Yaşam Büfesinde “Yolculuklar”

“…Saçı sakalı kırlaşmış bir adam koşarak berbere girdi ve yeni bir gelin aldığını, saçındaki, sakalındaki kırlaşmış kıllarından kurtulmak istediğini söyledi. Bunun üzerine berber adamın bütün saçını, sakalını kesip önüne koydu ve şöyle dedi: “Ak olanları sen ayıradur, benim bir işim çıktı”…Hani birisi Zeyd’in kafasına bir tokat attı ve sonra da şöyle bir soru sordu:” Ben sana vurduğumda çıkan ses senin kafandan mı yoksa benim elimden mi çıktı ?“. Zeyd dedi ki: “Acıdan daha kurtulmadım ki bunu düşüneyim !”…”

Merhaba

Yazımın girişindeki alıntı “Mesnevi”dendir.

Yaklaşık bir aydır PLN SSTC ÖUY hazırlıklarım nedeniyle doğal, rutin ritmimden uzak yaşadım. Demek ki başarı için hazırlık/sunum oranının sırasıyla 80/20 olması doğruymuş. Beş günlük beraberlik için hazırlıklarım bir ayı buldu. Bu yolculuğa yaklaşık otuz senedir (1987 den beri) çıkarım. Yine de her defasında aynı hazırlık yoğunluğunu yaşarım. Belki de bunun temel nedeni Netdirekt’in ana mesajı olan “Kesintisiz Kolaylık” için zorunlu olan alt yapının “4UPs / Foraps” varlığında yatmaktadır.

Yarından sonra Kırkağaç MYOkulundan 25 seçilmiş öğrencinin ilk grubu gelip Netdirekt’i ziyaret edecekler. Ne yazık ki çok istememe rağmen ilk grubu ağırlamada ben olamayacağım. Çünkü ABİDE‘mizin ikincisi olan Barış’la beraber Ankara’da olacağım. Ankara bugünden beni heyecanlandırmaya başladı. Şu anda Netdirekt’te “logo master”ın kartvizitini bekliyorum.

Yazımın bu girişinde üç olgu iç içe görünüyor. Bunların ilki, geçtiğimiz haftanın beş gününü kapsayan PLN SSTC Öğrenme ve Ustalık Yolculuğu idi. Manisa’da çok güzel bir otelin, mükemmel gün ışığı gören salonlarında, hızlı ve güleryüzlü servisin ve ağız tadı üstün mutfağının keyfinde onsekiz kişi olarak zaman zaman kahkahalara boğulan geceli gündüzlü öğrenmeler yaşadık. Başlarken aynı yolculuğu 23 sene almış olan kurucu ortak Adnan beyin varlığı; kapanışta ustam Alev beyin oğlu Efe ile birlikte kurucu ortak ve genel müdür Dr.Yeşilkaya’nın yol gösterici önerileri olguları ve beklentileri şekillendirdi. Beş gün boyunca üç kez sahne alıp da “Dinleme, İletişim ve Gelişme (Kaizen)” konularına tam bir işitsel olgunluk ve sabırlı ustalıkla dillendiren Utku beyin yumuşak sesindeki rahatlatma benim yüksek sesle ve daha bir rijid yaklaşımla oluşturduğum merakla açılmış gözlerden (ben görselimdir) beyne yerleşimi destekledi. Yolculuğumuzun yarısından fazlasında gerek senaryolarla ve gerekse rol model sergilemenin pekiştirilmesi ile video çekimleriyle (VTR1-4) geçti. Beş günde beş slayt vardı ekranda. Onlar da sadece “SSTC (es es ti si)” ve günün bölümünü (Satış Çağrısı/SMART; Yaklaşım/AIDA; Sunum (Fayda); İtirazlar ve yanıtlama (Soru sorma);Sinyaller ve Sipariş sorma (Kapanış)) vurguladılar.

Öğrenme ve Ustalık Yolculuğunda yeri geldi “Kaymakam” fıkrasıyla alıcının direnmesinin doğal bir tepki olduğunu; zamanı geldi “Amasyalı Mehmet’in Stili” ile yolcularımızın sahip oldukları tarzı koruyarak verimli olmalarını; konuşmaya dur diyebilmek ve nebza göre şerbet vermek için “Hoca ve Seyis” öyküsünü; “laf değil eylem” vurgusu için de “Konyalı Mehmet”in coğrafya sınavını” anlatarak akılda kalıcılığı artırmaya çalıştım. İnşallah kapanışta söz verdikleri “Strateji Tuvali” yanıtlarını iş yaşamına aktarırlar ve sıraya girmek için gösterdikleri bunca hevesi iş başında uygulayıp sırada kalma gayretlerini hissettirirler. Anahtar sözcük: “Hissettirmek” tir ki bu da karar verici için çok önemlidir. Tıpkı 1997 de Adana’da kırmızı tulumumla otelden yola çıktığımda gördüğüm bez afişteki gibi: “Gör, görün, hissettir; kazaları pes ettir“. Buradaki kazanın “iş yeri kazası” olduğunu akılda tutmak gerekir.

