de “sen ölünce kim ağlar ?” idi. Bay Kuzu’yu sevmezdim; sevemedim bir türlü. Gizleyemediği ve patronunca bile onaylanmayan hırslarından, makam sevdasından sevmedim. Meclise başkan olmak istedi; olamadı. Halbuki “sivrisinekle sazı aynı cümlede buluşturmada güçlük çeken” ve “çiçek sulamayı kavramlaştıran” bir adam vardı ki ruhundaki sevgiyle, Atatürk bağımlısı gerçekten de “Adam Gibi Adam > (AGA)”dı. Ona olan sevgimin bir gıdımını bile hissetmedim bay Kuzu için. Yine de Allah’ın rahmeti üzerine olsun derim. İşte onun elindeki çantayla bugünlerde gerçekti yok çakmaydı denen anlı şanlı çanta öyküsünü bir potada buluşturuyor zihnim. Ne var ki zihnimi sorguladığımda, çantanın buluştuğu ortam (ki biz buna yetmişli ve seksenli yıllarda tekilse medium; çoğulsa media derdik kamusal yapımızdaki araştırma gayretlerimizde) “pota mı yoksa kase mi?” gibi gereksiz bir ikilem içinde yoruluyorum. Ne çantaymış be abicim ! Bir yanda boykot isteyen otorite diğer yandan bilmem kaç bin € luk çanta ve savunurken “özrü kabahatindan büyük” bir yaklaşım… Çırpındıkça batan ve yukarıdaki bıyığı da aşağıdaki sakalı da kurtaramayan açıklamalar…Kuzu gitti, unutulacak; çanta kaldı dilimize dolanacak…
Gezi Olayları sırasında bir dörtlüğü anımsıyorum. Sahibi de sanırım Günse hanımdı. Genç kardeşimiz olaylar sırasında öl(dürül)ünce iki mezarı kıyaslıyordu o dörtlük: Bir mezarın başında Fatiha okuyanlar, diğerinin başında ise tükürmesinler diye bekleyen tomalar. Dünya küçük ! Ömrü olanlar ikisini de görecek. Bay Sharma’nın kitap ismiyle ben de sorayım: Sen Ölünce Kim Ağlar ?
…Ve son beş yılda Kasım ayının ilk yazılarım.
İşte 2019 yılımın Kasım ayına ilk bakışım:
http://www.copcu.com/2019/11/02/yasam-bufesinde-kondratiev-dalgalar/
“…Gün olur alır başımı giderim…Dünyalar vardır düşünemezsiniz…ABD de demir yollarının genişliği neden 4 feet 8,5 inçtir ? Eski Mısır’da icat edilen ilk at arabasının uzay mekiğinin boyutlarına etkisi nasıl olmuştur ? Türkiye’de patikalar yola dönüşürken rehber kimdir ? 1970 den 2030 a uzanan dört evreli, iki dönemli gelişme ve değişmenin oluşumunda Teknoloji Olgunluğu ve Pazarın Dolgunluğu nasıl etkili olmuştur ? “Artırılmış Gerçeklik” nedir ? “Güvenlik” ve “Mahremiyet” neden sarkaca benzetilir ?…”
Merhaba (02.11.2019)
On yıldır ilk defa bir ay içinde hiç yazı yazmadım blogumda. Halbuki Net&Net’de öylesine güzel iki etkinlik vardı ve çok şeyler yazabilirdim ki… Nasipten gayrisi olmuyor. Çeşme’de “İmar Barışı” ile atılan ilk adımın devamında” “Kürt Sefer’le Yörük Soner” le geçen 40 günlük beraberlikte sanal ortama hiç elim uzanmadı. Bu ikilinin hem iş beraberliğinde hem de farklılıklarında yıllar önceki “Kürt/Türk/Laz/Çerkez Uyum Güzelliği (Hoşgörü)” vardı. On yıla dayanan ortak iş ilişkileri varmış. Bugün biri iş veren konumunda ve altında kamyonet var; diğeri onun yanında ırgat gibi ve altında oldukça yeni model bir VW Golf var. Düşünmek gerek ! Tıpkı Reisdere köyündeki demografik yapının değişimindeki gibi “emek ve …
Aslında bu girişi özetleyen en güzel özdeyiş rahmetli Hanife ablaya ait: “Fakir, fakir oluncaya kadar çok sefa çekermiş; zengin, zengin oluncaya kadar çok cefa çekermiş” ve Kuzusuz Çanta‘nın sahibine baktığımda ne zaman, nerelerde, nasıl çok cefa çekti de bugün kasacıların, kutucuların, her şeyi babalar gibi satanların, sıkıntıya gelip de Bakara makara diyerek kutsal değerlerle bile dalga geçenlerle kol kola, aynı yağmurda ıslanarak bugünlere geldi ? Kuzusuz çanta bu yağmurda ıslanmadı mı ?
