Yaşam Büfesinde “Omega Noktası”

“…Yaklaşık 1600 yıl önce yaşamış olan Aziz Augustine demiş ki : “Umudun iki güzel kızı vardır. İsimleri Öfke ve Cesaret’tir. Her şeyin olduğu gibi kalmasına karşı duyulan öfke; olması gereken hale getirmek için cesaret“…Çocuklarımız, torunlarımız için daha iyi bir hayat istiyorsak, buna inancımız olmalı; hem de tam olmalı. Bir kişinin fark yaratabileceğine inanın ve o kişi siz olabilirsiniz.  Risk almaktan vazgeçerseniz, katı olursanız, kendinizi uzaklaştırırsanız, yanılmaz olduğunuza inanırsanız, düşünmeye zaman ayırmazsanız, dışarıdan gelen uzmanlara bel bağlarsanız, bürokrasinizi severseniz, karışık mesajlar gönderirseniz ve gelecekten korkarsanız başarısız olursunuz. Olumlu bakarsanız kurtuluş umudu görürsünüz. Tepkide gecikmeden tehlike sinyallerini erkenden görürseniz, kendinizi yukarıdaki tuzaklardan bazılarından kurtarabilirsiniz. Bu tuzakları görüp onlardan kaçınmak bazen insanlar için de şirketler için de zor olabilir…”

Merhaba

Bugün hem Çeşme Eylülün en güzel günlerinden biri ve hem de gün ve gecenin eşitlendiği yılın iki gününden güze, sonbahara ait olanı (yazım biterken hava kapandı ve tam bir güze döndü; nazar değdi). Üç ay sonra en uzun geceyi yaşayacağız; kuşkusuz nasip olursa ve üç ay önce en uzun günü yaşamıştık. Günler günleri kovalarken yıllar geçip gidiveriyor. Dört gün önce korkularımızla gecelerimizi uykusuz kılan sağlık operasyonu sonrasında bugün iş başı yapacak olan oğlumuzun hem yüzündeki çocuksu neşenin ve hem de sesindeki sevgi dolu heyecanın aynen sürdüğünü görmek yüreklerimize su serpiyor. Allah daha nice güzel günleri tüm C13 e birlikte nasip etsin. Pakgillerle uzak ve sıcak gurbet öyküleri; Mestgillerle İmbat güzelliğinde başarılar ve Netgillerle Yunt rüzgarından üretilecek enerjinin umudu hepimize kattığı moral ve motivasyonla yine bir bayramın arife günlerini yaşıyoruz. İki gün önce Fethi’deki “Elli Kırmızı Gülle” kutlamamızdan kesitlerle; bir hafta önce Emin öncesinde kısa sohbetimizden şükür kareleriyle hazırladığım filmi de umarım ki yazıma ekleyeceğim.

Deniz kenarında elimdeki kitabın sayfalarını karalarken bu yazıma “Atkılar ve Çözgüler” veya “Duygusal Güdüm” başlığı atmayı düşünüyordum. Onbir yıl önce Mısır’daki “BeE” başlıklı hazırlıklarımı sunarken açılışta o an bir değişiklik yapmıştım. Mısır’a giderken uçakta okuduğum SkyLife Dergisinden esinlenerek ana mesajımı “Tutku” ya çevirmiştim. O günlerde vizyonda olan “Passion” filminden de etkilenmiş ve “tutku” nun içine azıcık “eza ve cefa” da eklemiştim. O yılın çalışma koşulları bu açıdan çok zengindi. Sorun çözmede pratik aklı kullanıyorduk. Adına HSE dediğimiz “Sağlık, Güvenlik ve Çevre Üçlüsünü” üretim ve fabrika gibi kapalı kapılar ardından çıkarıp sahraya indiriyorduk. Korkuyu yönetirken korkularımız büyüyordu. İşte bu koşullarda tutkuyu işlerken 2010 yılımda elime geçen kitaptaki şöyle bir cümle beni çok etkileyecekti: “…İyimserlik ve tutku, önderlik ve toplumsal gelişimden dokunmuş o aynı kumaşın atkıları ve çözgüleridir…” Fatih Kısaparmak’ın “Kilim”ini anımsadım. Çerçeveyi aşmak istemesem de konu dağılıyor. Anlamak zorlaşıyor ve ben üç yazının konularını tek yazıda harmanlıyorum. Buna “çorba” da diyebilirsiniz. Hoşgörüle !

