Yaşam Büfesinde “Bei … less”

“…İngilizler gıpta ettikleri İsviçreliler için “onlar hem bu dünyada cennette yaşar, hem de öbür dünyada cennete gider” derlermiş. İsviçre’yi gören herkes onların gerçekten cennet bir ülkede yaşadığına tanıktır. İsviçre’ye çok gidip gelmişliğim vardır. Gözlemlerim sonrasında “İsviçrelilerin dini iktisattır” diye kendimce bir söz uydurmuştum. Bildiğiniz gibi her kış İsviçre’nin bir dağ kasabası olan Davos’ta “Dünya İktisat Forumu” diye çok sofistike bir şenlik yapılır. Bu şenliğin yaratıcısı Dr.Klaus Schwap, İsviçreli bir iktisat profesörüdür. Benim değerlendirmeme göre bu profesör, dünyanın gelmiş geçmiş en büyük pazarlama dehasıdır… Dr.Schwap, “her şeyi olan insanlar” için “Davos” markalı bir ürün tasavvur etmiş, tasarlamış, inşa etmiş ve başarıyla pazarlamıştır. Bu ürün Dr.Maslow’un “İhiyaçlar Hiyerarşisi Piramidi“nin dördüncü katmanında yer alan gereksinimleri karşılar. Davos’a 3 grup insan gider: 1.Ürünü kendi parasıyla satın alan gerçek müşteriler > 2.Mevcudiyetleriyle müşterileri tatmin eden ünlüler ve müşterilerin tüketeceği etkinlikleri icra eden uzmanlar > 3.Müşteri memnuniyetini artırmak için, orada olanları dünya âleme duyurmakla görevli medya mensupları…”

3DbyM > Başarı Formülüm ve seyisin hocaya yanıtı

Merhaba,

Yazımın girişindeki sözler çok beğendiğim Ege Cansen’in yedi yıl önce, 5 Şubat 2011 deki köşe yazısından alıntıdır. Neden şimdi; ne alaka ?

Birincisi İsviçre’yi gerçekten çok beğeniyorum. Pek çok kere gitmişliğim var. İsviçre odaklı 24 yıl çalıştığım özel sektör iş yaşamımda Basel, Cenevre, Zürich ve daha çok Montrö, Lozan, Lusern gibi yan kentlerde ve bunların köylerinde geçen günlerimin izleri var. Alıntımın ilk cümlesindeki İngiliz özlemi, Aralık 1999 da alınan bir kararla ve 2001 de hem de kriz yılında uygulanan bu kararla özlemden öteye geçmiş ve iki şirket İngiliz-İsviçre ortak yapısıyla “Synleşmişti“. Bu birleşme sonrası İngilizler de artık kendilerini cennete yaşıyor gibi hissettiler mi ? Hiç sanmıyorum. İsviçrelilerin dini iktisat mıdır gerçekten ? Bana da doğru geliyor. Çünkü 1985 yılında İsviçre’yi temsil eden Mr.Baumann ile yerli yardımcısı Giritli ve rahmetli Bay Bakırcı bir araya geldiğinde İskoçyalıyı aratmayacak kadar iktisadî (cimri) olduklarını anlamıştım. Öyle ki “iyi at yemini artırır” sözünü yalancı çıkardılar. Bu sözün etkisinde yazıma eklediğim videoya seyisin hocaya yanıtını da görselleştirip ekledim. Ki, müşterinin ihtiyacını karşılayan faydayı sunmak ve Bay Utku’nun dikkat çektiği gibi “nabza göre şerbet vermek” bir bilene göre doğru yolmuş. Ege beyin katılımcıları 3 grupta toplaması güzel. Ancak her zaman bir çıkıntısı olur bu katılımcıların. Öyle bir yıl oldu ki yerli ve milli bir katılımcı “Van minüt” demek için Davos sahnesine çıktığında katılımcılar dördüncü bir türün daha olduğunu gördüler. Ertesi yıl da çıkıp “One More Minute” deseydi ne güzel olurdu ! Ama, helal olsun; hem akıllarda kaldı ve hem de bu akılda kalıcılığı “White Sea” ile perçinledi “Akdenizi”. Bunu yapabilmek her baba yiğidin harcı değildir. Bu “Kara Kuğu” benzeri görünüş bana bir türkücünün “Oxford” sözlerini anımsattı ki bence her ikisi de bunu özellikle yapma becerisine sahipler. Bana göre “Adalet Yürüyüşü“nden daha etkili oldu hedef kitleler üzerinde. Bugün geri dönersek başımıza hangi taşlar düşer ?

