Yaşam Büfesinde “Alicante Horozu 2”

“…Annesi dayanamamış ve çocuğunu psikiyatrise götürmüş. “Ne görse meme diyor” diye derdini anlatmış. Doktor annenin şikayetini test etmek için üst çekmeceden bir elma çıkarıp çocuğa göstermiş ve “Bu ne ?” diye sormuş. Çocuk “Meme” demiş. Doktor, “herhalde yuvarlaklığından dolayı söylüyor” diye düşünmüş. Alt çekmeceden bir portakal çıkarıp “Bu ne ?” diye sorunca çocuk yine “Meme” demiş. Doktor yine renk ve şekille ilgili bir uyarıcı olduğunu düşünmüş. Yandaki sehpanın üzerinde duran ve öğle yemeği sırasında yenisini almak için hazır tuttuğu arabasının eski cam sileceğini gösterip “Bu ne ?” diye üçüncü kez sorunca çocuk yine “Meme” demiş. Doktor dayanamamış ve “Ne alakası var ?” diye hayret nidası çıkarmaktan kendini alamamış. Çocuk sakin bir şekilde başını bir sağa bir sola ritmik olarak sallayıp dudaklarıyla da emme sesi çıkarıp sileceğin çalışırken gidiş gelişlerini taklit etmiş… Çocuğun hiç aklından gitmiyormuş ki…Bu öyküdeki çocuğu düşünerek devekuşu kafesine motivasyon için örnek yumurta almaya giden Alicante Horozumuz fırının önünden geçerken çok aç olduğunu anlamış ve fırının vitrinindeki taze ekmeklere hayranlıkla bakakalmış. O sırada dışarı çıkan fırıncıya  “Bu ekmeklerin hepsi senin mi ?” diye sormuş. Fırıncı “Evet, benim” demiş. Horozumuz dayanamamış “Yesene öyleyse” demiş…

Merhaba

O öyle demiş, bu böyle demiş. Fırıncının ekmekleri, sünnetçinin vitrinindeki çalar saat, bugün Sözcü’de Ayşe Sucu’nun Kant’tan alıntı yaptığı “Sapare Aude” ve “İbret & Basiret“. Neler oluyor bize ?

Bilmeye cesaret et” ya da “kendi aklını kullanma cesaretini göster” demek olan bu sözün Kant tarafından Horatius’un bir şiirinden alıntı yaptığını söylüyor sözlükler. “Doğrunun Dostları Topluluğu (DDT)” bunu slogan olarak benimsemişmiş. Söz konusu şiiri de sevdim:

Yüreklice düşün,
Gir bu yola seve seve! iyi yaşamayı sonraya bırakan kimse,
Yolunda bir ırmakla karşılaşıp da, 
Akıp geçmesini bekleyen köylüye benzer.
Oysa ırmak hiç durmadan akıp gidecektir.

Ne zaman “Basiret” sözcüğünü görsem hep CINOS’un üçüncü evresinde global olarak hata yapmaktan korkan Syngillerin “Rekabet Yasasına Uyum” için gösterdikleri aşırı çaba gelir. Aşırı duyarlılık satışı kısıtlar gbi görünse de korkmakta haklıdırlar. Çünkü hem ülkemizde hem de global olarak “Rekabet Yasası” bilinmezliklerle can yakmaktadır, kör tuttuğunu öpmektedir. Son günlerde yazılı basında yine çimento sektörünün Rekabet Kurulunun hışmına uğradığını görüyorum. Onbir yıl önce de yine aynı sektör temsilcileri Antalya’da toplandıklarında kurulun dikkatini çeken sonuçlar (ve hatta niyetler bile ceza için yetiyordu) üretmiş olmalılar ki gelen cezalara itirazlarını anımsıyorum. “Biz güneş tutulmasını izlemek için buluşmuştuk“. Bu kadar akıllı olmak bence akla zarar. Her neyse. İşte o koşullar altında sektörlerinde önde giden şirketlere, oyunun kuralına uyan değil de kurallarını yazan konumunda olanlarla, baskın durum gösterenlere kuruldan açık bir uyarı gözüme çarpardı. O da “Bakın biz yeniyiz, yasa yeni ve uygulamada hata yapma olasılığı, hatalı karar alma ihtimali çok yüksek. Bu nedenle lütfen çok dikkatli olunuz !”. Bu uyarının iyi niyetle yapıldığına hep inandım.