Kaza, savaş derken birden ne olduysa aklım SSTC i bırakıp güncele dönüverdi. Sabah yürüyüşünden sonra gazeteyi alıp eve dönerken gözüme ilk çarpan haberlerden “görmezin gerçek körlüğü” ile “sarayın yavrusu“nun iz bıraktığını anladım. Koca profesör sözde Fransız İhtilalinini kastederek “laikliğin savaşlara neden olduğunu söylemiş”. Ben duymadım. Çarpıtmıyorsa medya, karşıt görüşün öz sözüne hak verdim. “Hangi laik ülkelerde savaş var ki ? Savaşlar hep din ağırlıklı ülkelerde ve de din için” diyordu karşı söz. Bu da beni sekiz gün önceki (13.12.2015) Ege Beyin köşe yazısının son bölümüne götürdü. Aynen şöyle diyordu bay Cansen:

“…Din iki boyuttan oluşur. Birincisi bireysel; ikincisi toplumsaldır. Bireysel boyutta insanlar duydukları vicdan azabından kurtulmak için dini kullanır. Günah işlemişlerse bir kefaret ödeyerek (endülüjans) günahlarından arınmak ister. Kefaret ödemek kolaylaştıkça günah işleme artar. Luther’den önceki hristiyan dünyasının hali buydu. Dinin, ikinci ve esas boyutu toplumsaldır. Buna “şeriat” veya laik düzende “hukuk” denir. Hukuk hem kamunun hakkını korur ve hem de kişilere karşı suç işlememeyi emreder. İşleyeni cezalandırır. Kefaret ise işlenmiş suçu “günah-sevap” defterinden siler. Hukuki suçlar ve kabahatlar “günah” gibi addedilip kefaretle af olundukça hukukun yaptırımı olan dünyevi cezanın caydırıcılığını azaltır. Ülkemde bir Rönesans ve Reform yaşanmadığı için hukuk reformunun da gerçekleşemeyeceği endişesi taşıyorum…” der ve her zaman yaptığı gibi “son söz” olarak da “Tüm reformların anası din reformudur” diye yazısını tamamlar.

SSTC öğrenme ve ustalık yolculuğu sürecini tamamlayıp da günlük yaşamım Mavişehir’de sabah yürüyüşü, Çeşme’de yıkılan Fethinin Yeri yanında ada yürüyüşü, kuyunun yanına döşenen seramikler ve ilk kez finalin değerini öğrenmeden yola çıkışımın beklentiyi aşan maliyet/ödeme değeri (bedeli) gibi rutinlerim yine etkinleşiverdi. Böyle olunca da sadece basireti bağlayan beceriksizliğin ürünü olan motor çalınması; Yunt Dağındaki kanatlar; 19 TL lık kapak için gösterilen duyarlılığı onbin lira için göstermeme ahmaklığı(m); Aralık-Ocak geçişlerinin anılarının yarattığı yürek burukluğu günümü damgalamayı hızlandırdı.

Sabah yürüyüşünde Sevgili Bekir’i görünce rahmetli Ertuğrul’u anımsadım. Yüreğim cız etti. Yine bir Aralık pazar sabahı idi birkaç yıl önce. Sakin sakin karşıdan geliyordu. Üzerindeki sarı (ama dolu) yağmurluk altında gülümseyen ve yorgun yüzünde çektiği bir ağrının, sızının izleri okunuyordu. Ben bir süre önce ilk kez ambulansa binmiştim. Benden konuştuk ve bir hafta sonra Garip’te buluşalım dedik. Ölüverdi Ertuğrul; şöyle ağız tadıyla bir veda bile etmeden. Biz iki gün önce Garip’e gittik. Garip de ölüvermişti ve oğul Mustafa aynı hizmeti sunuyordu.

Yazımı burda keseyim ve Netdirekt’te “logo master” kartivizitlerini beklerken yazdığım bu satırlara görsel olarak dün İrem’in ders olarak yaptığı kurabiye çekimlerinden kısa bir film ekleyeyim.

Rusyanın gazıydı; Suriyenin Esadıyda; Sarayın sultanıydı benzeri ilgi alanımdaki yorgunluklarımı unutturan yanıbaşımdaki güzelliklerin nice benzerlerini sizlerin de yaşamanız dileği ile tüm yolculuklarınız hep aydınlık yollarda geçsin için dua ediyorum.

Öykücü

NOT: FlexMMP de yeni düzenlemeler yapılıyormuş. Bu nedenle sözünü ettiğim filmi flexleyemedim. Bunun yerine yarından sonraki ağırlamanın slaytlarını jpegleyip ekledim (pantalon veremedik bir gömlek verelim).