Yaşam Büfesinde “AID for A”

“…Aynı dili konuşanlar değil, aynı hâli paylaşanlar anlaşırlar… İletişiminiz kadarsınız; iletişim “anlam paylaşımı” > 1. Aynı dil; 2.Dinleme; 3.Ötekileştirme: Farklı olun ama farklılığı derinleştirmeyin, farklılıklar arasındaki benzerlikleri çoğaltınBehind independent woman is an open-minded father who trusted her and not the society ( Her bağımsız kadının arkasında topluma değil, kızına güvenmiş olan açık fikirli bir baba vardır)...”

Kasım 2018 Çeşme’de Güz Günleri

Mustafa

Hiç canım(ız) istemiyor İzmir’e dönmeyi. Ancak artık dönmeliyim; dönmeliyiz. Bugün Kasım ayının üçüncü günü ve Çeşme’de yazdan kalma bir gün. Sıcaklık 27 derece; güneşte oturamazsınız. Ne var ki; sevinemiyorum. Ne yaz içinde ne de güze girince bugüne dek tek damla yağmur düşmedi Çeşme’ye. Barajda su kalmadı. Ildırı’daki kuyuların suyu da tuzlanmaya başladı. Bahçemdeki keson kuyum on üç buçuk metre derinlikte. Keson kuyu nedir bilir misiniz ? Artezyen değil; derin kuyu değil. El gücüyle adım adım açılan, kazdıkça çıkan toprak ve taşlar kovayla yüzeye taşınan eski usul kuyu. Yaklaşık otuz senelik. İçinde her zaman on metrede berrak suyu var. Demek ki en kurak mevsimde bile dibinde üç buçuk metre yüksekliğinde bir su bulunuyor. Etraf foseptiklerle bu denli kirlenmeden önce kayaların arasından gelen suyu, en güzel içme ve kullanma suyu idi. Şimdilerde sadece bahçe sulamada kullanıyorum. Su seviyesi böyle standart kalınca ben de kuyuya sarkıttığım dalgıç pompayı yukarıdan on bir metre aşağıya sabitlemiştim. İlk defa, otuz senedir ilk defa dalgıç motorumun panosundaki sarı ışık yandı ve stop etti. Su çekmedi. Demek ki su seviyesi göstergesi olan “müşir” suyun üstünde, havada asılı kaldı ve motoru otomatik olarak durdurdu. Bahçeyi sulamak için ertesi günü bekledim. Bereket gece yine kanallardan su geldi; seviye yükseldi ve motor çalıştı. Demem o ki bu yıl ilk defa otuz yıldan bu yana ilk ciddi susuzluk belirtisi oluştu benim bahçemdeki su kaynağında. İzmir’e dönmek için ilk yağmuru bekledim. Gelmedi. İki hafta önce çimlerimi artık latent (uyku dönemi, kış dönemi durgunluğu) döneme girsinler, girecekler, girmeliler diyerek sıfır numara biçtim. Ne var ki; sıcaklık bu derece yüksek olunca ve kurumasınlar diye sulamalarım sürünce çimlerim yeniden büyüdüler. Sezon başında “ölecek bu jakaranda galiba” diye hayıflanırken güze girerken canlandı ve Mayıs çiçeklerinden daha çok çiçek açıp bahçemi morla bezedi. Begonvillerimin beyazı ile pembesi gelecek, gelmesi kaçınılmaz olan kış sanki hiç gelmeyecekmiş gibi coştukça coştu. Tüm bunlara bakınca nasıl İzmir’e dönerim dese de aklım, yüreğimin diğer köşesinde “Copcuların Çoğunluğu” İzmir’de olunca kendi elimle gurbet yaratmayı hoş göremedim; kendime yakıştıramadım. Dönmeliyim; dönmeliyiz. Nasipse Mart 2019 da tekrar geliriz; kısmetse Marta kadar da aralıklarla kış boyunca da gelirir. Her şey nasip meselesi. Sahi bu durumda aklıma takılı kalan “17 Kasım Kahvaltı Sohbeti” olur mu ; olmaz mı ? Neden olmasın ? gibi soruların sadece boşluk doldurmaya çalıştıklarını görüyorum. Yazımın konu başlığı ve üç renkli söylemler ne demek ve nereden ?