ABD deki “SOX Yasası” ndan sonra her iki tarafın da duyarlılığı artmıştı. Açıkcası “acemi nalbant gavur eşeğinde öğrenme” aşaması olmadan karambola dalarak yola devam ediliyordu. Tıpkı Alicante Horozu (AH) nun polemiğe girmemesi gibi. Şans kime çıkarsa. Tıpkı bizim de geçen yıl başımıza gelen kiralama sözcüğünün yurt dışı anlamındaki kaos gibi. Sonunda aklın yolu bir de olsa az üzülmedik akla karayı ayırt edinceye kadar. Bu nedenle özellikle şu veya bu nedenle dikkat çeker konumda olanlar yaptıkları kadar yapmadıklarından da sorumlu tutuluyordu. Bugün deneyim kazanan taraflar ve hatta arabulucular belki doğruyu bulmada fazla sıkıntı çekmiyorlardır. Ancak o zaman benim gündemimdeki tek sözcük “Basiret “idi ve bu da tıpkı Bayan Sucu’nun bugün yazdığı gibi “Derin bir görüş ve kavrayış içinde uzağı görmek yetisi” olarak belleğimde yerini alıyordu. Özellikle fiyat deklare etmemek, ayrımcılık yapmamakla öne çıkan yargıya temel teşkil eden değer rekabeti engellememek, kısıtlamamak ve zarar vermemek olarak somutlaşıyordu. Örnek çimento sektörü olunca coğrafik sınırlama için 150 km mesafedeki müşteriye mal vermemeye ve rakibe bırakmaya kimse bir şey diyemezken güneş tutulması için bir araya gelmeyi de kimse yemiyordu. Şimdilerde şirketlerin bu konuya duyarlılıkları azalmış mıdır; aracılar gedikler bulup çözümlerini etkinleştirmişler midir ? bilmiyorum. Bildiğim, temel kavram “Basiret” ile birlikte “Dürüstlük“tür.

Alicante Horozu 2” diye başlık atarken amacım bir önceki yazımda bu görselin amacının ve beklenen etkisinin yeterince açıklanmayışıdır. Ya da böyle bir duyguya kapılmamdır. Bu nedenle Alicante’de Mart 1993 de sunumumun son slaytı olarak kapanış mesajımı vurgularken kullandığım bu horoz çizgileri satışçıların konfor alanlarından çıkmaları gereği (ya da çıkmakta direniyor oluşları) idi. Pazarlama ile satış arasında süregelen çatışma, çekişmeydi. Yeni kavramların cazibesine kapılma kolaycılığıydı. Bu nedenle 1993 den oniki yıl sonra Syngiller DOD2 e geçerken yeniden “GTM / CFE : Go To Market / Commerical Force Effectiveness” çerçevesinde satışla pazarlamanın arasını bulmaya çalışıyorlardı. Hem de buna “F2 / Frameworks 2” ile bir de “Omurgalı Liderlik Modeli” ekleyerek. Belki de “Basiret” işte tam buydu. İşte 2005 den oniki yıl önce son görselimle dile getirdiğim ana mesaj “yeni müşterilerin peşine düşerken eskilerini her zaman memnun ederiz” sözlerim de bütünleşik eylemlere ve geleceğe dikkat çekmekti. Ne çare ki bu oniki yılın orta yerinde yer alan yeni milenyum başında “DOD1″ le “Yap ya da Öl” vurgulu deyişimin içinde “COPCU’yu akrostişlediğim” beş fıkra ile bile etkili olamadığım durumun üzerinde “Kassandra Sendromu” nun yelleri esiyordu. Bu sendromun ne olduğunu daha önce defalarca yazdım. Meraklısı hem internetten bulabilir hem de “12 Maymun” filmiyle belleğine yerleştirebilir.

