Yaşam Büfesinde “Pentamen”

“…Ömrümüzün son demi son macerasıdır artık / Maziye bir bakıver neler neler bıraktık…; Dün hava bahar gibiydi. Tüm Copcuların mutlu yüzlerini görüp, seslerini duyarak Güzelbahçe’de sevgi dolu bir ortamda yeni yıla girdik. Bugün ise 23 derece ile sanki yaz. Kışın orta yerinde böylesi güzel hava; Allah encamımızı hayreylesin (01.01.2010);Grup toplantı salonuna pek mutlu olarak gelmedi. Ne var ki kaçış yolları yoktu. Emir büyük yerden gelmişti. Baş otorite ile aramdaki ilk amirimin bu çıkışımdan memnun olmadığını görüyordum. Ben bunu hep yapıyordum. Onlar hep kızıyorlardı. Ben uslanmıyordum. Bu nedenle geçtiğimiz Kasım ayının son haftasındaki “Yönetim Becerilerini Geliştirme Öğrenme Yolculuğunda (YBGE) özellikle vurguladığım bir slaytta R.Bach‘ın Martı‘sından esinlenerek demek istediğim gibi “sınamazsan gücünün sınırlarını bilemezsin ya da “çılgınlıklarından yoksun bırakılmış insanlar, kanatları koparılmış arılara benzerler; uçamadıkları için bal yapamazlar” yazan bir diğer görselimle vurguladığım gibi ben bunu bilerek yapıyorum. Sonuçlarına razı olarak yapıyorum. Bir diğer anlatımla “Rubicon’u bilerek geçiyorum”. Zarları atıyorum. Geri dönülmeyecek sözleri söyleyip eylemlere geçiyorum. CINOS’tan önceki Enstitü yıllarımda da hep yaptım. CINOS’tan sonraki 28 aylık uzatılmış ABG danışmanlık rolümde de yaptım. Özellikle iki düzine yıllık CINOS’un her üç evresinde de bile bile, gözlerine soka soka yaptım. Her zaman da sonuçları beklentileri aşan verimlilikte olunca onlar da göz yummayı benimsediler…” 

 

Pentamen “Kurtuluş Öyküsü” ; Bir gün belki hayattan, geçmişteki günlerden, bir teselli ararsan…

Merhaba

Benim adım “Hıdır; elimden gelen budur” diyerek dört günlük yılbaşı kısıtlarıyla koronayı şaşırtmak isteyen otorite keşke saray ve kanal sevdasından vaz geçip de sıkıntı çekenlere “empati” yapabilse… İşte bu “elle gelen düğün bayram” görünüşünde anlayabilirdim vicdanlı olmanın ne demek olduğunu ki “heyhat“…Gittikçe zorlaşan yaşam koşullarında ruhum incinirken  kindar ve arsız yaklaşımların cengizvari hep birlikte koyma etkisinin hala artarak sürdüğü algısından kurtulmam olanaklı değil…Ve Ziya Paşa’nın sözlerine bakıp “Bais i şekva bize hüzn ü umumidir Kemal / Kendi derd i gönlümün bizzat gelmez yadına“… çalışanların büyük çoğunluğunun “+90 kuruş” kıskacında oluşuna teğet geçen ilk mısra anlatır “şikayetimin sebebini“; ki binlerce şükür ikinci mısrada sözü edilen “kişisel derdim” yoktur yaşam gölünün karşı kıyısı görünürken ve “EKÜPlus” olanaklarında evimiz dolup taşarken…

