Yaşam Büfesinde “MO/PA 3.0)

“…Bir misyonu yaymanın en etkili yolu “hikaye anlatmaktır“… O, “Algı Ustası“ydı. MAS5 de “İtibar Uzmanı” ile buluştu. Yaş kemale erince, para, şöhret gelince, hatalardan sıyrılmak kolay sanıyordu (mu ?)… Zaman aşımı ve kalmayan yiv-set; artık yemeği elinle yesen de sana “hanzo” demezler (mi) sanıyorsun. Bence yanılıyorsun…; Güneşi seviyorum diyorsun, gölgeye kaçıyorsun / Yağmuru seviyorum diyorsun, şemsiyeni açıyorsun / Beni sevdiğini söylemenden korkuyorum…”

Zirve ve Festival” den “Kahvaltı Keyfi“ne mesajlar: Sektörün yetişmiş eleman ihtiyacı ya da Derneğin bu yöndeki “Misyonu

Merhaba

Kimden bahsediyorum ? İkisinin de kitabını aldım. Birisi “Algı” odaklı diğeri “İtibar” odaklı bir çerçeve içinde düşüncelerini aktarıyorlardı. Birini çok sevmiştim. Hatta “Algılama nedir ?” sorusuna benim verdiğim yanıtı kendisine elektronik posta ile gönderince samimi bir yanıt, hatta bir buluşma, görüşme çağrısı almıştım. Yaşı bana yakındı. Alman ekolünden yetişmişti. Üniversite tahsilini İsviçre’de yapmıştı. Kimya mühendisiydi. Ne var ki; geçen gün önce yazdığı sonra pişman olup sildiği mesajına bakınca yadırgadım. Kendi algılarımı yeniden sorguladım. Eskiden bıyıksızdı. Şimdi bıyıklı halini sevmediğimi hissettim. Bıyıksız yüzünde hoş, sevimli bir gülümseme (hani yenilerin “cool” dedikleri hoşluk) vardı. Şimdiki bıyıklı hali benim için sevimsizdi. Bakışlarındaki fer gitmiş gibiydi. Paylaştığı mesaj Amerikalı komiser şirketi için “olumlu kişisel algılarını” yansıtıyordu. Tek adam komisere kapıyı kapatınca ters döndü; çark etti. Sildi mesajını. Anladım ki “algı yönetimi“nin kitabını yazsan da yaşam gölünde kulaç atarken dışa yansıyan böyle bir şeydi. İşte ondan bahsederek bugün, Çeşme’de çiseleyen yağmurla güzel bir cumartesi gününde “MO/PA 3.0” başlıklı bir yazıya başlamaya çalışıyorum.

Bu aralarda, 20 Ekime kadar bu “Dolap Beygiri” misali yazılarım ve görsellerim sürecek. Ben hep böyle yapıyorum. Bir hedef olunca, bir amaç netleşince her güne yeni bir versiyon ile uyanıyorum. Bazen uyanmadan bile yeni bir çerçeve içinde olduğumu görüyorum. Kendime dur diyemiyorum. Belki de böylesi “Emeklilikte Maharet” kavramı için en doğru, en kolay ve en şükredilecek olanıdır. Güz sezonu ile yerli ve milli diziler önem kazanınca (!) elimde kitapla dizi seyretmek alışkanlığım yeniden ağırlık kazanıyor. Beraberliğin önemi açısından evde dört TV de olsa tek birinin karşısında birlikteyiz. “İstanbullu Gelin” favorimiz olmasına rağmen, bizi öküz yerine koyan sahnelerden, zaman çalan tekrarlardan, yürümekten aciz koşmalardan sıkılıp elimdeki kitaba dalıyorum. Elimdeki kitap sevgili Utku’nun hediyesi olan “Drive“. Ne var ki bir yerine kadar gelince “deja vu” duygusu oluşuyor. “Ben bunu, bu “Mum Deneyini” daha önce bir yerden okumuştum. Ben bu “Sawyer Etkisini” hem daha önce yazmıştım ve hem de bir yerde görmüştüm” düşünceleri artmaya başlıyor. Çatıya çıkıyorum ve “Pazarlama 3.0” a ait iki kitabı alıp aşağıya geliyorum. Biri yerli ve milli, diğeri Kotler’li ve ikisi de aynı isimli olan kitaplarla “Drive” ı kıyaslıyor aklımın kıvrımları. Üç kitabın da 2009 ve 2010 yıllarında, hemen hemen aynı zaman dilimin genel etkileri altında yazıldığını görüyorum. Yazarların güncel bir olguyu yakalayıp kaleme sarıldıkları o yılda birbirlerinden ne kadar etkilendiklerini bilmiyorum. Zihnimin kıyaslama pavyonunda “Pazarlama” ile “Motivasyon” aynı yerde buluştular. Bu nedenle “Drive” ın dikkat çektiği ve şimdilik “3.0” demeyip de “2.0” içinde bırakıp “Tip I” olarak şekillendirdiği “Motivasyon” ile Bay Kotler’in ve Bay ve Bayan Görgülü çiftinin “Pazarlama 3.0” nın ben aynı etki alanını kullandıklarını anlıyorum. Kaldı ki otuz yıldır çıktığım, çıkardığım SSTC Öğrenme Yolculuklarının ana konularından birisi olan “Buying Motives / Satın Alma Dürtüleri” de “Pazarlama ve Motivasyon Karmasının” evriminin her aşamasında, her zaman, her yerde aynen geçerliliğini koruduğunu görüyorum. Bunları birleştirdim ve “MO/PA 3.0″ dedim. Birazcık bunlardan söze edip yazıma “Kahvaltı Keyfi (20.10.2018)” için yeni bir kolaj ekleyerek zihnimi durultmaya çalışacağım. Bundan önce yazımın girişindeki kırmızılı kısım ilgisiz kalmasın; sünnetçinin vitrinindeki çalar saat gibi durmasın diye kısa bir açıklama yapayım.