*****************
…ve iki yıl önce Kasımın ilkyazısı:
http://www.copcu.com/2018/11/03/yasam-bufesinde-aid-for-a/
“…Aynı dili konuşanlar değil, aynı hâli paylaşanlar anlaşırlar… İletişiminiz kadarsınız; iletişim “anlam paylaşımı” > 1. Aynı dil; 2.Dinleme; 3.Ötekileştirme: Farklı olun ama farklılığı derinleştirmeyin, farklılıklar arasındaki benzerlikleri çoğaltın… Behind independent woman is an open-minded father who trusted her and not the society ( Her bağımsız kadının arkasında topluma değil, kızına güvenmiş olan açık fikirli bir baba vardır)...”
Merhaba (03.11.2018)
Hiç canım(ız) istemiyor İzmir’e dönmeyi. Ancak artık dönmeliyim; dönmeliyiz. Bugün Kasım ayının üçüncü günü ve Çeşme’de yazdan kalma bir gün. Sıcaklık 27 derece; güneşte oturamazsınız. Ne var ki; sevinemiyorum. Ne yaz içinde ne de güze girince bugüne dek tek damla yağmur düşmedi Çeşme’ye. Barajda su kalmadı. Ildırı’daki kuyuların suyu da tuzlanmaya başladı. Bahçemdeki keson kuyum on üç buçuk metre derinlikte…
İki yıl öncenin güz başlangıcında sıcaklık bugünden daha yüksekmiş; susuzluk kayıtları bugünden daha ciddiymiş ve bugün Koronanın ve İzmir’deki depremin baskısında ne sıcaklık ne de susuzluk algılarımda yok. Şimdi iki ciddi tehlikenin riskten korkuya dönen somut acılarında önemli olan “ayakta kalmak, hayatta kalmak” ve 2018 den bugüne dönük sözüm de “yaşıyorsan bitmemiştir”…Deprem korkusunda gece yatağına yattığında Kuzusuz çantanı nereye korsun ?
****************
…ve 2017 de Kasımın ilk haftası:
http://www.copcu.com/2017/11/07/yasam-bufesinde-alinganlik-ve-olgunluk/
“…Garsondan tuz, biber istedikten sonra hardal istemeye korkuyorum…Yağmuru seviyorum diyorsun, yağmur yağınca şemsiyeni açıyorsun / Güneşi seviyorum diyorsun, güneş açınca gölgeye kaçıyorsun / Rüzgarı seviyorum diyorsun, rüzgar çıkınca pencereni kapatıyorsun / İşte, beni sevdiğini söylediğinde , bunun için korkuyorum…”
Merhaba (07.11.2017)
Neden hardal istemekten korkuyorum ? Çünkü öncesinde tuz ve biber istediğimde nereden, nasıl verdiğini biliyorum. Aklım üçüncüsü için, hardal için kestirimde bulunuyor ve bu olasılık beni tiksindirdiği kadar korkutuyor. Hardal istemenin ve sevgiliye “seviyorum” demenin ortak sözcüğü, anahtar sözcük “korku“. Nasıl bir şey bu korku ? Çok mu kötü ? Faydası yok mu ? Belki ecele faydası yok ama korkuların hep uyanık tuttuğu, azıcık da tedirgin ettiği ve belki de yaşam konforunu bozduğu Yaşam Büfesi önündeki sıraya girme çekişmelerinde şeytanla mücadele etmeye faydası vardır; kimbilir ?…
ve 2017 den 2020 nin Korona ve depremin etkilerinde gözden ırak kalıyor gibi olsa da durdurulamaz olan dövizin; deprem yıkıntıları üstünde şov yapan ruhsuz bakanın esas sorumluluk alanında yapmadıklarından dolayı tarımsal üretim potansiyelimizden yitirdiklerimizin; dövizle mi maaş alıyorsun derken yüzündeki alaycı ifadeyle kahreden iç güveyinin aymazlığının ve idam isteyip de yolunu şaşırıp adam yerine ekmeği asanın ruhumdaki izlerini silemiyorum ve içimdeki sorularla cebelleşiyorum. Otuz üç yıldan beri soru sormak üzerine çıktığım öğrenme yolculuklarının odağı olan “soru sorma” yı düşündüğümde bir Çin atasözünü aktarmak istiyorum: “Soru soran beş dakikalığına aptal durumuna düşebilir, sormayansa yaşamı boyunca aptaldır”. Kuzusuz çantanın içinde hangi sorular var kim bilir yanıtı verilmemiş…