On yıl (2010) ve beş yıl (2015) geriye bakarak Ocak ayının ilk yazılarımı yeniden okuyup kimi bölümleri alıp yazımın girişine koydum. On yıl önce iki düzine yıl sonrasında keyif veren iki düzine ayı aşkın danışmanlık rolümün ikinci yılına başlıyordum. Önceki yıllarda İsviçre odaklı, Avrupa ülkeleri ağırlıklı ve Singapur’dan Brezilya’ya uzanan açılımlı yurt dışı seyahatlerime Türkmenistan ve Azerbaycan eklenmişti. Hazar Denizi kenarında oluşturduğum “Konuşma Halkası” aslında bir zorunluğun sonucuydu. Montaj film hazırlamıştım. LCD projektör ve ses düzeni götürmüştüm. Ne var ki gittiğimiz yerde elektrik yoktu. Bu durumda 2005 yılında Paris’in doksan kilometre kuzeyindeki tarihi bir şatonun gün ışığı gören toplantı salonunda “Çerçeve Çalışmaları Eğiticinin Eğitimi” öğrenme yolculuğuna katıldığımda öğrendiğim “32 Küçük beceri” den biri olan “Konuşma Halkası“nı gerçekten çok beğenmiş ve hemen her koşulda uygulamasını bir kez daha test etme olanağım ortaya çıkmıştı.

Beş yıl önce (2015) gerçekten de “Mustafa Artık Serbest” idi. Enstitü yıllarımın verdiği disiplin, CINOS‘taki 24 yılın farklı dallardaki ustalıkları ve ABG taki iki yılı aşkın beraberliğin açılımları sonucunda Netgillerde “Bilginin Zekatı” ya da “Dibine ışık veren mum” olabilme gönüllü beraberliklerinde keyifli günlerim gelişyordu. Buna bir de “Yunt Dağının Kanatları” yatırımın bürokratik sıkıntıları aşma serüveninin gelgitleri eklenince günler günleri hızla kovalamaya başlamıştı. Günlerin hızı nasıl değişiyordu ?

Pentamen’e gelinceye kadar…

Ergenlik yıllarımda babamla tavla oynarken “dü şeş” le iki kapıyı kapattıktan sonra “pencü se” ile içeriye kapı alınca “penç” ile “penta“nın yollarının bir gün birleşeceğini bilmiyordum. Ya da penç ile penta’nın zamanın behrinde aynı kökten geldiğini kimse söylememişti. Zihnimi yokluyorum ve “hekzagonal” sözcüğü ile “altıgen“i anımsıyorum ve “pentagonal” dan bir iz bulamıyorum. İzlediğim ilk kovboy filmlerinde kızılderililer ve kırmızı ceketliler vardı. Okuduğum çocukluk çizgi romanlarımda da Konyakçı ve Profesör veya Rodi ile Suzi vardı ve henüz “Pentagon” nedir bilmiyordum. Enstitü yıllarımda “Pis Kokulu Yeşil Böcek (Nezara)” in ait olduğu familyanın adının “Pentadomidae” olduğunu öğreninceye kadar “Penta” ile “Beşli” bağını kuramamıştım. Bu bilgiye bir de buğday tohum ilaçlarındaki zorunlu değişimin getirdiği “PCNB (Penta Chlora Nitro Benzen)” eklenince “penta” güncele perçinlenmişti. Yıllar sonra, bugün (02.01.2021) yetmiş yediye iki hafta kala “Pentamen” sözcüğünü uydurmaktan amacım yaşadıkları mahalleden okuyarak kurtulmak ve kaderlerinin kalemini kurtuluş için kullanmak zorunda olan beş arkadaşın öyküsüne “maziye bir bakıver” ile değinmek istiyorum.

