“…Cennet Cehennemden dönüyorduk. Otorite otobüsün arka koltuğunda tek başına oturuyordu. Dalıp gitmişti. Yalnızdı. Baş yardımcısı en verimli olduğu anda çekip gitmişti. Kalanlar geleceğin resmini çizmeye yetmiyordu. Otorite sıkıntılıydı. Kendisine sordum “Profesyonel kimdir ?”… Otorite bu soru karşısında ne düşünmüştü ? Yanıtını anımsamıyorum… Sessizliği bozmak için ben yanıtladım: “Otorite hırsızdır”… Buz gibi bir hava esti. Birşeyler yapmak gerek… Benzer sorunun bir parçasını yedi sene sonra yayımlanmış bir kitabın satırları arasında gördüm. Bu sorunun yanıtıyla öpücük arasında nasıl bir bağ olabilir ?…”
Merhaba
Dün Bostanlı sahilinde yürümek olanaksızdı. Fırtına azmıştı. Bir ara niyet ettim; kapıdan çıkamadım ve hemen geri döndüm. Yürüyüş bugüne nasipmiş. Kapalı bir havada yürüyüşü tamamlayıp dönerken yağmur başladı. Puslu hava, fırtına, yağmur ve Nisana yaklaşan Mart sonlarında kendini bulamayan bir iklimin ruhumdaki yansımaları…Arşivimdeki video karelerinden rastgele seçimler yaptım. İlkinde Nisan 2013 Çeşme’den Ocak 2016 Mavişehir’e uzanan süreçte aileme baktım ve montaja “bugün dünden güç bularak yarınlara uzanır” yazdım. Yarın için bugünü güçlendirmek amacıyla düne bakarken birden daha da gerilere gittiğimi hissettim. Önce 18 yıl önce Mersin ve daha sonra da onbir yıl önce CINOS’un üçüncü evresinde İzmir anılarım canlandı ve bir kavram çerçevesinde buluştu. Önce elimdeki kitabın ön kapağının arkasına yapıştırdığım bir elektronik posta çıktısındaki sözleri buraya aktarmak istiyorum. Ne işe yarayacak ? görelim.
Onbir yıl önce Mısır’daki yıllık toplantıda “Bee&Me” mesajıyla Pazarlama Müdürlüğünü devretmiştim. Tırtıllığımı düşünüp de “dünyanın sonu” algısıyla “tamam” demeye hazırken otorite “CDM (Competence Development Manager / Yetkinlik Geliştirme Müdürü)” rolünü oluşturup CINOS’taki son evremi dört yıl daha uzatıvermişti. Böylece tırtılın dünyanın sonu deyişine ustanın “kelebek” demesini bir kez daha anladım. Daha kurumsal çatı altında yiyecek ekmeğimiz varmış. Sürpriz olmuştu. Bir süredir birlikte çalıştığım genç iş arkadaşım, sevgili DB ile geç saatler kadar süren “pazar değerlendirme” çalışmasından sonra eve dönerken yaptığımız bir sohbeti satır aralarında yakaladığım mutluluğu kalıcı kılmak istemiştim. Hazzı (keyf) artırmaya çalışmıştım ve ertesi sabah aşağıdaki iletiyi yazmıştım:
(M.Copcu’dan DB’e 03.05.2005/09.16 > “Sevgili D…., Kimi zaman akla gelmez parçalar bir araya geliyor ve işte o zaman Geschtalt Felsefesi’ni daha iyi anlıyorum. Dün akşam üzeri işten birlikte çıkınca ve sohbet MAS6 (Kelebek Etkisi) da “Mikro Girişimcilikten Küresel Rekabete” konulu oturumda Prof.Dr.M.Y.Tınar (ESİAD Genel Sekreteri), Prof.Dr.A.Akgül (Milletvekili; Türkiye İsrafı Önleme Vakfı Başkanı), Dr.Oktay Varlıer (Alarko Yön.Kr.Bşk.V.) tarafından dile getirilen ve Prof.M.Yunus’la başlayan “Kelebek/Dalga Etkisi”ne geldiğinde, senin “Amsterdam/Aiesec/Prof.M.Yunus & DB” heyecanını gördüm; benden daha şanslı olduğunu anladım (kıskanmadım desem yalan olur). Bana biraz daha M.Yunus’tan bahseder misin ? Teşekkürler.)