Dün deniz sefası vardı. Bu sabah hava kapalıydı. Birden yağmur çiselemeye başladı. Sevindim. Çeşme’ye sezonun sürekli ve faydalı yağmurları geliyor diye sevinçliydim. Yine de hemen bahçeye çıkıp ıslanmasını istemediklerimi toplamaya başladım. Ve… Yağmur duruverdi. Yağmur bana küstü. “Hani beni istiyordun; seni yalancı seni” der gibiydi. İşte bunun üzerine hem hüzünlendim hem de aklımdaki bir kısmı kalmış olan şiiri anımsadım. İşte o kırmızılı kısım olan bu üç satırı hem Nezuş’a hem de konuğumuz Günseli’ye okudum: “…Güneşi seviyorum diyorsun, gölgeye kaçıyorsun / Yağmuru seviyorum diyorsun, şemsiye açıyorsun / Beni sevmeni söylemenden korkuyorum…” Ne kadar doğru değil mi ?

Gelelim Kotler’in “Pazarlama 3.0” na ve bazı pasajları 20 Ekim için dillendireyim. Bu kitabı 15.04.2010 da edinmişim. Hediye bir kitapmış. Ünlü bir derginin eki olarak verilmiş ve 2010 yılının baskın koşulları altında her tarafını karalayarak okumuşum. Kitaplığımın en korumalı yerinde saklamışım. Arka kapağındaki sözler bile yeterli “Pazarlama 3.0” a evrimleşen süreci daha iyi anlayabilmek için. İşte bir bölüm:

“...Dünya hızlı ve sıkıntılı bir değişim sürecinden geçiyor. Son finansal kriz yoksulluk ve işsizliğin artmasına sebep oldu (MC: Aradan neredeyse on yıl geçti; hâla aynı sıkıntılar). Ekonomik büyümenin merkezi hızla doğuya kayıyor. Öte yandan dünyada teknoloji mekanik bir dünyadan dijital bir dünyaya doğru evriliyor. Bu da üretici ve tüketicilerin davranışlarını ciddi olarak etkiliyor. Bu durumda pazarlama yeniden düşünülmeli. Son altmış (MC:Bugün için 70) yıl içinde pazarlama “Ürün Merkezli (P1.0)” olmaktan “Tüketici Merkezli (P2.0)” olmaya yöneldi. Şirketlerin odaklarını ürünlerden tüketicilere ve insanlığın karşı karşıya kaldığı sorunlara doğru kaydırdıklarını görüyoruz. “Pazarlama 3.0” şirketlerin “İnsan Merkezli” olarak kârlılıklarını “Kurumsal Sorumlulukla Dengeleme” aşamasında olduğu aşamadır… Unutmayın; müşterileriniz artık daha farkında, daha etkili ve eskisinden çok daha güçlü…

İşte bu tanıtım sözcükleri bile bana 20 Ekim 2018 kahvaltısında yeni bir dernek yapılanması girişiminde bir anahtar sözcük veriyor: Denge. Belki de yeni dernek, sorunlarına çözüm arayan şirketleri (Çözüm Arayıcılar), problemlere çözüm öneren kişiler , bilim insanları ve araştırmacılarla (Problem Çözücüler) ile bir araya getirecektir. Bu tür beraberlikleri, İngilizce “Kalabalık / Crowd” sözcüğü ile “Dışarıdan Temin Etme / Outsourcing” sözcüklerini birleştirerek türetilen “crowdsourcing” sözcüğü en iyi anlatabilir. Böylece yeni dernek, normalde bir çalışana yaptırılan ya da dışarıdan bir başka şirketten temin edilen bir işin “Kollektif Çaba” içindeki bir gruptan sağlanmasına işlerlik kazandırabilir. Bunun tek yolu aşağıdaki fotoğrafın sırrına erebilmektir.

Ben bu fotoğrafı neden çok seviyorum ? 

Sağlık ve esenlik dileklerimle; yolunuz açık ve aydınlık olsun.

Öykücü