Taşradan gelen Somalı Mustafa’nın “Bakkal Amcanın Oğlu” olarak Ortaokul ikinci sınıfta (1958) başlayan seçiciliği tek bir yere odaklanmıştı. Alaçatı’dan gelip aynı mahallede “Komşu Kızı” olan Nezuş’la sabah ve akşam troleybüs yolculukları kısa sürede sevdaya dönüşmüştü. Özellikle Lise yıllarında yoğunlaşan beraberlik platonik bir aşkın olgunlaşma süreci içinde beklentilere erişmeyen gerçeklerin baskısında zaman ya çok hızlı akıyordu veya geçmek bilmiyordu. Bu oluşumlar içinde “Zeytinlikli Beş Genç” daha sonra “Pentamen” dediğim beraberlikle kaderi paylaşıyorlardı. Bunlardan  üçü (Mustafa, Latif ve Mahmut) aynı yaş ve sınıf dönemindeydiler. Aynı yıl (1963) liseye başlamışlardı: İzmir Atatürk Lisesi. Beşliden ikisi, Mustafa ve Latif, okul yanında kız arkadaş konusunda diğer üçünden çok daha fazla etki altındaydılar. Lise birinci sınıfta “İftihar Listesi”ne giren Mustafa ile Latif ve Mahmut’un lise ikide altışar zayıfı vardı karnelerinde. Turgutlu’dan gelip ablasının yanında liseye giden Mahmut karnesindeki kırıkları Eylülde de düzeltemeyince sınıfta kalmıştı. Çiftçi olan babası “Bana tarlada adam lazım” deyip Mahmut’u okuldan aldı; okutmak istemedi. Ben ve rahmetli Latif Turgutlu’ya gidip babasını ikna ettik (bunu nasıl becerdik bilmiyorum) ve Mahmut bir yıl geriden Şaban ve Nail ile tahsiline devam etti. Böylece “Pentamen (Beş Adam)” öğrenim yolculuğunu beraberce sürdürdü. Çünkü “Pentamen”in okumaktan; okuyup adam olmaktan başka çaresi yoktu. Neden ?

Pentamen‘i oluşturanlar: Ben (Mustafa) ve Lâtif, Mahmut, Şaban ve Nail idi. Beni satır aralarında göreceksiniz ve diğer dördünü kısa anektodlarla tanıtmaya çalışacağım.

Pentamen Kurtuluş Öyküsü

Beşlinin hepsi İzmir’in kenar mahallesinde Zeytinlik‘te (Tepecik olarak öykülendik) yaşıyorlardı ve buradan kurtulmaları gerekliydi. Tek kurtuluş yolu da okumaktı. Hemen hepsi birer piyondu; vezir olma şansları vardı. Çalışkandılar. Hırslıydılar. Okumak için ailelerden asgari destek olanakları vardı. Ben ve Mahmut hariç diğer üçü için ve özellikle rahmetli Lâtif için bu destek gerçekten ama gerçekten çok azdı. Mahmut’un babası çiftçiydi. Turgutlu’da bağ bahçeleri vardı. Tahsiline ablasının yanında sürdürmesi ona ne gibi artı ya da eksiler sağlıyordu ? bu sorunun yanıtını tam olarak bilmesem de taşralı zor babanın tutumu azıcık sertti. Mustafa (ben) babası bakkaldı. Ellili yılların sonlarında durumu iyiydi. Daha sonra işletme sermayesini iki taşınmaza yatırınca ve artan rekabet baskısında kendini yenileyemeyince altmışlı yılların ortasında, tam da benim talebeyken evlenme günlerimde (1965) iflas etmenin arifesindeydi. Okuyup kurtulmam zaruriydi. Rahmetli Lâtif beş kardeşti ve tek bir odada geçiyordu yaşam. Bir kış günü çok yağmur yağdı ve tek odanın duvarı yıkıldı. Latif’le ben uzunca bir süre birlikte bizim evde yaşadık. Nezuş her zaman eleştirel olarak anlatır bizim ikimizin mavi keten pantolon ve kırmızı tişörtlerimizle kahverengi imperteks yağmurluklarımızı (tornadan çıkmış gibiydik ve bu görüntü Nezuş’u kızdırırdı).  Rahmetli babam bana bir giysi alırken Latif’e de alırdı aynısından. Latif’in babası rahmetli Ömer amca gaz ocak tamir ederek ve Fuar’da bir metre kare yer kiralayıp (Gül Bahçesi’nde ihale ile) tartı aletinin başında tartılanlardan aldığı birer lira ile yaşam savaşı veriyordu ve yedi kişilik aile içinde tek çalışandı. En zor durum Latif’indi. Okuyup kurtulmaya mecburdu. Okudu. Birlikte EÜZFakültesi’ni bitirdik. Gençlik aşkı Ziynet’le evlendi. İki oğlu oldu. Kendisi “Tarım Ekonomisi” dalında kariyerini sürdürdü. Doktorasını Almanya’da Giessen Üniversitesinde yaptı. O günlerde adı “Ortak Pazar” olan “Avrupa Birliği” konusunda yaptığı doktora sonrasında aldığı projelerle kürsüsüne pek çok olanak (santral, araç, eleman) sağladı. İtiraf etmeliyim ki benden bile on kat dürüst biriydi ve dürüstlüğü arnavut inadıyla sonuna kadar sürdürürdü. “Pentamen” den beni görüyorsunuz; öykülerimden beni tanıyorsunuz ve beni daha fazla anlatmak gerekirse bunu da bir başkası yapmalı. Sevgili Lâtif çalışkanlığı ve dürüstlüğü ile Tepecik’ten kurtulmanın ötesinde yaşama yaptığı katkılar çok daha fazla övgüyü hak ettiğine inanıyorum. Profesörken genç yaşında kansere yenik düştü (1985). Eşi Ziynet üzüntüsünden fazla yaşamadı. O da kısa süre sonra vefat etti.

