Mustafa COPCU » Blog Archive » YaÅŸam Büfesinde “Doktorlarımız”

YaÅŸam Büfesinde “Doktorlarımız”

“…Ä°ki küçük çocuk bahçede kimsenin anlamayacağı, sadece aralarında konuÅŸabilecekleri özel bir dili keÅŸfetme oyunu oynuyorlardı keyifle. “Bref, braf” dedi birincisi. “Braf, brof” diye yanıtladı diÄŸeri. Ve gülmekten kırıldılar. Birinci katın balkonunda, gazete okuyan halim selim yaÅŸlı bir bey vardı ve tam karşısında yüzünü pencereye dayamış, biraz huysuz görünüşlü yaÅŸlı bir kadın. “Ne budala ÅŸeyler, ÅŸu çocuklar” dedi kadın. YaÅŸlı adam aynı fikirde deÄŸildi: “Ben hiç de öyle düşünmüyorum.” “Bana konuÅŸtuklarını anladığınızı söylemeyeceksiniz herhalde.” “Bilakis hepsini anladım. ÇocuÄŸun biri “Ne güzel bir gün” dedi. DiÄŸeri “yarın daha da güzel olacak” diye cevap verdi.” Kadın burnunu kıvırdı ama karşılık vermedi. Çünkü tam o anda çocuklar tekrar oyuna baÅŸlamışlardı. “Maraski, barabaski, pippirimoski” dedi biri. “Bruf” diye yanıtladı diÄŸeri.Ve katılırcasına güldüler yeniden. “Åžimdi de anladınız mı yoksa ne söylediklerini” dedi kadın öfkeyle. “Evet, tabii ki anladım“. diye yanıt verdi adam gülümseyerek. “Birincisi iyi ki hayattayız, ikincisi de hayat bir harika” dedi. “Gerçekten de harika mı ?” diye sordu kadın ısrarla. “Brif, bruf, braf” oldu adamın yanıtı…”

Merhaba

Biraz önce Kent Hastanesinden geldik. Tıpkı Candan Erçetin’in ÅŸarkısındaki gibi, “Bahar geldiÄŸinde mi ben böyle olurum / Yoksa böyle olduÄŸumda mı bahar gelir”. Havalar ısındı derken tansiyon yükselmeye baÅŸladı. Bir sabah kalktığımızda baÅŸ dönmesi, mide bulantısı ve öğürmeyle geliÅŸen yaÅŸamın göstergelerinde alıştığımız 12, 13 ler yerine 15, 16 lar yüksek tansiyonda görünmeye baÅŸladı. Ãœstelik 160/12.5 luk tansiyon ilacımıza raÄŸmen. Geçer dedik ve ilk önlemeleri aldık, tuzsuzluk ve istirahat. Ä°niÅŸ çıkışlarla gün için de 13-15 arasında gezinirken hep 70 civarında seyreden nabız 90 ları zorlamaya baÅŸlamıştı. Bir yerlerde birÅŸeyler oluyor ve tansiyon ve ritm olarak tehlike iÅŸaret veriyordu. En yakın doktorumuza ilk baÅŸvurumuz “bekleyin, aceleyle hastaneye gidip de yapılacak bir müdahale ile bir ÅŸeylerin dengesini bozdurmayın” oldu. Ä°nandık. Bekledik. Bir süre sonra, aradan iki gün geçince deÄŸiÅŸmeyen iniÅŸ-çıkışlar ve çaresiz bekleyiÅŸ inancı birikmeye baÅŸladı. Belirsizlikleri sessiz beklemenin dayanılmaz baskısı ve geçen yıl bu günlerde yaÅŸanmışlıkların belleÄŸimizdeki izleri kümülatif etkiler yaratmaya baÅŸladı. OÄŸul doktorun G.Kore’de oluÅŸu bizi bir eski dost doktorun limanına konuk etti. Åžimdi güncel öyküyü burada kesip bugüne dek yaÅŸamımızda iz bırakan renk katan “doktorlarımız” baÅŸlığına kronolojik olarak deÄŸinmeye çalışayım. Bundan önce geçen sene bu günlerden kısa bir açıklama ile artan duyarlılığımızı açıklamaya çalışayım. Nisan ayının ilk günleriydi. Bir sabah kalktık ki ağız burun ve vücudun her yerinde kanama var. Åžaşırdık. Apar topar hastane ve iki günlük acil-yoÄŸun bakım denetiminde “ITP” tanısı ile taburcu olduk. uzunca bir süre steroid tedavisi ile yirmi binlere düşen trombosit sayımızı yeniden normak düzeyine ikiyüzelli binlere çıkardık. O kritik sürecin baÅŸlamasını neyin tetiklediÄŸini bilmediÄŸimizden ve yükselen korkularımızın sürüyor olmasında bu haftanın yükselen tansiyon deÄŸerlerinden daha bir fazla korkar olduk. Bu korkularla programlanmış olan gaziantep buluÅŸmasına katılamadık. Åžimdi elli yıl geriden baÅŸlayarak yaÅŸamımızın kritik saÄŸlık dönemlerinde hep yanı başımızda olan dost doktorlarımıza deÄŸinmek istiyorum.