Bu iletimi aynı zamanda oğullarımla (Ümit, Eray, Kerem) da paylaşmıştım ve aynı gün aradan bir saat bile geçmeden aldığım yanıtın güzelliğine bir bakın:
“DB’den MC’a 03.05.2005 / 10.03 > Mustafa Bey, Finlandiya’da başlayıp İsveç’te devam eden Corporate Social Responsibility konulu, Aiesec I Care’98 toplantısında tanıdım Muhammed Yunus’u. Benim yanımsıra 85 ülkeden toplam 350 üniversite öğrencisi Aiesec’li ile beraber. Ondokuz yaşımda böyle bir insanı tanımayı hak etmiş miydim ben, nasıl bir güzel şans ve ayrıcalıktı bu… Yaptıklarını kendi ağzından dinlediğim ve canlı canlı yanına gittiğim için duyduğum mutluluğu ve gönenci anlatamam. Sanki beşinci peygamberle tanışmak gibiydi (Bu betimlemeyi yıllar sonra eşimden duydum – Kaan bu sözü babası için kullanır…haklıdır-). Elini sıkıp, paylaştıkları için teşekkür ettiğimi hatırlıyorum. Muhammed Yunus yaklaşık iki saat süren bir oturumda, Hindistan’daki yoksul halka yardım gayesiyle yaptıklarını ve yerel halkın ve insanların çağrısına duyarlılığını ve insanların katılımını anlatmıştı. İçlerine (yanlış hatırlamıyorsam) 5$ konulup (belki de daha ufak bir paraydı, cent bile olabilir) kapatılan, kendisine yağan yardım zarflarını alırkenki sevincini. Şu an, anlattıklarını cümle cümle hatırlıyor olmayı dilerdim. İtiraf etmeliyim ben en çok, mütevazi duruşundan etkilendim. Sevecen, karamuk, ufak tefek, çok güzel gülümseyen, giysileri yorgun bir yaşlı adam. Gözleri parıl parıl parıldıyor, anlattıkça yaşayıp yaşattıklarını tekrar yaşıyor, daha mutlu oluyordu sanki… Muhammed Yunus tanıyıp unutamadıklarınızdan, hani varsa öyle bir çıkınınız, içine atıp biriktirdiklerinizden. Dün akşam sizin ağzınızdan ismini duyduğum ve heyecanınıza ortak olduğum için çok mutlu oldum ben. Dilerim çıkınlarımızda daha nice ortak güzellikler barındırız ve benim şansım da daim olur. Ben şimdi şimdi, bu yaşımda SİZinle çalışmış, sizden öğrenmiş olduklarım için de benzer bir duyguya kapılıyorum. Kâh kendimi şanslı hissediyorum kâh şanssız: insan böyle bir şansa GEÇ yaşında ermeliyid diyorum, geNç yaşımda erdiğim için, daha sonra yaşayabileceğim hayal kırıklıklarından korkuyorum. En içten sevgilerim ve saygılarımla“
Daha ne ister insan ! Kimi sözcükleri cümle içinde büyüterek vurgulamış ve ben de aynen yazdığı gibi aldım: “GEÇ ve GeNç” gibi. Yaşı en küçük oğluma yakın, güzel mi güzel, becerikli ve işinde usta ve hırslı, yabancı dili mükemmel bir çalışandı. Pekçok erkeği kıskandıracak düzeyde işine ciddiyetle bağlıydı ve sözünü esirgemezdi. Kimilerin değer yargılarında hırsnın düzeyi gereğinden fazla yüksek görülse de bence yaptığı işin ötesinde kariyer yolculukları olması gereken bir “talent” idi. Görebildiğim kadarıyla o görevde beklentileri gelişmedi. Benden sonra ne oldu, ne umdu, ne buldu bilmiyorum. Önce İzmir’de bir başka firma (Oyak/Tukaş) ve daha sonra İstanbul odaklı iş yaşamı çevrimi içinde devam ediyor benim bildiğim son on yıldaki ustalık yolculukları. Allah yolunu açık ve aydınlık etsin.