Yazımın paragraf aralarına yerleştirdiğim yinelenen görsellerde Alicante Horozunun animasyonlarını sırayla kaldırıp mesajlarını göstereceğim. Yazımın girişine de 26.01.2016 da Netdirekt sponsorluğunda MACUNKÖY’ü “UNlayan” profesyonel eğitimci dostumuz ve MACUNKÖY Dörtlüsünü “AKlayan” gönüllü öğrenme yolcumuzun görselleriyle bir beceriye dikkat çekeceğim. Görselin içine on mesaj yazdım. Bir yetkinliğin beceriye dönüştürülmesine önem verdim. Bu beceri de AIDA nın öncül ve ardıllarına odaklanmaktır. Nasıl mı ?

Bildiğiniz gibi AIDA nın dört harfi sırasıyla,

1.Müşerinin dikkatini çek (> SSTC nin “yaklaşım” aşaması);

2.Dikkati ilgiye çevir ( > SSTC nin “Sunum” aşaması);

3.İlgiden istek yarat ( > SSTC nin “MREA” aşaması) ve

4.İstekten eyleme geçir ( > SSTC nin “Sipariş Sorma” aşaması).

SSTC yolunda ilerleyen “Basiretli Satışçı” ya da “TTTC den TTTS e geçen Basiretli Eğitmen” AIDA nın öncülü olarak “Beklentileri (N/Needs)” saptayarak yola çıkar ve yolun (günün, programın) sonunda “Edinimleri (S/Satisfaction)” belirleyerek “Sonraki Adımları” veya “İzleme Çalıştaylarını” şekillendirir (Böylece AIDA’mız “(N)AIDA(S)” olarak zenginleşir). İşte bunları ben (aslında ben değil SEC / Sales Executive Council) “Check-in” ve “Check-out” olarak 32 “Küçük Beceri” içinde sıranın başına koyuyorum. Siz nereye isterseniz oraya koyun ve şu reklamdaki slogana dikkat edin:

Yok büyükmüş, yok küçükmüş ! İnce mi olmalıymış kalın mı ? Bence önemli olan işlevi !

Bir süre medyada (özellikle radyolarda) yer alan bu slogan doksanlı yılların sonlarına doğru ünlü bir yabancı / yerli firmanın cep telefonu pazarına girerken tercih edip kullandığı bir USP (Unique Selling Preposition) idi. Hem de şuh bir kadın sesiyle. O sıralarda pazarda Erickson ve Motorola hakimdi. Ph…s firması da böyle bir sloganla öne çıkmaya çalışmıştı. Yerel örfleri ve inanışları hiçe saydılar. Ve girdikleri gibi ters dönüp gittiler.

Alicante Horozu (AH) ile bitireyim. AH sabırsızdır; polemiğe girmez. AH sürece bakmaz; öğrenme niyeti yoktur. AH için önemli olan sonuçtur; hangi koşulda olursa olsun. AH, pulldan hoşlanmaz; varsa yoksa pushluktur yaptığı. AH rahatına düşkündür; üç gün kapalı odada kalınca “Yes we are ready” dese de dışarı çıkınca bildiğini okur. AH için herşey “meme”dir; aklından hiç çıkmaz.

Biraz sonra yazıma ekleyeceğim filmi (http://www.netdirekt.com.tr/video-cms-hosting.html) linkiyle erişeceğiniz “Video Hosting” ile uygun formata getirip paylaşacağım. Siz de yapabilirsiniz. MACUNKÖY’ü “AKlayan” dostuma göndermek için Cuma günü D&R a uğrayıp Dale Carnegie Vakfının Dr.Arthur R.Pell editörlüğünde bir seri halinde yayımladığı setten “Kendinizi Ödüllendirin” isimli kitaptan bir tane daha alıp da sayın AK a göndermek istedim. Kitap tükenmiş. Alamadım. Cumartesi günü Çeşme-Çatı-Çeyizlerimden “Çorba (Jon Gordon)” yı buldum. Onu ileteceğim. Meğer “Çorba” nın başına 20.04.2012 de Bay AK ile yaptığım bir görüşmenin video kayıtlarını da dört sene koymuşmuşum. Bugün ona bir ek daha yapıp iki cd li kitap göndereceğim.