Evdeki ikinci televizyonu kırın” demeye çalışan ustanın esas amacı: “uyum ve anlaşma yerine; çatışın ve ikna edin“. Ben çatışmadan kabulleniyorum. İzmir’e dönüşün adaptasyonunda dizilerden seçmeler ve birlikte seyretmeler “Ortak Paydasını” oluşturmaya başlıyoruz. Cuma akşamları “İstanbullu Gelin” ile “Gülperi” yarışıyorsa da seçmelerimizde dizi özetleri adeta birer bölüm gibi olduğundan ikisini idare etmek zor olmuyor. Perşembe akşamları da şimdilik “Bir Zamanlar Çukurova” öne çıkıyor. İşte o dizinin bu haftaki bölümünde geçiyordu Mevlana’dan alıntı olan mavili sözler: “Aynı dili konuşanlar değil, aynı hâli paylaşanlar anlaşırlar”. Bu sözler çekim alanıma girdi. Neden ? Birkaç nedenden dolayı. İlki bugünlerden ve WhatsApp grubumuz olan “ZM68″ den. Neden ?

ZM68 Grubu” beş yıl önce 45 nci yıllarını kutlamak için yıllar sonra Antalya’da bir araya gelebilen arkadaşlarımın oluşturduğu bir grup ki biraz önce sağlık sorunlarının/sıkıntılarının baskınlaşmasıyla sevgili Ersin’in (Prof.Dr.E.E.Onoğur) sözlerinde olduğu gibi: “Ne mutlu bize ki böyle bir grubumuz var. Yorum yapan, iyi dilek sunan arkadaşlarıma sağolsunlar diyorum. Grubumuzun “canlı” devamı ve gelen her türlü haber, video, mesaj vb artık bizler için-öyle sanıyorum-bir terapi gibi. Mustafa’ya burada teşekkür ediyorum“. Sağol sevgili Ersin. Yaşam Gölünün karşı kıyısı görünürken artık kızamık çıkarmayacağımıza göre bel kayması, kanal daralması, ayak ağrısı, vb benzeri rahatsızlıkları doğal kabul ediyoruz. Rahmetli annemin bir komşusu vardı ve biz ne zaman ona “Nasılsınız ?” dersek hemen “Allah bundan kem etmesin derdi şükrederek”. Bu nedenle ben de kendi adıma binlerce şükür ve şükran doluyum eskisi gibi günde altı kilometre yürüyemesem de…Bizim bugün ZM68 de böylesine anlaşıyor olmamız “aynı dili kullandığımız” için değil “aynı hâli paylaştığımız” içindir. Gerek beş yıllık fakülte hayatımızın (1963/68) yeni yapılanma sancılarını paylaşmak, gerek altı aylık Menemen Staj Çiftliğinin mahrumiyetinden keyif almış olmak bizi bugünkü kemikleşmiş diyaloga eriştiriyor. Yoksa gerek 1963 de başlangıç dilimiz ve gerekse bugün elli yıl sonra dünyanın dört bir yanına savrularak büyüyüp gelişmemizle yapılanan güncel dilimiz, değişip dönüşmemiz sonucu 2018 deki dilimiz “aynı dil değil“. Sait’in Avustrulya ile bezenen dili, Şükrü’nün bugün hâla Florida’da oluşunun “Sam Amca ve $” ağırlıklı dili; benim tümü İzmir’de geçen ve bugün “NKM/10-50-73″ lük dili; sevgili Ersin’in baştan sona Karşıyakalı olmasının “soft dili” yazımın mavili kısmını haklı çıkarıyor: “Biz aynı dili konuşmaktan çok aynı hali paylaşmaktan dolayı çok iyi anlaşıyoruz“. Daha ne ister insan ?