Son bir haftadır ada yürüyüşü sonrası deniz kenarında yaklaşık bir saatlik sürede elimde hep aynı kitap vardı. Aynı sayfaları belki yirmişer kez okudum. Her okuyuşumda yeni bir sözcük dikkatimi çeker oldu. Bay D.R.Keoug‘un “On Emir” isimli kitabının finaline doğru olan kısımdan ödünç aldım yazımın girişindeki mavili kısmı. “Hayallerinizle Duygusal Bağ Kurun” başlıklı sona doğru olan bir bölümünde hayallerinizi içselleştirmeyi ve kendinizi onlar için hazırlamayı ve gerçekleşmelerini gözünüzde canlandırmayı öğütleyen Donald Amca o zaman hayalleriniz gerçek olur diyor. Tıpkı sevgili İzgören’in “hayallerinizi TOMUL’laştırın” dediği gibi…Ben de tüm SSTC Öğrenme yolculuklarına çıkanlardan daha işin başında satış çağrısının amacını, hedefin, SMART ölçütlerine göre belirlemelerini isterken bir adım geri çekilip hedeften önce hayale odaklanıyordum. Eskiden (doksanlı yıllarda) bunu yapmazdım. Çünkü hedeften önce hayalin iş yaşamında önemini bilmezdim. Ortam da buna pek izin vermezdi. Birazcık hayal kuracak olsam tıpkı 1993 Kasım ayında Ankara’dan gelen telefon mesajında olduğu gibi “sen fazla duygusalsın” uyarısı alırdım. Kızardım. Yine de statükoyu korumak adına kabuğuma çekilirdim. Ne zaman ki CINOS’un üçüncü evresinde dördüncü rolümü yaşadım; ne zaman ki bağlantısız ve başıboş (!) kaldım; bırakıldım; işte o zaman “doktor ne yersen ye” dedi gibi geldi bana. On yıl önce Paris’in doksan kilometre kuzeyindeki bir şatonun gün ışığı gören toplantı salonunda konuşma halkasının, balta girmemiş ormanında sezgi yürüyüşünün anlam ve önemini öğrendim; ne zaman ki “lider yönetici” olmak için 32 küçük küçük beceriyi içselleştirme gayretine girdim; ne zaman ki aynı sevgili Sevgili A.Ş.İzgören‘in “Avucunuzdaki Kelebek” söyleşisinde “TOMBUL” kavramını öğrendim…İşte o zaman SSTC Yolculuklarımda SMART’ın önüne, öncesine “TOMBUL” u yerleştirdim. Tıpkı dün yaptığı mitingte bu kez “yerli ve milli aday” vurgusu ile odak kayması yaşayan bugünün saraylısı gibi ben de ithal SMART’tan önce yerli TOMBUL ile anlamayı, akılda kalmayı kolaylaştırmaya çalıştım.

Benim gibi daldan dala atlayan ve daha bir fazla öğretici olan Donald Amcanın 190 sayfalık kitabının sonlarına doğru “…yaşamımızdaki güçlerin buluştuğu ve kusursuzluğa en çok yaklaşabildiğimiz nokta olan OMEGA NOKTASIna”  ulaşmak için hepimizin çaba göstermesi gerektiğini vurgular. Inernetten “Omega Noktası”nı araştırdım ve bana, bakaış açıma ve yazımın ana mesajına en yakın olanın linkini veriyorum : https://zamaninotesi.wordpress.com/2012/07/02/omega-noktasi/ Omega Noktası aslında her şeyin başlangıcına geri dönüşü ifade eder. Yani öze / kaynağa / tanrıya geri dönüş…Bir şeyin en üst noktası; zirvenin de ötesi; orada madde tek olur, çevresinde benzeri ya da onu anlayacak bir anlayış kalmaz…Sözün özü belki de şu dua : İnna lillahi ve inna ileyhi raciun > Allah’tan geldik ve sonunda yine O’na döneceğiz.