********************
…ve dört yıl önce, 1 Kasımda sıkıntılarım:
http://www.copcu.com/2016/11/01/yasam-bufesinde-morbayles-n2-1/
“… Üçüncü turu aşamıyorum. Uykularım düzensiz. İç dünyam karmaşık. Otoriteyle çatışıyorum. Emeklilik kararı için iniş çıkış sergiliyorum. Rolleri çalıyorum. Hırçınlaşıyorum. Tercihlere takılıyorum. Tavrımı açıkça ortaya koyacağım. Hesaplaşacağım. Sessizliğim artıyor. İçimdeki fırtına öfkeye dönüşüyor. Beklentilerimin olmayışına kahroluyorum. Şimdi ben sağlıklıyken böyle olursam yarınlar için kendimden korkuyorum. Beklemedeyim ama sabrım yok; üçüncü turu aşamayınca radikal önlemlere yöneliyorum. Yaşlanıyorum. Dayanma gücüm azalıyor…Aklın karıştığı zaman niçin ölmeye hazır olduğunu kendine sor (Aranan Kadın-Cine5; 20.02.2000);.. Nemalar gelmiş. 125 milyon lirayla iki hapörlör ve bir amplifikatör aldım bit pazarından. Yakında mevlüt okurum ya da Zenger gibi ben de Cenger olurum. Hâla marjinal amatörüm. Ben adam olmam (07.02.2000);… Aslında bugünü sanki hiç yaşamadım. Medyatek ve kahvelerde zorunlu sigaralı ortam sonucu boğazımda geçmeyen bir gıcık ve öksürük. Vücud direncimi yitiriyorum. Nezuş Bursa’da ve bu ayrılık uzadı. EC Aydın’da kendi derdinde. Doktora gitmeliyim. (28.01.2000);.. Sigaralı ortam; anjio olacak ve inadına sigara içen NK’u anlamak mümkün değil. Boğazım şişti. Öksürüyorum. Tantum ve Gripinle idare ediyorum. Ya gripsem ve bulaşırsa diye Pınar’ın saçlarını okşayıp öpmeden ayrıldım. Nezuş orada ve aklım geride değil (21.01.2000/Bursa’dan ayrılırken)…”
Merhaba (01.11.2016)
Bu satırları Kent’in salonunda yüzüm gülerek, sevinçle yazıyorum (31.10.2016). Ümit ayaklandı. Destek almadan yürüyebiliyor. Yarın eve çıkacak diye bekliyoruz. Bu nedenle bu yazımı bu çerçevede yazma iznini verdim kendime. Düne kadar sigaralı ciğerlerin yarattığı, yaşattığı ek sıkıntılarla benden azıcık da olsa zor geçen birkaç günden sonra şimdi çok şükür iyiyiz. Geçen hafta bugün Tacikistan dönüşünde “EKÜ Üçlüsü“yle sürpriz bir şekilde Kent’te buluşunca allak bullak olmuştuk. Çeşme’den geçici gelmiş ve evi öylesine bırakmıştık (bulaşıklar bile makinada yıkanmadan kalmıştı). Ümit’i hastaneye yatırıp, hızla Çeşme’ye bir gidip geldik. Ümit’in rahatsızlığını ve acilen yapılacakları (kesin by pass) öğrenince Çatıdan 2000 ve 1996 yılına ait ajandalarımı alıp geldim. İki bin yılının önemi benim by pass oluşum; 1996nın önemi ise Ümit’in yaşındayken neler yaşadığımı yansıtması ve her ikisinin de ortak stres faktörü “Global Birleşmeler” (ya da iş yaşamındaki köklü değişimlerde içerde kalmak ya da dışında bırakılmak olasılıklarının gizli stres faktörü) sonrası kim öle kim kala sendromu (İlkinde NOlaşıyorduk, ikincisinde Synleşiyorduk; bu yıl da Ümit için Pak sonrası “nol’cek halim” belirsizliklerinin kıskacı). Yazımın girişindeki notlar 2000 yılının ajandasından ve…..