Kırmızılıya gelince; Ekim sonlarına doğru elimde üç kitap vardı: “M.Kemal; Drive ve Hikaye Anlatıcısının Sırrı (HAS)“. M.Kemal hepsinin önünde geçti ve kısa sürede gözyaşlarıyla okuyup bitirdim. Aslında bitmeyecek. Hep elimin altında olacak. zaman zaman torunlarıma okuyacağım.  İlk ikisi hediye (Kızım Pınar ve dostum Utku’dan); üçüncüsü ise 5 Mart 2018 de kitaplığıma girmiş. Her nasıl olduysa “HAS“ın ilk sayfalarına Daniel Pink’in TED konuşmasından notlar yazmışım. Ne alâka ? Şimdi nedenini ve bağını bulamıyorum. Belki de “çekim gücü” ve altı ay sonra Utku’dan Daniel Pink’in kitabına sahip oluyorum. İşte böyle gruplanarak odağıma düşen kitaplar, TED Konuşmaları ile bütünleşince kırmızı yazı notlarımda yerini alıyor. O sözler ülkemizdeki TED konuşmalarından Haluk Görgen‘e ait. İki anahtar sözcük var bu sözlerde benim için: “Dinleme” ve “Farklılıklar Arasındaki Benzerlikleri Çoğaltmak”. Sanki paradoksluk ifadesi: “Farklılık ve Benzerlik“. Bunları düşünürken altı kadar önce “İtiraflar” filminden kulağıma çalınan sözleri anımsıyorum: “Herhangi bir pişmanlığınız var mı ?” diye sorulan soruya verilen yanıt hoşuma gitmişti: “Dünyayı umutla kandırıyoruz; en azından onlara hayaller verelim”. Bu nedenle “Bohçam” olarak hazırladığım tek slaytın “Kavram Çorbası”nda ilk göze çarpan “TOMBUL ve SMART” tır. İkincisi SSTC Öğrenme Yolculuklarımın “Yapı Taşı”dır. İlki ise sevgili A.Şerif İzgören‘in birkaç yıl önce İzmir Ticaret Odası(İTO)nda yaptığı konuşmadan bana kalan bir hatıradır. Bohçamı zenginleştirmiştir. Acaba ben de 17 Kasımda nasip olursa konuşmak dinleyicilerin bohçalarına “Uykusuz Geceler” çerçevesinde kalıcı bir mesaj bırakabilecek miyim ?

Peki ya yeşilli kısım ! CINOS’un ilk evresinde birlikte çalıştığım sevgili Sibel Yüksel’in paylaştığı İngilizce ve Türkçe sözler neden bir kez daha aklıma ve yazıma düştü ? Harvard Business Review (HBR)’un Kasım 2018 özetlerini incelerken İrem Yaman’ın “Başarı Öyküsü“nü okuyunca bu yeşilli sözleri tekrar da olsa yazmak istedim. İrem Yaman’ı tanıyor musunuz ? Taekwondocu ve 23 yaşında. Son 15 yılına 30 altın madalya sığdırmış ve en son Dünya Kupasında altın madalya almış. Sevgili Sibel’in sözleriyle İrem’in arkasındaki babanın özelliklerini bilmiyorsam da “Başarı Öyküsü” için anlatıklarına bakınca ilk anda “Jim Amcanın Yumurtası“na hak veriyorum. İrem bu spora başladığında (demek ki 8 yaşındaymış) “on yıl içinde altın madalya alacağım” diye kendine bir hedef koymuş. İlk on yılda altın madalya alamamış. Sonraki 5 yılda ise 30 altın madalya almış. Tam “Jim Amcanın Yumurtası” gibi. Ne demişti Jim Amca dört metaforundan (Yumurta, Volan, Otobüs ve Kirpi) yumurta ile mesaj verirken:

“…Yolun kenarında bir yumurta durur. Hiç kimse ilgilenmez. Kimsenin dikkatini çekmez. Ne zaman ki bir gün yumurta çatlar ve içinden bir civciv çıkar, medya feryat eder: Mucize, mucize.” Halbuki üç haftadır yumurtanın içinde canlılık şekil bulmaktadır. Gerek Jim Amcanın Yumurtası örneğinde ve gerekse Çin Bambusunda değişim, dönüşüm ve başarı için “Kuluçka Dönemi / İnkubasyon Periyodu / Hazırlık” dönemleri çok önemlidir. İrem bunu nasıl anlatmaktadır ?

