Yaşam Büfesinde “AWARENESS / Farkındalık”

“…Doğrusu hiç aklıma gelmemişti, yüz yıllık bir takvimin dörtte üçünü tüketip, arkamda bırakacağım. Gençken ömür gölünün öteki kıyısı, o kadar uzaklarda görünüyor ki… Ve o kıyıya yaklaştıkça, çok yakın görünüyor arkada bıraktığın kıyı. Kıyıları her yolcusuna göre değişip duran, büyülü bir sudur ömür gölü. Bazen düşünüyorum “Hayat bana ne öğretti” diye…”

Merhaba

Yukarıdaki sözcükler ustamız Çetin Altan’dan bir alıntıdır ve devamını yazacağım. O buna “ömür gölü” demiş bense durmadan “yaşam büfesi” diyorum. Var bir benzerliği bence adıma ya da adamına göre anlam kazanan. Bugün kendimi ve duygularımı birazcık da olsa bu benzer sözcüklerin anlamıyla özdeşleştirdiğim için seçimim bu yönde oldu.

Oğlum Eray  “Neden bu kadar çok ara verdin yazılarına ?” diye soruyor. Soru doğru; soru güzel. Ancak yanıtım net ve olgunlaşmış değil. Belki Ağustos sıcaklarından; belki Ramazan ayında Nezuş’a eşlik eden tutumlarımdan ya da Casa De Maris’te beklenti ötesine geçen “COPCUs Plus (15)” lik mutlu bayram günlerinden… Doğru yanıtı bilmediğim gibi; yazısız geçen süreçten de pek hayıflanmadığımı görüyorum. Bundan da anlıyorum ki beni bu süreçte meşgul ettiği kadar mutlu da eden pekçok olgu var farkına vardığım ya da varmadığım. Öncelikle şükürlerim en üst düzeyde.

Ağustos ayı bana ve bize güzeldi. Sevgili dostum ve bir süre beraberliğimize etki katmak istediğimiz yılların SSTC uzmanı arkadaşım yönettiği ve yönetemediği pekçok faktörün etkisinde kritik eşiği henüz aşamadı. Çırpınışları sürüyor. Allah yardımcısı olsun. Allah onun bunca emeğini ve iyi niyetli çabalarını boşa çıkarmasın. Allah sağlığını korusun. Mutlaka aydınlık günlere erişecektir. Çünkü hiçbir emek boşa gitmeyecektir.

Bu düşüncelerle Ağustos sıcaklarında oğlumun şirketindeki kurumsallaşma çabalarına tanık oldum. Destek oldum; katkı sağladım ve gördüklerimden,  açılan kabul kapılarından mutlu oldum, gurur duydum. Önce biraz uzak kalmayı yeğledim. Patronun “3P” sinden “People/İnsan” a yatırım olarak bir öğrenme yolculuğuna çıkacaklarını gördüm. Yol gösterici konu uzmanını seçmelerine yardımcı olmaya karar verdim. Seçenekleri ikiye indirdiklerinde devreye girdim. Bu usul aslında Zeynep’in genel tutumudur. Yedi yıl önce evlilik öncesindeki hazırlıklarında da hep kararsızlık yönünde değil seçenekleri ikiyi indirdiğinde bizi seçimine ortak etmiştir. İşte ben buna “kolaylaştırmak” derim; “kararlılık” da denir benim kitabımda buna. Aferin Zeynep’e. Her neyse ! Biz şimdi gelelim Netdirekt’in “etkili iletişim” konusundaki öğrenme yolculuğu seçiminin sonuçlarına. Oturduk tartıştık. Bir kez daha test ettik. Parantez’li Utku (UN)’da karar kıldık. Çağırdık. Görüştük. Biz onu çok sevdik. Bir de baktık ki alıcı rolündeyken satıcı konumuna düştük. Sevgili UN’nun programı seçtiğimiz tarihteki beraberliğimizi olanaklı kılmadı. Ardından da konunun odağı “iletişim” den “SSTC Satış Becerilerini Geliştirme Ustalık Yolculuğu“na kaydı. Kaya Thermal’de Netdirekt’lilerle çok güzel bir Cumartesi (11.08.2012) geçirdikten sonra kendimizi geçen hafta Pamukkale beyazlıklarında yeni bir SSTC Ustalık Yolculuğunda bulduk.

Danışmanlık ve SSTC Uzmanlığı şemşiyelerindeki mutlu mesut günlerim sürerken bir de baktım ki bir telefon bizi Pamukkale’nin beyazlıklarına götürme çağrısı etkinleşiverdi. Yola çıkmadan kendime sordum “RAW mıyım ?“. Türkçesiyle;

1.Hazır mıyım ?

2.Yetkin miyim ?

3.İstekli miyim ?