Dört yıl önce büyük oğlum Ümit, Pakistan’dan sonra Tacikistan’ta çalıştığı kurumun başarılarına katkı sağlamaya çalışırken sağlığındaki riskleri öngörememişti. Gelişmeleri bilmiyorduk. EKÜ Trio‘nun ortanca ve küçük kardeşi bilet bulamadıkları için Kazakistan üzerinden Tacikistan’a gidip abilerini alıp gelmişler. Biz restoran Kent’in önünde yürürken, bizimkiler hastane Kent’ten haber verdiler ve aradan dört yılın geçtiği 2020 nin Kasımında sağlığımıza biraz daha (ve fakat yeterince değil) özn gösterip uzmanlığımızı Azarbeycan’le Burdur arasında eyleme dökmenin hazzını, keyfini hep birlikte yaşıyoruz…Bizim Kuzusuz Çantamız olmasa da ruhumuzda karanlık yerler yok…
**************
…ve 5 yıl önce seçim atmosferinde Kasımın ilk günü
http://www.copcu.com/2015/11/01/yasam-bufesinde-kairos/
“…Dilimin ucunda kocaman bir öküz var… Bir kararın sizin aleyhinizde geliştiğini gördüğünüzde, tarafsızlığınızın ve erdeminizin bir kanıtı olarak ona destek verin. Neredeyse açık bir rüşvet olan bu yaklaşım bugüne kadar icat edilmiş en güçlü yağcılık aracıdır... İknacının elde etmek istediği şey nedir ? Dinleyicinin ruh halini veya fikrini mi değiştirmek istiyor, yoksa onun bir şey yapmasını, bir eyleme geçmesini mi istiyor ? Birini mi suçluyor, bir grubu değerlere vurgu yapan bir konuşmayla bir araya mı getirmek istiyor veya bir karar hakkında mı konuşuyor ? İknacı bunlardan hangisini vurguluyor ? Karakteri mi, duyguyu mu, yoksa mantığı mı ? İknacının zamanlaması isabetli mi ? Doğru ortamı kullanıyor mu ?…”
Merhaba ( 01.11.2015)
Biraz sonra oy kullanmaya gideceğim. Yazım yarım kalacak. Dönüşte hangi ruh halinde olacağım ? bilmiyorum. Belki de yazımın başı sonuna uymayacak ya da başladığım bu satırlar diğer pek çoğu gibi taslak bölümünde kalacak… Bu kez dilinin ucundaki kocaman öküzü susturdu Aeschlyus. Mutlaka sonuçlara olumlu (!) katkısı olacaktır. Bu seçim öncesinde hepsinde hırçınlık azalmıştı. Tıpkı filmde ÖY nın dediği gibi agresiflik azalmış daha sevecen ve daha babacan bir durum gözleniyordu…
Beş yıl önce Haziran yenilgisinde bugünün stepnesi ile yeni bir seçimi gerçekleştiren uzun adam tıpkı rahmetli annemin “Tülü Kuzu” masalındaki kurt gibi dilini demirciler arastasındaki demirciye eğeletip de inceltince kapıyı nasıl açtırdıysa Tülü Kuzu’ya bizimkisi de hoş görünmeye çalışıyordu. Gözlerindeki kindar nesil özlemi ya ideası varken bunu ne derece yapabiliyordu ? Sonuç istediği gibi oldu (!) ve bugün rahmetli annemin bir sözü ile yazımı kesiyorum: “Ölmek kolay, ölmemek zor”. Hele bir de Kuzusuz Çantaların vicdani yükü altında…
Yolunuz açık ve aydınlık olsun.
Öykücü
NOT: Kolaj yaratmaya sabrım yok.