Yedi yıl önceye gidişimin esas nedeni yeni bir “Ortaklığın Giderilmesi (İzale-i şuyu)” davası için 2011 yılının 20 Eylülünden sonraki sayfalarda bir belgeyi aramaktı. Bulamadım. Önemli değil. Bu arada Prof.A.Kırım‘ın 2011 yılındaki vefatının gazete küpüründe Ayşe Arman‘ın yazısını bir kez daha okudum. Ege beyin bir kaç köşe yazısına göz attım. Bunlardan bir diğeri de “Bireyin Ölümü” başlıklıydı (8 Ocak 2011). Bu yazının son sözünü “Kollektif haklar artıkça, bireysel haklar azalır olarak bitirmiş Bay Cansen ki yazısının ilk cümlelerinden biri de “geleceği planlamak geçmişi ileriye doğru uzatmaktır” olmuş. Rahmetli S.Jobs’un sözlerini anımsadım. Peki yazımın başlığı olan “Bei…less” anlamsızlığı ne demek oluyor ?

“Bei…les” Uydurukçuluğu

Önce yanıt: “Bei” Çincede “edilgenleştirmek için” uydurulmuş bir ön ek. Örneğin “Bei jiuye” dediğinizde “istihdam edindirilmek”. “Bei şanglu” ise “toplu konutlarda otutturulmak“. Bunu da 10 Temmuz 2011 de Hürriyet’in İK ekinde görüp defterime yapıştırmışım. Le Monde Gazetesi muhabiri Brice Petroletti’ye göre Çinliler “Birey olarak hayatımızın kontrolünü kaybettik demek istercesine fiillerin önüne “Bei” ekini koyarak edilgen sözcükler türetmeye başlamışlar. Örneğin “Bei şizong / Kayboldurulmak” demek oluyormuş ki Çin halkını “Yasemin Devrimi” yapmaya çağıran kendini bilmez gazeteciler, blogcular, avangard sanatçılar, avukatlar birdenbire ortadan kayboluvermeye başlamışlar. İşte “Bei” ön eki böyle bir şey. Bugünüme baktım da aklım takıldı ve “Cumartesi Anneleri” gözümde canlandı. Ya sona eklenen “less” ?

Haydi “Penguen” gibi olsun; Dursun ile Temel’in barmene sordukları soru gibi olsun. Birkaç örnek vereyim: “Hırless; Soyless; Ahlakless; Edepless; Kanless; Canless; Uğurless” sözleri türemeye başlayınca ruhum kararıyor. Bırakmaya çalışıyorum. Olmuyor. Neden olmuyor ?

Sen (ben) neymişsin be abi…!

Çünkü; Aralık 1999 da ikinci global birleşme olunca, İngilizler İsviçreliler gibi dünyada cennette yaşamaya niyet edince kim kalsın, kim gitsin diye seçim yapmak zor olmamıştı. Bundan üç yıl önce, 1997 de seçim zordu. Çünkü iki İsviçrelinin Türkiye ayağında net bir düşmanlık dikkat çekiyordu. Biri diğerinin küllerinden doğarken hep kapıyı sert kapamış; hep gemileri yakmıştı. Süreç uzamış ve doğru seçimler için belki de hatalar yapılmıştı. Çünkü en çok umut bağlanan ve otoriteye baş yardımcı olacak olan en becerikli kişi bir gaflet sonucu ayrılmak zorunda kalınca başı koparılmış tavuk gibi çırpınırken İngilizler devreye girmişti. İkincisinde seçimlere alt yapı hazırlamak için kişilik testleri yapıldı (Şubat 2000). Prof.Dr.Nursel Telman test sonucunda şunları yazdı:

“…Dominant olarak etkileyen birinci dereceden faktörler mevcut değildir (Bu iyi mi kötü mü ? anlamadım. Ancak 2006 da İrfan beyle birlikte İsviçre’de katıldığımız “SSTC Güncelleme Öğrenme Yolculuğu” sonunda hocanın yaptığı kişilik analizinde de benzer sonuç çıkmıştı ve hoca buna bir anlam verememişti). Çok daha az etkili ikinci dereceden olarak “E” faktörünün içeriğine göre, iddialı, hakkını arayan, rekabete giren, bağımsız hareket etmeyi yeğleyen ve bildiğinden şaşmayan bir kişilik yapısındadır. Kendine güvenen, düşünce ve fikirleri itibariyle bağımsızdır. Başka bir deyişle kimseleri dinlemez. Kendine özgü kural ve kaideleri olup insanlara yaklaşımı genellikle hesaplıdır. Başkaları üzerinde kolaylıkla otorite kurup, gerçekçi ve pratik olarak yönetme eğilimindedir. İnsan ilişkilerinde kazanç ve kayıp hesabı yapmasa da genellikle stratejik davranır…”

Hoca daha pek çok şey yazmış. Ancak 2000 den sonraki “devam mı; tamam mı” kararlarının alındığı kritik süreçte etkili olduğunu düşündüğüm şu yargılar dikkatimi çekiyor:

* Mevcut organizasyonun gereklerine ayak uydurmada biraz zorlanabilir.

* Çalışma yöntemleri içinde kendince saçma ve gereksiz gördüğü hiçbir şey yoktur.

* Kendine güvenir. Düşünce ve fikirleri itibariyle bağımsız insanlardandır…”

Tahmin edeceğiniz gibi bu sözler Prof.Telman‘ın kişilik analizi sonucunda benim için yazdıklarıdır. Nasıl olmuştur da otorite bu sözlere rağmen benimle yola devam etme kararı almıştır ? Hem de bu karardan altı ay sonra “seç beğen al; kesmece bunlar” denebilecek bir karar sürecinde seçme şansı yüksekken… Öyle ki “tavuk sersemken öpülür” örneği otorite ve yandaşları ülkesel krizin de etkisiyle, tutmayan hedeflerle “can derdi”ne düşmüşken “Devşirme Güçlerle Seferberlik İlan” eden bu yaşlı ve söz dinlemez adamı neden devre dışı bırakmadılar ? Diyelim ki 2001 in karmaşası içinde gümbürtüye gitti; peki ya hemen ardından gelen “Kıyım Hareketi“nde neden daha yedi sene yola devam etti ? Hem de üst yönetimde yer alarak ve bu süre dolduktan sonra hem de yeni bir görev uydurularak…!  Belki de…

Belki de…

Belki de Prof.Telman‘ın sadece şu yargısı “devam” demeye etkili olmuştur:

“*Uygun olmayan güçlük çıkartan meselelere karşı toleranslı olabilir”. Belki de bu yargıya “bu adam, bu kritik süreçte başımıza bela olmaz” diye düşünmüşlerdir. Belki de;

“*Başkaları üzerinde kolayca otorite kurabilir. Zira liderlik potansiyeli ortalamanın üstündedir. Bu rolde başarılı olma şansı yüksektir”.

Aradan 18 yıl geçince bu satırlar bugün daha dingin bir anlam yüklü gibi geliyor insana. Testin 7 nci, 27 nci ve 30 ncu soruları şöyleymiş:

“7: Gerekli yetkiye sahip olmadan harekete geçmeyen insan olmak” benim için “çok zor” diye yanıtlamışım.

“27: Gösterilen çalışma düzeninin dışına çıkmayan insan olmak” benim için “zor” diye yanıtlamışım.

“30: Yürürlükteki sisteme rahatlıkla ayak uyduran bir insan olmak” benim için “zor” diye yanıtlamışım.

Hayret bişe ! İki hafta önce (25.09.2018) buraya kadar yazdığım satırları neden o gün yayımlamamışım ? bilemedim. Şimdi yazımı revize etmeden “taslak” dan çıkarıyorum ve yayımlıyorum.

Sağlık ve esenlik dileklerimle.

Öykücü