“…On beş senelik kariyerimin ilk 10 senesini uluslararası bir turnuvada altın madalya kazanmayı hayal ederek geçirdim. Bu kadar uzun bir süre hayalimi gerçekleştirememek, beni çok olgunlaştırdı. Sabretmeyi, pes etmemeyi (Başarı Formülümdeki 2P) ve başarının değerini öğrenmemi sağladı. Sonraki 5 senede bu kadar çok altın madalya kazanmamın temelini, o ilk 10 sene oluşturdu. Disiplin, azim ve dayanıklılık kelimelerini alt alta yazıp topladığınızda ortaya adanmışlık çıkıyor (Başarı Formülümdeki 3D) …

Mavi, Kırmızı ve Yeşil, tamam renkleri anladık da başlıktaki “AID for A” ne demek oluyor ? Belki 17 Kasım kahvaltı sohbetimin satır aralarında yer bulabilir. Bulmasa da belki Utku’nun Ankara’da yapacağı “Sunum Becerileri Ustalık Yolculuğunda” ona “AIDA” veya “NAIDAS” kavramlarını kullanmak isterse daha net bir mesaj verebilir. Neden “AIDA” ı parçaladım ve sondaki “A”nın önüne “for/için” sözcüğünü koydum ?

Dört harflik yapısıyla sadece bir sözcük olarak “AIDA” dört dörtlük bir anlam vermiyor gibiydi (gibisi fazla). Bunun yerine “AID” diye üç harfe indirgenince “Yardım” gibi net bir anlamı oluyor. Peki ne için yardım ? Peki nasıl bir yardım ? Peki hangi amaca ulaşmak için bu yardım ? Peki bu yardımın sunumun üç evresinde nasıl bir yeri olabilir ? Bunları hepsi “A” için. Peki AIDA’dan ayrılıp da “AID” yardımı oluşturan bu yalnız kalan “A” ne demektir ? Yanıt net ve basit: “Action” yani “Eylem”. Hani benim SSTC Öğrenme Yolculukları sonunda ısrarla söylediğim ve “İzleme Çalıştaylarıyla” takipçisi olmak istediğim Latince özdeyiş gibi: Acta non verba / Laf değil eylem. Hani sakin konuşmacı Seneca’nın konuşmasından sonra ayağa kalkan senatörlerin dediği gibi: “Ne duruyoruz haydi savaşmaya gidelim”Sonuç ?

İster sunum becerileri ustalık yolculuğu, ister panelin kapanışı, ister festivalde sorulan soruya yanıt, isterseniz 17 Kasım sohbetinde “Uykusuz Geceler” odağındaki mesajları kalıcı kılabilmek için

* Önce “Dikkat Çekmeli (AID’in “A”sı Attention)”

* Sonra bu kısa süren dikkati “İlgiye Çevirmeli (AID’in “I” si Interest)”

* Ve “Eyleme Geçmek İçin (for “A”, Action)” için

* “İstek Yaratmalı (AID’in “D” si Desire)”. Bu kadar basit. Aslında süreç kendi kendine işliyor ve akış içinde sürüyor. Sen yeter ki farkına var, farkındalığını geliştir ve gözlerinin içine bakarak, gülümseyip dik durarak “Coşkulu ol“. Çünkü “Coşku bulaşıcıdır”. Görelim Mevlam neyler neylerse güzel eyler.

HAGEM 4 SEZON FİNALİnden karma mesajlar: Kendinizi sorgulayın ve …
Yağmuru beklerken sağlık ve esenlik dileklerimle İzmir’deki yazılarımda görüşmek üzere yolunuz açık ve aydınlık olsun.

Öykücü