Sevgili DB nin bu iletisini daha sonra Syngillerin yönetim kurulu üyeleriyle paylaştım. Olumlu / olumsuz (sessizlik) geribildirimler aldım. En akılda kalıcı olanı, en öğretici olanı, özellikle hatalardan öğrenme adına en fazla mesaj barındıranı bu iletiden yaklaşık dört ay sonra aldığım bir geribildirim oldu. Birinci kural çiğnenmişti. Aradan geçen zaman bir geribildirim için gereğinden fazla uzundu. Etki ile tepki arasındaki zaman farkı yıpratıcıydı. Veriliş şekli tam da dostlar başına. Otorite “ben sizin babanızım, ben ne dersem o olur” sopasıyla odasına çağırdı ve beni ayrımcılık yapmakla suçladı. Hem de “yıldız oyuncu” listesinde hak ettiği kariyer basamaklarını hızla yükselirken ve bu amaçla kendisine yapılan yatırımın ROI si beklenirken; “CCL (Center of Creative Leadership)” eğitiminden döndükten sonra. Hep söylerim o kurumdaki eğitimin çatısını oluşturan, çerçevesini çizen, omurgasında yer alan konular 14 kitapçıkta toplanmıştır ve bunların dördü “geribildirim” verme üzerinedir. Böylesine haz duyduğum ve güzellikler barındırdığına inandığım iletiyi aldıktan dört ay sonra otoritenin fırçasında neler vardı:
* Bu iletiyi yazmak için mesaisinden bir saat ayırmıştır (Bu bir iş zamanı kaybıdır).
* Bu kadar duygusallığı iş yerine getirme; git ailende/çocuklarında göster.
* Bu kadar ilgiyi diğer çalışanına da gösterseydin o da böyle gelişirdi; ayrımcılık yapma.
Çıktığınız yolda engeller yoksa o yol sizi hiçbir yere ulaştırmaz; daha ne ister insan ! Hazza ulaşmak mı derdin yoksa acıdan sakınmak mı ? Yukarıdaki geribildirimlerde hangi kabul dürtün baskındır ? Seç beğen al. Sabır gerek. Etki ile tepki arasındaki boşluğu anımsa; o boşluğun senin özgürlük alanın olduğunu unutma. İki uç arasında savrulma. Tercih senin, “al atını gör tımarını” mı dersin; yoksa bu çatışmadan “yararlı bir işbirliği mi çıkarırsın“. Yetkinliklerini düşün ve beceri geliştir. Bir süre gerilse de sinirler daha dört yıl sürdü verimli beraberliğimiz ve de üstüne üstlük hâla keyifle görüşüyoruz. İşin sırrı ne ola ki ?
Gelelim “profesyonel öpücük” konusuna. Onsekiz yıl önce Mersin’deki otobüs yolculuğunda sorduğum sorunun esin kaynağı Ulaş Bıçakçı’nın bir köşe yazısıydı. Yanıtı da “profesyonel kalabalıklar içinde yalnız kalan kişidir” der soruyu yanıtlarken ve hemen ardından da ekler “profesyonel hırsızdır“. Ben de bunu söyleyince zaten canı sıkkın olan otoritenin yüzü daha bir asılıvermişti. “Aman” dedim kendime hemen devamını söyle yoksa otorite “adam asma oyunu“nun ya da bir yıl önce ayrılıp giden otorite yardımcısının sahnede okuduğu “sadrazam kellesi almak” deyiminin gereğini yapacak…Kendime uyarım işe yaradı ve hemen ekledim sözlerimi nefessiz “Profesyonel hırsızdır. Fikir hırsızı. Ve çaldığı fikrin kaynağını söyler”. Otorite rahatladı mı ? bilmem. Birkaç ay sonra beyin fırtınasında buluştuk. Ben “Kurbağa Fredy Öyküsü” ile program dışı dayatmamla sahne aldım ve bir yıl sonra ikinci global birleşmeyle CINOS’un üçüncü evresine geçince 216 kemik yerinden oynadı.