Ortaokul ikinci sınıfta (1958) baÅŸlayan beraberliÄŸimizi milad alırsak Fakülte birinci sınıfta (1963) beÅŸ yıl olmuÅŸtu sevgilerimizin olgunlaÅŸma süreci… Kendimiz ve iliÅŸkilerimiz güvenle, sevgiyle, özveriyle geliÅŸmiÅŸti. Aileler fazla smaimiyetten (!) tedirgin olmaya baÅŸlamıştı. NiÅŸan yaparken (04.04.1964) söz verdik: “Biz beÅŸ yıl bekleriz. Okul bitince evleniriz” dedik. Yalan deÄŸildi ama tutulması zor bir sözdü. Allah için aileler de anlayış gösterdi ve yoklukların orta yerinde evleniverdik (19.09.19659). Henüz ikinci sınıftan üçe geçmiÅŸtim. Sıkıntılı günlerdi. Bir yanda parasızlık öte yanda ataerkil bir aile düzeni içindeki ortak yaÅŸamın alışılmış özgürlükleri zorunlu olarak kısıtlaması. Ondokuz Eylülde evlendik. Yirmi eylül sabahı saat altıda bakkal dükkanını açmıştım. Balayı nedir bilmedik. Ta ki 1969 da Erzurum’da baÅŸlayan yedek subaylığımızda baÅŸbaÅŸa kalana kadar. Askerlik sonrası özgürlüğümüze kavuÅŸtuktan sonra bile o zor günlerin yarattığı minnet (mihnet) duygusuyla biz on yıl iki (hatta torunlarla üç ) nesil, iki aile birlikte yaÅŸadık. Ä°ÅŸte evliliÄŸin ilk günlerinde NezuÅŸ’un başında (ve daha sonra boÄŸazında) bir kist çıktı: Adını da unutmuyorum: Cyist sebase. Adı gibi iyi huyluymuÅŸ. Ancak bir kestirdik, o yeniden daha büyük çıktı. Talebeyiz. Bu kez Tıp Fakültesine gittik. NezuÅŸ’u ortada bir tabureye oturttular. Hoca anlatmaya baÅŸladı. öğrenciler öğrenmek için bizim sebase’nin orasını burasını kurcalamaya baÅŸladılar. Doktor adayı öğrenci Mehmet yanıma geldi. “Al karını çık dışarı, beni bekle” dedi. Aldım NezuÅŸ’u, çıktık dışarı. Mehmet geldi, bizi arabasına koydu ve rahmetli Doktor Baha Kitapçı’ya götürdü. Baha hoca bizi bir ay tedavi etti. Hergün akÅŸam üzeri gittik. O Sebase’nin üstüne bir ilaç sürdü. Ertesi gün kabuÄŸunu kopardı, ilacı tekrar sürdü. Bir ay sonra sebase’miz yok oldu. Baha hoca biz garip öğrenci ailesinden beÅŸ kuruÅŸ almadı. Böylece geliÅŸen iliÅŸkilerimiz içinde doktor Mehmet yıllarca aile dostumuz, aile doktorumuz oldu. Onun oÄŸulları da (üçü de) göz doktoru oldular. Son zamanlarda birbirimizden uzak düştük, iletiÅŸimiz koptu. SaÄŸsa Allah selamet versin. Bize çok hakkı geçti. Bu arada alınan kistin tanısı için rahmetli Baha Hoca bizi Gülhane Laboratuvarına göndermiÅŸti. Sahibi Prof.Dr.Saffet Solak’a da telefon etmiÅŸ olmalı ki bize her türlü kolaylığı göstermiÅŸ olmasına raÄŸmen yine de elli lira tahlil ücreti ödemek gerekti. AkÅŸam olmak üzereydi. Konak’ta troleybüs bekliyorduk. Yanımızda rahmetli Latif ve Ziynet de vardı. Sevgili Latif aylık 250 TL olan bursundan elli lirayı ödemek istemiÅŸti. Zor yıllardı ve zorluklar gerçek sevgiler ve dostluklarla aşılıyordu. Åžimdi birkaç sene daha geriye gideyim.