Shakespeare “Tüm dünya bir sahnedir” demiş. Yaptığımız ve olduğumuz her şeyde bir biçimde bizler sahnedeki birer oyuncuyuz. Üstelik bunu farklı birkaç rol üstlenerek yapıyoruz. Şimdi kendime bakıyorum ve görebildiklerim: Yetmişi aşmış bir adam; mutlu bir koca; C13 le gurur duyan bir baba; ABİDE beşlisi için umutlu bir dede; Netgillerde gönüllü bir koordinatör; Netgillerin Mustafa Amcası; Çeşmenin eniştesi ve daha nicesi. Daha ne ister insan. Binlerce şükür. Oynadığımız değişik rollerde başarılı olabilmek için nerede olursak olalım, yanımızda ya da karşımızda kimler olursa olsun onlarla duygusal bağ kurmaya çalışmalıyız. Rolümüzü doğru kavramalı ve benimsemeliyiz. Bunun için karşımdakini dikkatlice dinlemeli ve ilgiyi geliştirmeli ve devamı için istek ve eylem gerçekleştirmeliyim. İşte AIDA da bu demek: Dikkati çek / Dikkati ilgiye çevir / İstek yarat / Eyleme geçir. Ne için, nereye erişmek için, hangi faydaları sağlamak için ? soruları için şimdi tekrar TOMBUL’la ve hayallere döneyim: Sevgili İzgören’den öğrendiğim TOMBUL u eyleme dönüştürmeyi sağlayacak bir cümle içinde kullanırsam derim ki; “Hayallerinizi TOMBUL’laştırabilirseniz hedefiniz olur” ve SSTC çerçevesine monte ederek sürdürürsem “Hedeflerinizi SMART’ik kılarsanız ulaşırsınız, ulaştığınızı ve asıl önemlisi neye ulaştığınızı bilirsiniz, başarınızı ölçerseniz, sonraki adımlarla süreklilik kazanırsınız”.

O halde; hayalleriniz için TOMBUL’u; hedefleriniz için SMART’ı birlikte ele alıp beşer temel sorumuzu soralım ve üstlendiğimiz rollerde hangi duygusal bağları kurabileceğimize bakalım:

1.Hayalleriniz sizi “Tatmin” ediyor mu ? (TOMBUL’un “T”si); >  Hedefleriniz “Özel” mi, Özgün mü ? (SMART’ın “S”si);

2.Hayalleriniz “Ortak” mı ? (TOMBUL’un “O” su-ki bunun daha iyi anlaşılması için Elazığ’ın Koruk Köyü ile Çeşme karşılaştırmasını yapıyorum anlatımlarımda); > Hedeflerini “Ölçülebilir” mi ? (SMART’ın “M”si);

3.Hayalleriniz “Mantıklı” mı ? (TOMBUL’un “M”si); > Hedefleriniz “Hırslı” mı ? (SMART’ın “A”sı);

4.Hayalleriniz “Belirgin” mi ? (TOMBUL’un “B”si); > Hedefleriniz “Özel” mi ? (SMART’ın “S”si);

5.Hayalleriniz “Ulaşılabilir” mi ? (TOMBUL’un “U”su); > Hedefleriniz “Gerçekçi” mi ? (SMART’ın “A”sı);

6.Hayalleriniz “Limitli” mi ? (TOMBUL’un “L”si); > Hedefleriniz “Zamana bağımlı” mı ? (SMART’ın “T”si);

Neden bu yazımda yeniden ve yine “hayal” konusuna dönüverdim ?

Bir hafta öncesinden ve iki gün öncesine ait olan video karelerinden bir film montajlarken bir de ne göreyim Nezuş doğaçlama olarak ve sevincin gözyaşları eşliğinde yüreğinin derinliklerinden gelen içtenlikle aynen şöyle dememiş mi ? “Benim hayallerimin hepsi gerçekleşti. Binlerce şükür. Benim hayallerim çocuklarımın gerçekleri olsun…” Tam anlamıyla “Wooow !”. Kırk yıl düşünsem bu kadar güzelini bulamazdım. Her kula nasip olmaz böylesi güzellikler. Bu cümledeki “kul” sözü benim kendime dönük tanımlamam için, C13 ün herbiri için; hepimiz için. Ne mutlu bize ki… devamına onlarca özgün gurur ve mutluluk ifadesi eklenebilir. Daha ne ister insan !