Yine gelemedim “profesyonel öpücük” konusuna. Bu ikili iki farklı konunun zihnimde oluşturduğu bir karmadır. İkisi de MC/DB iletişimin kopyasının yapıştırıldığı “Algılama Yönetimi” kitabını okurken 163 ve 228 nci sayfalar arasında oluşuveren bir kombinezonun yan ürünüdür. Önce 228 deki “profesyonel vs amatör” kıyaslaması ya da farkının test edilmesiyle ilgili sonucu özetleyeyim. Sevgili Ali Saydam soruyu yanıtlarken farkın “para” olmadığını vurgular. Belki de haftaya salı günü farklı bir sektörün önde gelen bir kuruluşunun otoriteleriyle yapacağım görüşmeye zihnimde bir pencere açar diye alıntılıyorum:
“...Amatör içinden geldiği gibi davranır, profesyonel ise seçilmiş davranış biçimleri sergiler. Bugünün profesyoneli kendini motive eder, aldığı ücretin karşılığını performansı ile öder, kurumuna karşı sadakatsız olmayı aklından geçirmez. Bu üç özelliğinin yönetimini şirketin insan kaynaklarından beklemez, tersine her üçünü de kendisi öder. Otorite profesyonelin kendisini motive etmesini özellikle bekler. “Şirket ya da üst yönetim beni motive etsin” diye düşünen, “Bana performansımı yükseltecek ortam sağlansın” diye bekleyen, “Ben dürüstüm ve şirketimi satmam, sadık bir adamım. Bu nedenle ödüllendirilmem gerekir” diye hisseden kadrolarla çalışmak istemeyen yönetici sayısı giderek artıyor...”
Bu nedenle kırk yıldan damıttığım “Şu GAT dünyada MASlaşmak için RAW mısın ?” sorusundaki “RAW”ın “W/Willingness” harfi için her konuşmamda “isteksiz”lere tahammülsüzlüğü çok sert bir uyarı ile dillendiriyorum. Hiç kimse motive olmak için telefonun çalmasını ve “hadi gel tostun hazır” denmesini beklememeli. Saydam beyin açıklamalarına bakınca haksız değilmişim demek ki !
Gelelim “Öpücük” konusuna. Ali bey dört öpücüğün açıklamasını sayın Hulusi Derici beyden öğrenmiş ve kendisi de buna eklediği “sandalyenin dört ayağı” ile kaçınılmaz sona nasıl gelindiğini anlatmaya çalışmış. Hulusi beye göre öpücüklerin kondurulduğu yere göre anlamları şöyle:
“…Ele konan öpücük saygıyı; yanağa konan öpücük dostluğu; alna konan öpücük şefkati ve dudaklarla buluşan öpücük aşkı simgeler”
Ali bey konferanslarında sandalyenin ayaklarıyla bu dört kavramı bütünleştirip birer birer eksilterek katılımcıların algılarını öğrenir ve sonunda karalar bağlamaktan ve kendimizin farklı olduğunu ikna etmeye çalışmaktan çok daha hayırlı; kolay ve daha az acılı iki yol, iki seçenek sunar. Sadece ikincisinden söz edip yazımı bitireyim. Yeri gelir ve “ilişkiye ötenazi hakkı” tanırsınız. Evirip kıvırmadan, “bırak böyle kalalım bir dargın bir barışık, nasıl olsa dünyada bütün işler karışık” demeden zorla güzellik olmayacağını anlayıp ilişkinizi efendi gibi bitirirsiniz. Ben yine de 2005 yılının Mayıs ayının ilk günlerinde bir güzelliği paylaşmak adına çıktığım paylaşmak amaçlı iletişim yolculuğunda taşa çarpmış isem de bu ikinci yolu kullanmadım ve faydasını da hep gördüm. Biraz sabır sınırlarınızı genişletebilirseniz, acı eşiğinizi yükseltebilirseniz öyle bıçağın kemiğe kolay kolay dayanmadığını anlarsınız ve taş sert de olsa, ateş yaksa da öğrenme ve ustalık yolculuklarından keyf almayı sürdürebilirsiniz. Yeter ki siz… RAW > RAF > RAP gelişimnde, istekten tutkuya uzanan yolun gönüllü yolcusu olun.
Sağlık ve esenlik dileklerimle.
Öykücü