Zeytinlik 1148 sokakta Saim Amcadan kiralık bakkal dükkanımızın adı “Sakız Bakkaliyesi” idi. Mahalle kültürümüz ağırlıklıydı. Kahveci Yılmaz, Polis Abidin ve Mafya (!) Sabit koruyucularımızdı. BeÅŸ arkadaÅŸtık: Ben, Latif, Åžaban, Mahmut ve Nail. Tepecik (Zeytinlik) den tek kurtuluÅŸ yolumuz okumaktı. Bu nedenle mahallenin her türlü kabadaylıklarından korunuyorduk. Ve de saygı görüyorduk. Ben buralara geldim. Binlerce şükür. Latif’le fakülteyi beraber okuduk; Erzurum’da askerliÄŸi beraber yaptık (95nci dönem ve 24 ay). Profesör oldu ve genç yaÅŸta eÅŸi Ziynet’le iki yıl arayla kanserden vefat ettiler (1995). Allah rahmet eylesin. Åžaban Ä°ngiltere’de Ä°statistik okudu ve yurda dönünce profesör olarak kariyerini üniversitede sürdürdü. Åžimdilerde Karşıyaka’da yaşıyor ve pek fazla görüşemiyoruz. Nail hekim oldu. Kendi muayenehanesini açtı ve ortopedi uzmanı olarak mesleÄŸini sürdürdü. Åžimdilerde emekli olmuÅŸtur ve karşı sahilde yaÅŸamını sürdürüyor. Mahmut Almanya’da hava meydanları inÅŸaat mühendisliÄŸi okudu. Bir süre kamuda çalıştı. Sonra kendi ÅŸirketini kurdu. Rahmetli Latif’in önderlik ettiÄŸi “ÖzdeÅŸkent” te (KemalpaÅŸa) yaşıyor. Demem o ki beÅŸimiz de Tepecik’ten kurtulup bu günlere geldik. Ä°ÅŸte o Tepecik yaÅŸamında (1960 larda) ne zaman bir saÄŸlık sorunu yaÅŸasak hemen Dr.Orhan Akdeniz’e giderdik. Sanırım SSK da görevliydi. Åžaraphanenin (Yazgan) yanında muayenehanesi vardı. AkÅŸam üstüleri gelirdi. Yenice sigarası içerdi. Sigarasını bizim bakkaldan alırdı. Kibar bir beyefendiydi. Uzun boyluydu. Onu hep pardesü, fotr ÅŸapka, gözlük ve kahverengi deri çantasıyla hatırlarım. Zengin bir kitaplığı vardı. Pardayyanlar, Arsen Lüpen ve adını anımsayamadığım pek çok seri kitapları ondan alıp okumuÅŸtum. EvlendiÄŸimizde bize porselen süt takımı hediye etmiÅŸti. Bizim için hem çok anlamlı hem de çok deÄŸerliydi. Büfemizde uzun yıllar durdu. Kullanmaya kıyamazdık. Ä°ÅŸte doktor Orhan bey her başımız sıkıştığında gittiÄŸimiz ve çoÄŸu zaman da para vermediÄŸimiz bir dost doktorumuzdu. Allah gani gani rahmet eylesin. Bize çok hakkı geçmiÅŸti. Åžimdi tekrar Baha hocadan sonraki döneme ait doktorlarımıza döneyim.

Ãœniversite bitti. Askerlik bitti. Enstitü yıllarımız baÅŸladı. Ne zaman başımız sıkışsa ya Hakkı abimiz ya da sevgili dostumuz Salim hekim olarak hep yanı başımızda oldular. Hâla da öyleler. Babamın son günlerinde sevgili Salim’in ÇeÅŸme’de yaptıkları unutulmaz. Ne zaman omuz, boyun aÄŸrımız dayanılmaz olsa NezuÅŸ için 7/24 hazır destekleri tüm dualarımızın kapsamında yer aldı.