Turgutlulu Mahmut lisede kaybettiği bir yıldan sonra öğrenimini başarıyla sürdürdü. Üniversite yaşamını Almanya’da yapılandırdı ve “Hava Meydanları Yüksek İnşaat Mühendisi” oldu. Almanya’da bir Türkle evlendi. Bir oğlu, bir kızı oldu. Türkiye’ye gelince İzmir’de Adnan Menderes Havalimanı inşaatında Devlet Hava Meydanları ve Limanları’nda görev aldı. Daha sonra Bayındır inşaatta İzmir/Çeşme otoyolunun yapımında çalıştı. Ardından kendi şirketini kurdu ve şimdi oğlum Ümit’le birlikte Kemalpaşa’da aynı sitede, dağ evlerinde yaşıyorlar. “Özdeşkent” isimli bu site seksenli yıllarda rahmetli Lâtif’in önderliğinde kurulmuştu.

Zeytinlikli Şaban’ın babası “Bakkal Abidin” idi ve evlerinin bir odasını küçük bir bakkala çevirip başta ekmek olmak üzere sattıkları az sayıdaki ürünle aile gelirlerine katkı sağlıyorlardı. Ailecek hepsi çok çalışkandırlar (zor koşulları yaşayan göçmenlerin ne kadar çalışkan olduğunu hem enstitümndeki Atatoprak‘lardan hem de seksenli yıllarda Bursa’da gördüğüm Bulgar göçmenlerinden çok iyi biliyorum). Abidin amca Tekel’de çalışan bir işçiydi. Sanırım Şaban’ın üç kardeşi daha vardı ve kardeşi Mehmet ABD’ne gitmiş ve bir daha yurda dönmemişti. Her neyse ! Biz yine “Pentamen” e ve Şaban’ın bugüne uzanan “kurtuluş öyküsü“ne dönelim. Şaban, bizden bir yıl sonra (yaşı bizden bir yıl küçüktü) İzmir Atatürk Lisesi’ni bitirdi ve üniversiteyi Mahmut gibi yurt dışında okudu. İngiltere’de “istatistik” tahsil etti ve dönüşte EÜniversitesi’nde sevgili Oğuz abimizin (rahmetli Prof.Dr.Oğuz Manas) yanında “Elektronik Hesap Merkezi“nde göreve başladı. Profesör oldu. Karşıyakalı güzel bir kızla evlendi. Karşıyaka’ya yerleşti. Sevgili Lâtif’in erken ölümünden sonra biz “Pentamen” beşlisi her ay gerçekleştirdiğimiz evcek, aile toplantılarını sürdüremedik. Şimdilerde sağ ve esenlik içinde emeklilik keyfini sürdürdüğünü umut ediyorum ve kendisine özlem dolu selam ve sevgilerimi yolluyorum. Şaban gençliğimizde hedefimiz olan Tepecik’ten kurtulmayı beşimiz gibi okumakla gerçekleştirmekle birlikte her zaman “Tepecikli Olma“yı bir övünç vesilesi yaptı; dilinden hiç düşürmedi. Belli ki zorluklardan kurtulma serüveninde onu etkileyen sadece mutlu sona erişmek değil, bu sonuca eriştiren sürecin derslerine de önem vermek oldu. Bunu yapabilene ne mutlu !