Şimdi yine hayal konusuna bir anı ile döneyim. Onbir yıl önceydi; CINOS’un son evresinde tepe noktasındaki bir görevi devretme hazırlıkları içindeydim. Gölge etkisinden sakınmalıydım. Bay Covey’in “L4″ ü olan “Leave A Legacy > Bir Miras Bırakmak” adına iyi ve ekstra bir şey yapmalıydım. Onbir yıl önce 2004 e başlarken CINOS’un üçüncü evresi oluşuyordu ve fanatik düzeyde şirketine bağlı ve ürünlerin koruyucusu, hamisi olan kimileri ayrılmak zorunda kalmışlardı. Liste başı olan ve yeni rakipleri karşısında konumunu korumakta zorlanan bir ürünümüz sahipsiz kalmıştı. Serseri mayın misali pazarda bir o yana bir bu yana savrulup duruyordu.  Sinyalleri önemsemeyen satış grubu gerekli teknik desteği verememişti; sağlayamamıştı. Listenin sonlarına düşen bu ürünün de ele alındığı bir pazarlama-satış bölümleri toplantısına katıldım. “Duvarların Yıkılmasına” sembol olduğu için özellikle Berlin’de düzenlenmiş olan toplantının ana teması “siloların kaldırılması, duvarların yıkılması ve eşgüdümün artırılmasıydı”. Satışla pazarlama çatışıyordu. Onlar hep çatışırlar. Gün olur “uzun vadeli yatırımlar ve gelişip dönüşmek adına programlar öne çıkar pazarlama satışın tepesine biner; gün olur ayakta kalmak, hayatta kalmak adına “hızlı kazanımlar” ateşlenir ve satış pazarlamanın karşısında diklenir hem de küstahlaşarak. Herkes kim oldum delisine dönüşür. Olan şirkete olur. Bu çatışmanın temelinde “ben senden daha önemliyim yarışması” vardır. Onbir yıl önce de şirket henüz üçüncü aşamanın ikinci evresine geçmemişken bu yarışma çatışmaya dönüşüyor ve yakıcı, yıkıcı oluyordu. İşin acı tarafı; bölümler arasındaki duvarların yıkılması istenirken satış ve pazarlama bölümleri Berlin’de aynı otelin ayrı salonlarında toplantı yapıyorlardı. Pazarlama toplantısındaydım ve ürün sorumlusu Bay Lauren’in ilk slaytı “sadece planlarınız değil hayalleriniz de olsun” idi. Pazarlama müdürü olarak son yılımdı. Yurda dönünce seferberlik ilan ettim. Korkuyu yönetmek için hepimiz tarlalara yayıldık. Filmler çektim. O yıl Mısır’da yapılan yıllık toplantıda yaptığım sunumun ana mesajı: BeE (Be Effective / Etkili Olmak) idi. Yaptığım filmin adı “Cesur Adamlar” idi ve yönetmen: Tosun Mustafa (İlintili mesaj hela yazılarından alınmıştı: Bunu yazan Tosun …) ve başrol oyuncusu da “Barbaros Kerim’di (Aynı kaynaktan alıntı ile demek istenen: Benim adım Kerim...). On tonun altına düşmüş olan satış bunca gayret sonunda otuz tona çıkmıştı ve ürün yine liste başı olmuştu. Ne günlerdi ! Sonra ne oldu ? Şirket yolunu şaşırdı. Allah kimseyi şaşırtmasın; yoldan çıkarmasın; faul çizgisine yakın oynatmasın.

Şirketin yolunu şaşırması nasıl bir şeydir ?

Yine Donald Amcaya kulak verelim: “…Pek çok şirket yolunu şaşırır. İşe başladıklarında hepsi sırım gibi, hantallıktan uzak ve disiplinlidirler. Nakit akışını dikkatle izlerler ve pazartesi günü kasaya ne girdiğini görmeden salı günü ne harcayacaklarına karar vermezler. Başarı elde ettikçe daha rahat davranmak kolaylaşır ve böylece başarısızlığın tohumları atılmış olur. Disiplin duygusu gevşer. Yardımcıların yardımcılarının yardımcıları türer ve kısa zamanda yeni bir gerçek ortaya çıkar. İnsanlar birbirlerine bakıp “Biz nasıl oldu da böyle büyüdük ? diye sormaya başlar...”

CINOS’ta pek böyle olmadı. Finans takımı güçlüydü. Şirketin arkası sağlamdı. Ancak “front-line” yerine “back-office” kültürü ve masada oturmak ağır bastı. Eylem ve sahradan kopuk yöneticiler elli derecede tarlada zor üretimi yönetmeye çalışan emekçileri  ve beklentileri anlama gayretlerini etkinleştiremediler. Böylece pazarın baş oyuncuları rehavet içinde tıpkı “kör şişman adamın duvara toslaması” gibi sendelerken palasında palasını bileyen benzeri yerli ve milliler “dubleye ödül sözü verirken dublenin triplesine (x6) bile yetişebilecek stok yönetimi gerçekleştirdiler” diğer bir deyişle “çevik şirket” oldular.

Her neyse ! Nereden nereye geldik. Eylülün hüznü ile birlikte ayrıcalıklı güzelliklerini de yaşadığımız Çeşme’de bayramın hemen öncesinde hepimizden hepinize hep aydınlık yollarda ve yaşam gölünde atılan kulaçların hep gönlünüzce olması için, ustalıklarınızın gelişmesi için sağlık ve esenlikler diliyoruz.

Öykücü