Doktorlarımıza olan güvenimizle ilgili olarak unutamadığım  bir anı, bir espri. Enstitü yıllarıydı. Ä°kbal abla saÄŸdı. esentepe’de otururdu. Bayar Apartmanı durağında otobüsten indik. Hava kararmak üzereydi. Esentepe yokuÅŸunu tırmanıyoruz. Ben, NezuÅŸ ve Nazım abi. Yolun bir yerinde NezuÅŸ’un ayağı burkuldu ve sendeledi; düşeyazdı. Nazım abi hemen NezuÅŸ’un ayağına baktı; eÄŸildi, ovaladı. Ben de ayakkabıya baktım. Nazım abi bu davranışıma ÅŸaşırdı ve ben açıkladım: “Nazım abi doktor arkadaşımız var ama ayakkabıcı yok” dedim. Ä°ÅŸin esprisi ÅŸu ki ne zaman başımız sıkışssa yaÅŸam büfesinde sıraya girmeyi bilmezden önce ve sonra hemen her dönemde mutlaka bir can dostu doktorumuz oldu. Doktor Salim, bugün bile (çünkü oÄŸlumuz hekim ve burnumuzun yanında) sığındığımız en önemli saÄŸlık limanlarından biri. Onunla da ne anılar var burada yazılara sığmayacak. Allah selamet versin; Allah saÄŸlığını korusun. Daha ne ister insan.

…Ve dün Doktor Abdi. Dün öğrendik ki kızı da Ege Tıpta okuyormuÅŸ. Allah ona da çocuklarından nicelerini göstersin. Biz doktor Abdi’yi 2000 yılının bu günlerinde tanıdık. Farkına varmadan kalp sıkıntıları çekiyormuÅŸum. Atakalp’te eforlu test, anjio ve sonrasında by-passla geliÅŸen çözüm sürecinin baÅŸlangıcında Doktor Ahmet ve Doç.Dr.Suat Beyler yer aldılar. hemen sonrasında doktor Abdi’nin ellerindeydim. Yaklaşık onbeÅŸ yıldır beraberliÄŸimizn sürüyor. Kimi zaman yoÄŸunlaÅŸan süreç (özael sigorta ve iÅŸ stresinde tekrarlanan anjiolar) kimi zaman gevÅŸedi (sigortasızlık, Eray ve MedikalPark iliÅŸkileri). Ancak sevgisinde, dostluÄŸundan deÄŸer yitirmeden süregeldi. Allah razı olsun. Bize çok emeÄŸi geçti.

Yazımın giriÅŸindeki öykü Ä°talya’nın ünlü çocuk kitapları yazarı Gianni Rodari’den bir alıntı. Daha on yaşındayken ÅŸiir yazan, müzikle uÄŸraÅŸan yazarın yaÅŸam öyküsünde ÅŸu kesitleri görürsünüz:

“…Amacı müzisyen olmaktı. Yirmi yaşında müzik öğretmeni oldu. Ä°kinci Dünya savaşı patlayınca, ülkesinde gerçekleÅŸen faÅŸist düzene karşı giriÅŸilen harekete katıldı. Uzun süre gazetecilikle uÄŸraÅŸan yazar, bir çocuk gazetesinin de yönetmenliÄŸini yaptı. 1947’de çocuklar için yazmaya baÅŸladı. Onun hayatının ikinci dönemi böyle baÅŸladı. Sonunda da, dünyanın en iyi çocuk kitapları yazarlarına verilen büyük ödülü, Hans Christian Andersen Ödülü’nü 1970 yılında aldı. Yapıtlarında, çaÄŸdaÅŸ konuları, peri masallarının anlatımıyla iÅŸlediÄŸi görülür. Bu onun büyük özelliÄŸidir. Asıl amacının da, yazdığı kitaplarla, çocuklardaki yaratıcılığı, hayal gücünü harekete geçirmek olduÄŸunu söylemiÅŸtir…”

Yetmiş eşiğini aşarken sağlık sinyallerini soruna çevirmeden ve de teklese de dengeyi pek fazla bozmadan yaşam gölünün karşı kıyısına atılan kulaçlardan keyif alarak aydınlık yollarda, yüzünde eksilmeyen gülümsemeyle ve dost doktorlarla kol kola birlikte yol alabilmek dileklerimle.

Öykücü