Yaşam Büfesinde “Sergileme Kültürü”

“…Köyün akıllısı Mustafa’nın oğlu Ali bağırmaya başladı “Anaaa, koş burda aş otu var”…Sırtında ilaçlama tulumbası olan Mustafa ilaçlamayı sürdürdü. Anasından ses gelmeyince Ali yanıma geldi ve bana “Emmi, sen çocuk musun ?” dedi. Şaşırdım. Bana neden bu soruyu sormuştu ?…”

 

Merhaba

Bugün bizim için çok anlamlı bir gün. Sevgili Dost Can Deniz’in “Cesur Sorular” isimli kitabının bir yerinde dediği gibi “Bugün, dünden güç alarak yarınları uzanıyor“. Yazıma Eylülün son pazarında, Kurban Bayramının son gününde Çeşme’de başladım. Umarım bugün tamamlarım. Bugün, “27 Eylül”, iki nedenle bizim için, Copçular için çok anlamlı. İlki, Eray&Özgen evliliği ile ailemizin zenginleşmesiyle sevincimiz; ikincisi dokuz yıl önce İrem’in “ABİDE“mizin yapı taşı olarak aramıza katılmasıyla mutluluğumuz… Bir yanda evlilik kutlaması diğer yandan yaş günü kutlaması. Çok mutluyuz; yarınlardan çok umutluyuz; şükür ve şükran doluyuz.

Yazıma önce “Uzun Kuyruk” başlığı atmak istedim. Son bir haftadır ada yürüyüşü sonrası deniz kenarındaki bir saatlik sürede elimde hep “Uzun Kuyruk” kitabı vardı. Bu kitaptan pasajlara yer vereceğim. Ancak önce yazımın girişindeki küçük, gerçek öykü.

Seksenli yılların sonlarında sebze pazarına yeni bir yabancı ot ilacının tarla çalışmaları için Ödemiş’in Yolüstü köyündeyim. Köyün akıllısı Mustafa ile hıyar tarlasında ilaçlama yapıyorum. Tarladan ilaçla uzaklaştırmak istediğimiz bir grup otun içinde bilimsel-Latince adıyla Portulaca olerace de var. Görünüşte masum bir ot olsa da gerek zararlı böceklere konukçu olması ve gerekse ürünün besin maddeleriyle topraktaki suya ortak olması nedeniyle ticari kaygılarla tarlada olsun istemiyoruz. Mücadele şekli olarak çapa yapabilirsin. Ancak ekonomik değil. İlaçla yok etmelisin. Ancak ilaç hem ürüne (hıyar), hem kullanıcıya (ilaçlama yapan Mustafa) hem de tüketiciye zarar vermemeli. Emin olmalı. Bunun için etki, ekonomi ve ekoloji açılarından tarla testleri yapıyoruz. Üzerimde kırmızı tulum ayağımda uyduruktan bir spor ayakkabı; ilaçlamanın doğru yapılmasını yönetiyorum. Mustafa’nın oğlu Ali anasına bağırmaya başladı: “Anaaa koş gel burda aşotu var” diye birkaç kez. Baktım aş otu dediği bizim yok etmek istediğimiz ve biraz önce Latince adını yazdığım hedef otumuz. Otun Türkçe adı: Semizotu. Ne garip dünya ! Bir yanda ben yok etmeye çalışıyorum; diğer yanda Mustafa’nın Ali Semizotunu besin olarak kucaklayıp anasına müjdeliyor. Bu nasıl bir dengedir ? İşte şimdi o Semizotu saksıda süs bitkisi olarak benim önümdeki masamı süslüyor. Etrafıma bakındım. Çeşme’deki bahçemde Eylülün güzelliğini renklendiren kırmızı Japon Gülü çiçeğini; mor çiçekleriyle Amerikan zakkumunu ve komşu duvarında özel alanlarımızı doğal çit olarak ayıran çocukluğumun mor sarmaşığına odaklanıyorum. Dudaklarıma bir şarkı dökülüyor: “Hayat heran gülümser, ona içten gülene. Mutlu olmak zor değil olmasını bilene”. Gerçekten de öyle. Bir bakıyorum Yunt’ta kilitlenmiş bekleyen kanatlar kara bulutlar dolduruyor hayallerime ve hatta uykularıma; diğer yandan C13 ün her bireyinin birbirine kattığı bileşik sevgilerden keyif alıp gururla taşıyorum. Yazımın başına ya bu hafta yaşadığımız Kurban Bayramına ait Güzelbahçe karelerinden bir özet ya da daha önce hazırladığım “bugün dünden güç bularak yarınlara uzanır” montajımdan bir kesit koyacağım. Bakalım hangisi olacak ?

Yine bugüne, 27 Eylüle döndüğümde, Eray ve Özgen’in evlilikleri ve meyvesi olan Eren’le; İrem’in doğumuyla Copcuları zenginleştiren Kerem ve Zeynep’le; ailemizin en genç bireyi olan Duru’nun çıkarlarını korumak için Labrador’un adının “Badem” ya da “Cekdenyıls”oluşundaki akılcı değer yargılarıyla ve de tüm bunlara “big brother” etkisi ile güç katan, çerçeve sunan, yarınların güvencesini güçlü kılan Pınar & Ümit ve Aslıhan & Barış dörtlüsüyle ne kadar çok gurur duyduğumuz binlerce şükürle dua ediyorum. Bu nedenle iki seçenekte zorlanıyorum (belki de ikisini de eklerim).

Blogumda bunları yazmak ve hatta filmler eklemek ne işe yarıyor ? Beklentim ne ? sorularını tam yanıtlayamasam da izninizle ünlü Wired Dergisinin yayın yönetmeni olan Chris Anderson‘un kaleme aldığı “Uzun Kuyruk” tan bir alıntıyla bu sorularımla ilintili genel yargıyı paylaşmak istiyorum.