Bu arada sürekli dualar alıyorum. SSTC adına seviniyorum. Yoldaki engellerin gelişime katkı sağlayacağına inancım tam. Bu talebe şimdilik yanıtsız gibi kalınca ortaya çıkan “Direnen Adam” görünüşümde amacım kesinlikle inatçılık değil… Bir beklentinin gerçekleşmesi için azıcık daha zaman geçmesi gerekecek. İki düşüncem var beni zorlayan. Bunlardan sakınmak durumundayım. Hani bir deyiş var ya “merdi kıpti şecaat arzederken sirkatin beyan eder” … İşte buna benzer bir duruma düşmekten korkarım. Dikkatli olmalıyım. Diğer yandan Sezar’ın Brütüs’le son beraberliğinde Brütüs’ün dostlukla ilgili sözünü hep anımsarım. Son günlerde bir defalık olsun bu sözü kulak ardı edip de “atla deve değil Mustafa abi” sözüyle durumun küçümsenmesine kanmanın bedeli olarak küçük bir işte gereksiz yere bin lira ve bir hafta yerine tam beş ay yitirdiğimi anımsıyorum. Yiten para (ve zaman) olunca sinirler gerilse de ciddi bir sorun değil. Ya itibar olsaydı ! Allah korudu. Cumartesi günü Çeşme’de ilişkiyi sonlandırmış olmanın huzuruyla gereksiz uykusuz gecelerim bitti. Bu nedenle dualar sürsün. Elbet birgün vereceğim. Ne zaman ? Neden bekliyorum ? Bir küçük örnek ve içindeki siteme katlanmanın sinyallerini göreyim. Bu da bir anlamda test. Gerekli mi ? Hayır. Neden yapıyorum ? Yanıtını düşünmem gerek. Çünkü bilinçaltı eyleme geçiyor ve bilinç daha sonra ona bir kılıf uyduruyor. Hiçbir ilişki dikensiz gül bahçesi değildir. Madem ki CCL 14 kitapçığının dördünü geribildirme ayırmış ve madem ki elimdeki son bez cildli olanı Kasım 2014 de YBGE de ona verdim. O halde görelim bakalım “acta non verba” adına edindiklerinden nasıl bir fayda ortaya çıkarıyor. Yoksa amaç sadece sahiplenmekle mi kalıyor ? Öyle değilse eğer madem ki şirketinin kitaplığında “Kendinizi Ödüllendirin” var. Madem ki önceki yazılarımdan birinde bu kitaptan söz ettiğimde Sayfa 127 de “Zor İnsanlarla Başetmek” isimli bir bölüm başlıyor ve madem ki bizim MACUNKÖY Dörtlüsü olarak gündemimizde bizi “yürümek” yetkinliğinden “DANS Becerisi“ne götüren bir yolculuk gündeme alınmış… O halde ? … Madem ki eğitimlerin sonunda “Memnuniyet Anketi” yapıyoruz. O halde PLN YBGE sonundaki benzer ankette köyümüzü AKlayan dostumuz neler demiş ? Bunları görüp yol haritamızı daha etkin kılabilirdik. Her adım bir öncekinin üstüne binerse o zaman laf olsun diye değil de gerçek anlamda “Kaizen” den söz edebiliriz.  Bu soru işaretleri altında film paylaşımı yargılarımda netleşmiyor ve beklmeyi yeğliyorum. Bu durumda dualarla istenen film için düşünmem ve görmem gerek. Bir diğer benzer konu madem ki Dr.Maslow ve “İhtiyaçlar Piramidi” ile Sayın Cansen’e bakışında değişiklik oldu; o zaman “Trend is your friend” kavramıyla da tanışmış olmalı. Yoksa “acta non verba” olmaz ki…Anlatabiliyor muyum ? Bakış açınız “HADOBE” mi yoksa “BEDOHA” mı ? Bursalı Terzi Sadık hep anımsanmalı…

Bakalım zaman neler gösterecek ? Ülkemin güç sahipleri ve karşıtları doğruyu bulmak için basiretli davranıp bir araya gelebilecekler mi ? Taşın sert olduğunu, ateşin yaktığını anlayabilecekler mi ? Umudu kaybetmemek, enseyi karartmamak gerekiyorsa da…ne diyeyim ; yolunuz hep açık ve aydınlık olsun.

Öykücü