Pentamen“in beşinci üyesi Nail’e gelince… O da Latif ve Şaban gibi askeriyeye uzanan çıkma sokakta oturan bir işçi babanın çocuğu idi. İçimizde sadece Nail, Namık Kemal Lisesi mezunu oldu. Kendisini en son Haziran 2005 de Kerem’in nikahında gördüm. Meğer dünürüm Mithat beyin Mordoğan’da komşusuymuş. Nail EÜTF ni bitirip doktor oldu. Hepimizden daha solcuydu ve aktif solcuydu. Bu nedenle kimi eylemli sıkıntılar yaşadı. Doktor bir arkadaşıyla evlendi. Ortopedi dalında uzman oldu. İzmir’de hem kamuda çalıştı ve hem de özel muayenehane açtı. Sanırım Nail de mutlu, mesut, torun torba sahibi olarak İzmir’de yaşamını esenlikle sürdürüyordur.

Sözün özü; Pentamen‘in hepsi Tepecik (Zeytinlik)‘ten kurtuldu. Bu kurtuluşu okumakla yaptı. Hepsi üniversite sonrası çalışma hayatını İzmir’de gerçekleştirdi. İçlerinden sadece sevgili Lâtif kansere yenik düşüp genç yaşta (49 yaşında) vefat etti. Rahmetli Lâtif beraberliği sürdürmede her zaman bir harçtı, yapı taşıydı, kilit taşıydı. Öyle ki ilkokul arkadaşım olan rahmetli Somalı Süleyman‘ı bile her ay bu toplantımıza tee Soma’dan özellikle davet eder ve o gece kendi evinde konaklatırdı. Lâtif’ten sonra sürmedi buluşmalarımız; ama benim gönlümde Pentamen anıları hep canlı ve esas olan Tepecik’ten Karşıyaka, Bornova, Kemalpaşa ya da Güzelyalı’ya uzanan büyüme, gelişme ve dönüşmenin yolculukları sorasında kazanılan deneyimler ve dersler pek çok mesajlar içermektedir. Kendi adıma Tepecik’te 1958 yazında başlayan İzmir yaşamım önce Nezuş’la beraberliği, yedi yıl süren sevdanın sefa ve cefası, talebeyken evlenmenin sıkıntıyla örgülenmiş avantajlar, kurtuluş için tüm dersleri tek sınavla geçme, sınıf ve okul birincisi olmak için sadece çalışmak, kitapsızlıktan dolayı yazmak ve hep yazmak; talebeyken baba olmak, Erzurum’daki askerlikte balayını yaşamak, ebeveynlerle birlikte geçen on yıla yakın birlikte yaşamanın disiplini, C13 oluncaya kadar yaşanan onca güzelliğin barındırdığı öğretiler ile “yaşıyorsan bitmemiştir” ve “sınamazsan gücünün sınırlarını bilemezsin” diyebilmek hep “pentamen” olarak çıktığımız zorlu yolun kazandırdıkları oldu. Binlerce şükür. Daha ne ister insan.

Sağlık ve esenlik dileklerimle yolunuz açık ve aydınlık olsun.

Öykücü