Yaşam Büfesinde “Çeşmeler”

“…Temel trende seyahat ediyormuş. Kompartımında bulunan bir diğer adam da önündeki puro kutusundan puro çıkarıp içiyormuş. Kompartıman duman dolmuş; Temel’in tepesi atmış. O sırada puro içen adam tuvalete gitmek üzere dışarı çıkmış. Temel de kutudaki puroları alıp kıçına sokup çıkarmış; tekrar kutuya koymuş. Adam geri döndüğünde kutudan bir puro alıp içmek isteyince pis koktuğunu görmüş ve içememiş. Diğer purolarda da aynı pis koku adamın puro içmesini engellemiş. Böylece yolculuğun devamı dumansız sürmüş. Aradan birkaç ay geçmiş. Temel’le puro içen adam yine aynı tren yolculuğunda aynı kompartımanda  bir araya gelmiş. Adam sevinçle Temel’e “Biliyor musun artık puro içme illetinden kurtuldum” deyince Temel “Bir de benim nasıl bir illete tutulduğumu bir bilsen” diye yanıt vermiş…; Bizim Temel bir toplantıya katılmak üzere bu tren yolculuğunu yapıyormuş. Toplantıda Temel’e “Entel mi yoksa dantel (*) mi ?” olmak istersin diye sorduklarında Temel biraz düşündükten sonra “Bilmediğim şeyi kafama sokmaktansa, bildiğim şeyi kıçıma sokmayı tercih ederim” demiş…”

Anıların gücü > Bilginin zekatı > Bir miras bırakmak : Konfor Alalanından Çıkabilmek

Merhaba

Yazımın başlığı “Çeşmeler” değil, “evham” ya da “vehim” veya “takıntı” olmalıydı; 1 Kasım 2021 i düşündüğümde… Bu çerçeve içinde Temel’in iki bilinen fıkrasıyla yazıma giriş yaptım. Ancak bu konuyu kısa kesip “Çeşmeler” konusundaki çocukluk anılarıma ağırlık vereceğim diye yola çıktım. Temel’i anımsatan da iki gün önce geçirdiğim bir endoskopinin hissettirdikleri oldu. Takıntımı kanıtlayan bir sonuç çıkmadı ve tertemiz çıkmışım hem hekimlerimize göre hem de elimdeki renkli görüntülere göre. Şükür ve şükranla yola devam…Demek ki karşı kıyı görünse de, kulaçların gücü azalsa da, anılar daha çok gündeme otursa da, kimi zaman yarım kalacak işlerin korkusu ağır bassa da, daha salimen nefes alınacak keyifli günlerimiz olacakmış. Daha ne ister insan !

Aynı operasyonu geçiren hısım ve dostlarımız sürecin özellikle hazırlık aşamasını çok zor olarak tanımladılar. Ne içilen ilaç, ne ardından içilmesi zorunlu dört litre su ve ne de operasyonun kendisi hiçbir zorluk içermedi benim için. Büyük olasılıkla gösterilen özen, yakınımda duran sevgi dolu eller, gözler ve sözler bunu kolaylaştırdı. Hele bir de özel bir hastanede iki profesör hekimin duyarlı ve uzman eylemleri buna eklenince laf aramızda acayip bir keyif de verdi gururla birlikte. Daha ne ister insan !

Hemen ardından 70 numaranın bahçesinde çimler üzerindeki kahvaltı (yazımın ekinden fotolar) ve akşamüzeri de genişletilmiş Copcular (C9) ile mangal partisindeki keyfimi ve gururumu fotoğraflar çok da güzel yansıtmış. Çeşme’de kalan, Hollanda’dan selam yollayan C4 ü de aramızda görememenin hüznü olsa da, daha ne ister insan !

Gelelim Çeşmelere… (ne yazık ki gelemiyorum)

