“…Hamamda yıkanırken Timur Hoca’ya sormuş…; Bektaşinin önüne iki desti şarap koymuşlar ve sormuşlar…; Erenler elinde tesbih duvarın gölgesinde otururken önünden geçen kız çocuğunun eteğindeki elmaları kime götürdüğünü sormuş…; Dağı delmeye çalışan karıncaya sormuşlar…; Temel çıplaklar kampından neden kaçtı ?; … Marabalar yemeğe neden geç kaldı ?; … Ağa gerçekten ısıtıyor muydu ?; … Fadime’ye göre orospi olmanın ilk koşulu ne ?;…”
Kaymakamlığın alemi yok
Merhaba
Dikkat ederseniz fıkralar masum başladı. Timur Nasrettin Hoca’ya “sence benim değerim ne ?” diye sorduğunda Hoca “3 akçe” demişti. Neden ? Bektaşi’ye “şarapların hangisi daha iyi ?” sorduklarında Bektaşi ikinci şişeyi tatmaya bile gerek görmemişti. Neden ? Kız çocuğuna erenler “Eteğinde kaç elma var ?” diye sorduktan sonra elindeki tesbihi taşla ezip kırdı. Neden ? Hepsinin mesajı masumdu. Yeri ve zamanı geldiğinde herkese anlatılabilirdi. Cinsiyet ayrımı gerekmiyordu. Ancak;
Yazımın çerçevesini dar tutmalıyım. Yazımı başladığım gün bitirmeliyim. Sadeleştirmeliyim. Ana mesajdan sapmamalıyım. Bunu hep biliyorum da yapmak zor. Ve geçen hafta bir yazımda açıkcası sapıttım. Daldan dala atladım. Ne zamanda ne mekanda ne konuda bütünlüğü koruyamadım. Üstelik rahatsızlığımın şekil değiştirdiği sürecin fazlaca etkisinde kaldım. Bir haftada bitirebildim. Bu süre içinde beni içten ve dıştan etkileyen pekçok sağlık sıkıntıları yaşadım. Nasıl ?
ZM68MC4B
ZM68MC demek; Mustafa Copcu bugün 53 yıllık mesleği ve 76 yaşın bilgi, beceri ve tutumuyla yaşam gölünün karşı kıyısına doğru kulaç atarken bohçasındaki fıkraları isimleriyle listeleyip paylaşmak istiyor demek.
“4B” ise sağlık sıkıntılarının başlayıp sürdüğü bedenin içinde ve dışındaki dört yerle ilgili demek. İki ay kadar önce “2B” ile başladı: Bel ve Bacak ağrısı. Kortizonlu iğneler işe yaramadı. Hatta sevgili doktor Salim öneri dışı karışım yapıp belimden vurmasına rağmen. Ağrı kesici iğneler de etki etmedi. Tek çare yatarak istirahat idi. İşe yaradı. Önce oturma ve yatma ağrılarımın şiddeti (10) üzerinden (4/5) den (1/2)e düştü. Yürüme ağrılarım daha zor azalmaya başladı. Bu hafta başı test yürüyüşlerine başlayabildim. Bu arada bir başka temel sıkıntı ise…
Bir kere denge bozulmaya görsün; tuttuğun yer elinde kalıyor sanki. İşte bir anahtar sözcük: Tuttuğun (ya da) dokunduğun yer… Ve kısa bir fıkra
Doktora giden hasta “nereme dokunsam orası ağrıyor” diye şikayet edince doktor “dokunma öyleyse !” demiş. Demek ki yurdumuzda yurt sorunu yokmuş; zarar eden çiftçi de yokmuş; çarşı pazarda geçim sıkıntısını dile getirenler yalancı ve hatta vatan haini imiş ! Allah’ım aklıma mukayyet ol ! Bunlar fezadan mı geldi ? Rahmetli Daniş’i anımsadım. Çağın kör otoritelerinin bu utanmazca tutumunun tetiklediği bir anı ve alın size fıkra gibi yaşanmış bir olay !