Üçünde de yanıtlarım kesin “Evet” olmasına rağmen; bir hafta önce (14.08.2012) müşteriyi yerinde tanımak istedim. “Onurlu” ile randevum vardı. Gittim. Mazereti vardı. Kendisi yoktu ve oğul Varlık’la ilk karşılaşmamın onda iz bıraktığını sanmıyorum. Ancak hemen ardından Sadık’ın paylaşımları en ist düzeyde idi. “Sevdim bu işi” dedim kendi kendime. Yirmibeş yıldır çıktığım benzer ustalık yolculuklarını güncel (2012 pazar koşulları) ve yerel (ÖGB ve sektörel) kılabilmek için kendimi ve görsellerime yoğunlaştım. Öncesindeki bir hafta uykusuz geçti. Mutlu uykusuzluklardı. İşe yaramanın; bilgiyle yoğrulmuş beceriyi aktarmanın hazzı yetiyordu. Her ne kadar kendime “bugün hayatının son günü olsaydı yine de Pamukka’leye gelip eşinden ve çocuklarından ayrı dört gün geçirir miydin ?” sorduğumda “Hayır” yanıtını kesin veriyorsam da yarın benzer durum oluştuğunda “canım son gün de değil ki” diyecek aklımın bir diğer köşesi.

Lycus River’in gün ışığı gören, hem “U” düzeni ve hem de “konuşma halkası”na olanak veren salonunda onsekiz kişi gün boyu heyecanlarımızı yitirmeden dört gün geçirdik. Başlangıçta gözlerde ışık vardı “birazcık bilinmeyenin ürkek parıltılarında“; biterken gözlerde ışık vardı “memnuniyet ve heyecan duyma”nın yansımlarıyla. Video çekimlerinde hedefleri aşmak için çabaladılar. Aştılar da. Son gün gerçek olgu çekiminde öğrendiklerini uygulamaya çalıştılar. Şimdi bu ilk ustalık yolculuklarında kurumları adına “yaşam büfesinde sıraya girme” nin kurallarını gördüler; yaşadılar; test edip üstlerine oturtmaya çalıştılar. Yarınlarda beraberliklerimiz sürerse “yaşam büfesinde sırada kalma” niyet ve zihniyetlerini de sürdürürlerse “izleme çalışayları“nda ve bunu otoriteye beklediği sonuçlarla kanıtlarlarsa kimilerinin kariyer yolculuklarında “sırada öne doğru ilerleme / Liderlik ve Koçluk” ustalıklarıyla da birlikte olacağız demektir. Nasip meselesi. Peki benim için “değer mi ?”… Sorunun yanıtını sevgili Ç.Altan’ın sözlerinin tamamını vererek bulmaya çalışalım:

“…Doğrusu hiç aklıma gelmemişti, yüz yıllık bir takvimin dörtte üçünü tüketip, arkamda bırakacağım. Gençken ömür gölünün öteki kıyısı, o kadar uzaklarda görünüyor ki… Ve o kıyıya yaklaştıkça, çok yakın görünüyor arkada bıraktığın kıyı. Kıyıları her yolcusuna göre değişip duran, büyülü bir sudur ömür gölü. Bazen düşünüyorum “Hayat bana ne öğretti” diye.

Pek bir yanıt bulamıyorum. Sadece gözlemim o ki, bedelini ödemeden geçemiyorsun ömür gölünü. Ya bedelini peşin peşin ödeyerek yaklaşıyorsun öteki kıyıya; ya öteki kıyıya bedelsiz yaklaşmaya kalkıyorsun ve kabaran dalgalarıyla göl, mutlaka senden çıkartıyor geçişin bedelini.

Bazen “Başarı nedir ?” , “Mutluluk nedir ?” soruları da takılır aklıma. Ömür gölünden geçerken gördüm ve anladım ki, insanlar bu tür soyut kavramların tanımlanmasıyla pek ilgilenmiyorlar. Örneğin kimi servet sahibi olmayı başarı zannediyor, kimi politik paye sahibi olmayı. Bana sorarsanız başarının çıtası çok daha yüksek. “Kimseye yalan söyleme ihtiyacı duymayacak bir düzeye erişmiş olarak yaşamaktır başarı; dürüst olduğundan ötürü değil, ihtiyaç duymadığından ötürü”. Picasso yahut Einstein, kime karşı duyacak ki yalan söyleme ihtiyacını ?

Mutluluk” ise sevdiğinle zamanı süresiz unutmaktır” bence…”Başarı”yla “Mutluluk” da pek beraber olmuyor. Mutlular boş veriyorlar zamanı başarıya doğru kanatlanarak unutmaya…

Ve yine bendenize göre, ömür gölünü geçerken sevdiğin işle uğraşmaktan aldığın lezzet; ondan sağladığın kazancı harcarken aldığın zevkten daha büyükse, pekala “yaşamış” sayılabilirsin. “Varlıklı” olma haşmetiyle gözleri kamaşanlar, görmeyebilirler “var olma” nakışlarının gizli tadını…”

Hele finaliyle bu kadar mı güzel olabilir bir yazı. Ne demek o öyle “var olmanın gizli nakışları“… Şimdilerde pekçok kişi “nakış” sözcüğünün ince anlamını bilmez. Çünkü dillerden yok olup gitmiştir bir şarkının/türkünün o ince nağmeleri “ibrişim örmüyorlar… sevmişim vermiyorlar…” İbrişimi bilmeyen nakıştan anlar mı ki ? O sert bir ipek olup da elinin teriyle işledikten sonra iğne oyasında kullanırsın. Göz nuru ile de neler neler çıkar ortaya senin yüreğini anlatan.

Nice ustalık yolculuklarınız varolmanın gizli nakışlarının hazzı ile mutlu ve aydınlık yollarda sürüp gitsin.

Öykücü