Sözünü ettiğim zaman ve mekan ellili yıllarda Soma’dır. Cuma mahallesinde yokuş bir sokağın iki evinde geçen çocukluğumda anılarıma giren çeşmelere takıldı bu sabah aklım. Bu sabah her şey yolundayken neden birden bir takıntı oluştu da sabah uykusunun en güzel bir saati uykusuz (ama huzursuz değil) geçti ? İki güncel konudan sıyrılmak için geçmişe takılmayı yeğledim ve Çeşmeler yüzeye çıktı. Dün sezonun ikinci yağmuru hafif ve yine kısa süreli geçti. Güzel yağdı ama çimleri ıslatmaktan öteye bir birikim sağlamadı bence. Yine de zeytinciler mutludur. Geç de olsa danelerin dolması ve yağlanmasına faydası olacaktır. Bir ara elektirikler toptan gitti. Gündüz de dört saat boyunca elektrikler kesilmişti. Bu kesintinin programlı olduğu, bir onarım ya da yenileme işlemi yapıldığı söylenebilir. Ancak gecenin yarısına doğru oluşan ikinci ve toptan kesinti belli ki bir arızanın sonucuydu. Bir süre mumla idare edip daha sonra jeneratörü çalıştırdım. Allah razı olsun ABİDE”min babaları olan EKÜTrio’dan ve elektrik/jeneratör konusunda da “Big Brother / Büyük Abi” olan büyük oğlum Ümit’ten. Evimize kurdurduğu jeneratör bütün  mahallemize yetecek (16KWA) kapasitede ve bakımını da oğlum yapıyor. Dertsiz bir şekilde yıllardır bizi elektriksiz bırakmıyor. Bu sevinçle ve gururla rahat bir gece geçirip sabah namazına kalkan Nezuş ile gün erken başladı. Evimizin içi ılıktı. Isıtmak gerekmiyordu. Ancak sabahın serinliğinde ve yağışın rutubetinde azıcık ısınsa iyi olur diye klimayı açtım. Timer’ı devreye girdi; çıkaramadım ve çalışmadı. Kaloriferi çalıştırdım. İlk hareketten sonra sustu. Verdiği işaret yakıt gelmiyor gibiydi. Belli ki hava yaptı. İkisi de acil değil ve Ümit’i bekleyebilir. Ümit Burdur’da ve Cuma günü dönecek. Salimen gitsin, gelsin ve emeklilik sonrası “aktif danışmanlık” la uzmanı olduğu bu katkılardaki keyfi ve “etkili olma hazzı” nın artıları artarak sürsün sağlık ve esenlik içinde. Bu iki aksilik beni alıp, Çeşmelerden kopardı ve doksanlı yılların başlarında Söke pamuk tarlalarına götürdü. Çeşmeleri biraz daha beklerken Söke yolları…

HES Trio ve “When it rains it pours”

CINOS’un ilk evresinin zirve yıllarıydı. Benim de Teknik Danışmanlık’ta yoğunlaşma ve terfi tepkili anlarımdı. Her zamanki gibi kırmızı tulumluydum. Alaşehir’in bağlarında, Fethiye’nin seralarında ve bölgenin tüm pamuk alanlarında cirit atıyordum. “Pushtculara Pullculuk” yapıyordum. Kahvelerde, köylerde ve zaman zaman büyük çiftliklerde raflardan tarlalara inen tarım ilaçlarının “4D” ile kullanılması ve talep oluşması için “Çiftçi ile bayi arasına köprüler” kuruyordum. Tek sıkıntım o köprünün üstüne bir kapı yapıp anahtarı elimde tutmayı beceremiyordum. Doğruları öğrenen son kullanıcı bu kez o doğrularla daha ucuz olan çözümlere yöneliyordu. Kimi zaman da bu yön değiştirmeyi özellikle bayiler en kârlı gördükleri ve stoklarında bulunan çözümler için bizzat kendileri yapıyorlardı. Beni hem bir promosyon malzemesi olarak kullanan ve hem de benim önerdiğim çözümden sapma onlar için doğaldı. Gerçi “cost/benefit” açısından haksız da sayılmazlardı. İşte bu gelgitler içinde rahmetli Önder abinin çağrısı üzerine “Söke’nin Üç Atlısı (HESgiller)” ile tanıştım.