Yetmişli yılların ortaları. Sınıf arkadaşım Daniş (Çakmak) EÜZFGıda Bölümünde doktora öğrencisi bir asistan… Çalışkan bir çocuk. Hocalar “asistan masistan parçası” diye düşünüyor ve tüm angaryaları Daniş’in üstüne yıkıyor. Daniş’in hazırladığı laboratuvar günleri programını beğenmeyen ve hatalı gören profesör bölüm toplantısında Daniş’i fena eleştiriyor. Daniş dayanamıyor ve “Hocalar hocalar siz fezadan mı geldiniz; siz hiç hata yapmaz mısınız ?” diye sesini yükseltiyor. Sonrası… Sonrası malum. İşte şimdi bir Allah’ın kulu çıkıp da ekranların karanlık yüzüne “sen fezadan mı geldin ?” diyemiyor bunca hata, hatta yanlış ve kimisi bilinçli inatlı tekrarlayan yanlış karşısında bile…
Diğer “2B” ise “Bağırsak ve Burun“. Kısaca yazayım da bir yerde kayda geçmiş olsun. Biz (Musto Dede ve Nezuş) her gün düzenli yürüyüş yapan kişileriz. Sağlıklı iken 1-1.5 saat aralığında her gün 6 km yürürdük. Daha sonra, son iki yıldır süre bir saatin altına (45 dakika gibi) indi ve yürüyüş hızımız da düştü (3km/saat). Çağın değişimlerine uyduk. Yaşam gölünün karşı kıyısı görünürken “yavaş ve sakin” olmaya çalıştık. Ancak bel fıtığı ile uzunca süre yatınca bu hareketli günlere alışık olan beden huy değiştirdi ve bir an geldi ki sanki barsaklar tıkantı. Boşaltım sıkıntısı baş gösterdi. Bir haftadır da onunla baş etmeye çalıştım. Her kafadan bir ses çıksa da ailemizin hekimlerinin uygulamalı önerileriyle bugün daha iyiyim. Ve dördünce “B”…
Henüz ciddi bir durumun sinyali mi bilmiyorum. İki gün önce mutfakta kahvaltı hazırlarken burnumun aktığını hissettim. Kağıt mendile sümkürdüm ve anında dünyam karardı. Öyle bir başım döndü ki bankoya başımı koyup dört elle bir yerlere sarılmasam yerle yeksan olacaktım. Belki on saniye sürdü ama bana on dakika gibi uzun geldi. İyileşme süreci birkaç dakika sürdü. Birkaç küçük “iyileştim mi, geçti mi ?” testi yapıp normale döndüm. On dakika sonra aynı şeyi yaptığımda aynı sonuç oluştu. Hekimlerim endişe etmedi. O esnada tansiyonumun çok düştüğünü söylediler ve “Olur böyle vak’alar Türk polisi yakalar” dediler ve endişe etmeme yol açacak bir tutum sergilemediler. Bu yaklaşım benim de işime geliyor. Çünkü “benim inancıma göre biraz sabredince vucud kendini iyileştirmek için kimi yan yollar buluyor“. Böylece “4B” ile şimdilik “Böbrek ve Beyin” ses vermeden yola devam ediyorum. Şöyle küçük bir uyarıyla:
“Yaşlandıkça insan hızlanıyor ve olaylar karşısında manevra kabiliyeti azalıyor” ve sanırım daha fazla tevekkül ile “görelim Mevlam neyler, neylerse güzel eyler” diyerek “yavaş ve sakin” oluyor.
Fıkraların Gücü (AHA)
Yer ve zamanını doğru seçmek kadar, konu ve kişiye göre de çok dikkatli olmak gerek. Hele farklı kültürlerde çok daha önemli fıkrayı doğru mesajla anlatmak; anlatabilmek. Öyle ki çoklukla da anlatmamak gerek kabullerini iyice belirlemeden. Daha önce de yazdım. Farma temsilcileri (represantörler) için fıkra dağarcığı zenginliği doktorlarla diyalog geliştirmede hemen ilk yol; ilk adım. Anlatma becerin olacak. Yoksa sahip olduğun konuşma yetkinliğini eğitip sunum becerisine çevireceksin (AHA). Heybendekileri güncelleyeceksin. Bir fıkra anlatırsan ilgiyi ölçecek karşı tarafın da anlatması için bir yol açacaksın. Fıkraları tetikleyecek anahtar sözcükleri bileceksin; kullanacaksın. Kısa tutacaksın. Sözcükler kadar jest ve mimiklerini geliştireceksin. Bizim geniş ailemizde (C13Plus) en iyi fıkrayı Ekmel anlatır. Sözcükleri olduğu gibi kullanır. Onun ağzına yakışır. Kediye kedi der ve sen bundan tedirgin olmazsın. Bu nedenle Ekmel benim gibi grubun kabul sınırını bulmak için uğraşmaz. Yazımın girişindeki gibi masum fıkralarla yola çıkıp işi uzatmaz. Doğrudan konuya girer. Grupta mutlaka bundan hoşlanmayan biri çıkar. Ama o kişinin sesi çıkmaz. Ekmel’e göre: beğenmeyen gruptan çıksın isterse…
Geçen gün ZM68 den sevgili sınıf arkadaşım (MYÖ) biraz ayıplı bir fıkra anlatmayı istedi. Gruba taliplilerine mesaj yazdı. Başka kimler “bana anlat” dedi bilmiyorum ama ben dedim. Bana yazdı. Bu konuda bir diğer arkadaşım da istekli oldu. Henüz yeni bir grup oluşturmak için yeterince kişi sayısı oluşmamakla birlikte ben daha fazla bekleyemedim. Ben, diğer iki arkadaşımla “ZM68 FIKRA SEVENLER” adı altında yeni bir WhatsApp Grubu oluşturdum. Şimdi onlara yazdığım bir kaç mesajı copy/paste ile buraya alıp yazımın girişine “Kaymakamlaşmak” fıkrasını anlattığım bir öğrenme/ustalık yolculuğundaki video kaydımı yazıma ekleyeceğim. Bu fıkrayı esas olarak SSTC Öğrenme Yolculuklarının Üçüncü Gününde “Müşteri Responslarının Ele Alınması” bölümünde kullanırım. Paylaştığım video kaydı ise ABG’un orta ve üst düzey yöneticilerine verdiğimiz “Yönetim Becelerini Geliştirme Ustalık Yolculuğu“na aittir.