“…Bunu neden yapıyorlar ? Bir insan bir ücret beklentisi olmadan neden bir şey, bir değer yaratmaya çalışır ? Uzun kuyruğun baş kısmı geleneksel bir para ekonomisi ile oluşur ve kuyruk parasal olmayan bir ekonomi ile sonlanır. İkisinin arasında bir karma vardır (MC: Yazar buna Pro-Am diyecektir. Açılımı “Profesyonel Amatör” dür ki, yine mesleğime ve işime dönsem başta Sultana olmak üzere doksanlı yıllardaki FST Projelerimizi anımsarım ve bu yaklaşımla kriz yıllarını nasıl aştığımızı; rakiplerin çoğalıp, jeneriklerinin çıktığında bile iki kat pahalı olan ürünümüzün satışlarını nasıl katladığımızı; 2005 de Rio’daki sunumumda neden “Başarı Öyküleri” ana mesajını işlediğimi anımsarım). Baş kısmında ürünler güçlü ama pahalı kitle pazarı dağıtım kanallarından, iş kaygılarının kurallarından yararlanılır (MC: Hit kavramı; 80/20 Pareto Yasası; Cost/Benefit hesaplar; Optimizasyon vb). Burası profesyonellerin alanıdır ve yaptıkları şeyi ne kadar severlerse sevsinler bu eninde sonunda bir iştir. Üretim ve dağıtım maliyetleri o kadar yüksektir ki ekonomi yerini yaratıcılığa kaptırmak istemez (MC: Ben de 2009 da MASlaşınca eğer kendi filmlerimi montajlamayı öğrenmeseydim, Netgillerden olup da internetin nimetlerinden bu denli özgür yararlanmasaydım, şimdi blogumda bu kadar açılım içinde olmazdım, hele hele yetmişi aşınca bunu yapacak gücü kendimde bulamazdım). Süreci para yönetir. Uzun kuyruğun ileri kısımlarında, yataylaşan aşağı kısmında dağıtım ve üretim maliyetleri düşüktür (MC: Kendime baksam, blog ve diğer elektronik ortamda yaptıklarıma baksam, “teknolojinin gücünün demokratikleşmesi sonucunda” ne stok, ne üretim, ne dağıtım maliyetim var. O halde…). İş kaygıları sonuncu sırada gelir. Onun yerine insanlar çeşitli başka nedenlerle (MC: Kendini ifade etme, eğlenme, deneme, zorlama, vb) yaratıcılıklarını etkinleştirirler. Buna “ekonomi” diyebilmenin nedeni, para kadar motive edici olabilen bir başka geçerli akçenin olmasıdır. Bu da “itibar“dır. Bir ürünün çektiği dikkatle ölçüldüğü günümüz uzun kuyruklarında itibar, değerli başka sonuçlara dönüşebilir: İş, imtiyaz, takipçiler ve hatta kâr…”

Yukarıda açıklanan konuya Kolombiya Üniversitesi hukuk profesörü Tim Wu, “Sergileme Kültürü” diyor ve blogları örnek vererek şöyle açıklıyor:

“…Sergileme kültürü, web’in felsefesini yansıtır. Burada fark edilmek her şeydir. Web yazarları birbirlerine link veriyor, özgürce alıntılar yapıyor. Bu kültürün büyük günahı kopya çekmek değildir; yazara atıfta bulunmamaktır. Sergileme kültürünün merkezinde arama motoru bulunur. Siteniz Google’da kolay bulunuyorsa, dava açmazsınız; kutlama yaparsınız…”

“Uzun Kuyruk” aslında internetin sağladığı olanaklarla bolluk düşüncesinin kıtlık bakışına üstün gelmesi ve üretim kanallarının demokratikleşmesi, dağıtım kanallarının demokratikleşmesi ve arzla talebin kolaylıkla buluşmasının sonucunda Pareto Yasasının delinmesi, teraları aşan bit‘lerin kullanımıyla ortaya çıkan sayısız nişlerin yarattığı toplam değerle hitleri yenmesidir. Bu da tek kelimeyle Netgillerin gelişmesi ve dönüşmesidir. Bu açıklama çok komprime oldu. İnşallah bir başka yazımda “BİT/HİT/NİŞ Üçlüsü“ne değinirim.

 

Bu kadar yeter. Şimdi yazımı çocukların ne denli dikkatli olduğunu, ne kadar güzel, içten, gerçekçi ve anlamlı soru sorduklarını vurgulamak için Mustafa’nın oğlu Ali’nin sorusunu yanıtlayarak yazımı bitireyim: Ali bana dönüp “Emmi, sen çocuk musun ?” dediğinde şaşırmıştım. Ne cevap vereceğimi bilemedim. En iyisi kendisine sormaktı. Sordum: “Neden beni çocuk gibi gördün ?” dedim. Yanıtı netti, mükemmeldi: “Cırcırlı ayakkabı giymişsin” dedi. Ona göre Amerikan fermuarlı, yapışkan bantlı ayakkabıyı sadece çocuklar giyerdi. Ya da onun çocuk özlemi ayağımdaki o cırcırlı pabuçtu. Aşotuyla sevinen, cırcırlı pabuçla beni sorgulayan Ali benzeri iç güzelliklerin, masum özlemlerin kaos eşiğindeki ülkemin tüm çocuklarını koruması dualarımla…

Yirmiyedi Eylülün tüm güzellikleriyle, sevinç ve gururlarımızla hepinize aydınlık yollarda sağlık ve esenlikler diliyoruz.

Öykücü ve Eşi Nezuş