İspanya’dan dönen HES’den SZ; nylon altına pamuk yetiştirme (Malching System Cotton Production) girişimine kalkmış. Neden acaba ? Nasıl bir fayda sağlayacak mı ? Henüz GDO’dan tanışmamıştık. Hangi ekstra faydaları umuyor ki ? Merakımı çekti. Hem konuyu yakından izlemek ve hem de Önder abinin istediği promosyon beklentisini karşılamak için yola çıktım. SZ, Önder abiden beşyüz litre CRC almış; doğru kullanılması için SZ na yakın olmam benim için de önemli. Pamuk ekimine az zaman kalmıştı; SZ nun çiftliğine gittim. Kendisi ile tanıştım. Nylon altına pamuk ekimi serüveninin nedenini SSTC’nin, Dr.Stronk’un “Altı Satın Alma Dürtüsü (Buying Motives)” ile anlamaya çalıştım. İlk anda satın alma (kabul) dürtüsü “to make a gain / kazanç sağlamak” gibi göründü. Çünkü borsaya herkesten önce pamuk vermekle birkaç lira daha fazlaya satabileceğini düşünüyordu. Bu beklentinin benzeri kuru üzümde her yıl sembolik de olsa yaşanıyordu. Daha sonra sohbet ilerleyince esas dürtünün “social approval / toplum beğenisini kazanmak” olduğunu anladım. Çünkü satır arasında şu sözler vardı: “ODTÜ’yü bitirdim. On yıldır pamuk üretiyorum. Bir fark yaratmam gerek”. Haklıydı. Ancak yeni yöntemin kendisinden beklediği daha sofisike eylemler vardı. Örneğin; nylon altına ekilen çiğit (pamuk tohumu) çimlenip (germination) gelişirken ve toprak yüzüne çıkarken (emergence) oluşan daha ılık ve daha nemli mikroklimada toprak patojenlerince daha fazla tehdit altında kalıyordu. Bu nedenle piyasada mevcut ve önerilen tohum ilaçları / ilaçlamaları yeterli olmuyordu. Bilinen patojenlere ek olarak Pyhtiacae familyası etmenlerince (Pythium, Phytophtora gibi) de hastalanıyorlardı. Bu nedenle mutlaka karışım ilaç hazırlamak ve daha duyarlı tohum ilaçlaması yapmak gerekiyordu. Bu amaçla karışımda kullanılabilecek en ekili aktif madde olan MTLX bulmak gerekiyordu. Piyasada yoktu; satılmıyordu. Satış grubum tüm bayilerimiz taradı ve Menemen (AC)’de bulduk. Önerilen ilaçlarla karışım yapıp kullandık ve mükemmel bir fide gelişimi sağladık. Ancak ikinci bir tehdit daha vardı: Yabancı otlar. Ne güzel söylüyor çiftçim “Yabancı ot tarlanın has evladıdır; onu yok etmezsen ürün alamazsın”. Nylon altında yabancı ot çıkışı da bir başka felaket. En güzel ortam onlar için. Bu nedenle kullanılmakta olan TRFL ilacı yetmiyordu. DL ve GSG gibi daha spesifik ot ilaçları ile Topalak ve Domuz pıtrağı gibi mücadelesi zor olan otlar için de herbisit (yabancı ot ilacı) karışımı yapmak gerekiyordu. Bu amaçla TRF+DL+GSG ilaçlarıyla karışım yaptık. Şimdi bütün mesele fitotoksik bir sonuç yaratmadan (kültür bitkimize zarar vermeden) sağlıklı fide gelişimini sağlamak için doz ve uygulama yöntemini optimize edebilmekti. Hepsi iyi yapıldı. Söke ovasında ekim zamanı yaşanan riskler aşıldı. Haziran ayına geldiğimizde komşu tarlalar henüz çiçeklenmeye girmeden SZ nun pamukları kozaya dönmüştü. En az bir ay (!) erkencilik sağlanacak gibi görünüyordu. Ancak….

When it rains it pours (Felaket tekil gelmez)

Yeşilkurt salgını oluştu. Zararlı sadece SZ nun tarlasında yiyecek koza, tarak gördü. Oraya saldırdı. SZ nun deposunda bununla mücadele edecek CRC isimli ilacımız vardı; SZ hazırdı. Ancak bir sağlık sorunu nedeniyle uzak kaldı. Zamanında ilaçlama yapılamadı ve güzelim tarlaya nazar değdi. Yeşilkurt pamuğu, kozaları yedi bitirdi. Yazık oldu. Bir süre sonra “geçmiş olsun” amacıyla kendisini ziyaret ettiğimde “when it pours it rains / Felaket tekil gelmez” sözünü ilk defa kendisinden duydum. Bugün de klima ve kalorifer ile yaşadığım beklenti dışı gelişme beni Söke’ye ve sevgili SZ ile HES Üçlüsü’ne götürdü anılarımla. SZ ertesi yıl da devam etti nylon altına pamuk yetiştirmeye. Kendisine meslektaşım sevgili HÖ da yardımcı oldu özellikle “tarım alet ve makinaları” konusundaki uzmanlığı ile. Sanırım üçlünün Galatasaraylısı EÖ konuya uzaktan baktı. Ne var ki; HES üçlüsü ile beraberliğim daha sonraları özellikle “Beyazsinek+Kırmızı örümcek+ Yaprak biti üçlüsünü PL ile kontrol etme” çabalarındaki yakın markajımla (tarlaları haftalık inceleme ve görülen yoğunluğa göre ilaçlama programı uygulama) sürdü. Kopya kağıdı kullanarak yazdığım reçetelerin kopyalarını sanırım 1992 ajandamı dijital ortama taşırken koruma altına aldım. Çiftliklerinde ve çoklukla da “Adana Sofrası”nda öğle yemeği sohbetlerimiz oldu dostlukla… Daha sonra kaparici, kuru domatesci oldular; tarım ürünleri teknolojisiyle yurt dışına açıldılar.

Çoktandır HESgillerle görüşemedim; sağlık ve esenlik dileklerimle yolları açık ve aydınlık olsun. Yazım uzadı ve “Çeşmelere” yer kalmadı. Bu kadar yetsin; Çeşmeler sonraki yazıma kalsın. Allah’a emanet olun. Kimine göre “daha güzel günlerimiz olacak”; kimine göre de “bunlar daha iyi günleriniz”… Bazen ensem fazla kararıyor. İkilemi aşamıyorum. İki arada bir derede kalıyorum. Allah bu günlerimizi aratmasın.

Öykücü

…dantel (*): Bu sorunun doğrusu: “entel mi yoksa i*ne mi olmak istersin ?”dir.