“AHA” ya gelince ! Sunum becerilerinin en önemli üç özelliğini gösterir bu kısaltma. Hani AIDA ile anlatmaya çalışım yıllarca
- Dikkatini çek (Attention);
- Dikkati İlgiye çevir (Interest);
- İstek yarat (Desire) ve
- Eyleme geçir (Action)
İşte bu dört adımın “Fıkra” ile kısalan yolu ve AHA’nın açılımı:
- Attention (Dikkati çek);
- Humour (Mizah kat) ve
- Action (Eyleme geçir).
Etkili bir sunum için ekranlardaki gibi bağırıp çağırman, sesini yükseltmen gerekmez. Çicero ile Seneca arasındaki farkı düşünün. İkisinin de senatoda savaş için nasıl konuşma yaptıklarına ve sonuca bakın. Çiçero senatonun en ateşli konuşmacısıdır. Konuşması bitince senato dakikalarca ayakta alkışlarmış. Seneca ise aksine çok sakin bir konuşmacı. Seneca’nın konuşması bitince senatörler ayağa kalkıp “Ne duruyoruz haydi savaşa gidelim” derlermiş. Önemli olan eyleme geçirmek.
Yeni grubumun iki üyesine belleğimde öne çıkan birkaç fıkranın listesini yaptım. Seçtiklerini blogumda uygun bir lisanla paylaşacağıma söz verdim. Aslında orijinal hali ile görsel konuşmalı olarak da yapmak nasip olur inşallah karşı kıyıya erişmeden bir daha toplanabilirsek. Her şey nasip meselesi:
[13:24, 28.09.2021] Mustafa Copcu: Az ayıplı biraz mesajlı düşündürücü birkaç fıkra listesi:
1.Dondurmacının önünde üç kadın;
2.Bursalı terzi Sadık
3.Amasyalı Ahmet’in stili
4.Temelin namazı ve “Allah’ın evinde…”
5.Temel ‘in sol omzundaki melek
6.Fark etmez
7.Kırmızı şarap
8.Isıtiysen iyi edisen
9.Ayağa kalk da konuş
10.Ormandaki yangın ve bit
11.G*tleri neden müdür yapıyorlar ?
12.Alinin bisikleti (stajdan kalma)
13.Cüce ama …
14.Çölün en hızlı devesi
15.Kaymakamlık (yazımın girişindeki video)
16.”Oy ben orospi miyem !
Fıkra değil ama fıkra kadar işe yarar
17.Vehbi’nin rücu şiirleri
Daha önce paylaştım ama listede bulunsun
18.Temel’in omzundaki kuş
19.Dursun’un üç yumurtası
20.Bacakları nasıl açtırırsın ?
21.Temel çıplaklar kampından neden kaçtı ?
Eski dildeki “müstehcen” bugün kullanılan “porno“ya göre hem söyleniş ve hem de kapsam açısından çok masum bir sözcük. Yukarıdaki fıkralar anlatım şekli ve anlatıcının ağzına göre müstehcen düzeyinde de kalabilir. Ancak aradaki “kırmızı ince çizgi” bir kez aşıldı mı geri dönüşü zor olur. Çoklukla kaş yapayım derken göz çıkar. Çok iyi anımsadığım bir fıkra anlattığım bir an var;
Belçika’dayız; tam Brugge’da Nisan ayının parlak güneşli son günlerinden birinde. Rehberimiz bir kadın ve disiplinli olduğu kadar da hoşgörülü. Ara sıra kendisine gidip gruba bir fıkra anlatmak istiyorum diyerek fıkranın özü ve mesajından bir özet geçiyorum. O da duruma göre yeri ve zamanı geldiğinde “Mustafa bey bize bir fıkra anlatır mısınız ?” diyerek mikrofonu bana uzatıyor. İşte tam Brugge’dan kanallar ve dantellerin güzelliğinden mutlu ve yorgun ayrılırken yine bu teklif geldi ve ben yukarıdaki (4) nci sıradaki fıkrayı anlatmıştım. Aslında içimden geçen (2) no.lu fıkrayı anlatmaktı ama bundan önce gruptaki iki şeyin olmadığına emin olmalıydım:
1.Grupta Bursalı olmayacak;
2.Çocuk sahibi olmayı isteyip de çocuğu olmayan olmayacak.
Sözün özü; üç şey geri gelmiyor. Yaydan çıkan ok; ağızdan çıkan söz ve boşa geçen zaman.
Sağlık ve esenlik içinde nice “mizah” dolu günlerin keyfinde anı yaşayabilmek umuduyla selamlar.
Öykücü