Mustafa COPCU » Blog Archive » YaÅŸam Büfesinde “Öğrenme Yolculukları”

YaÅŸam Büfesinde “Öğrenme Yolculukları”

“…Ünlü doÄŸa bilimci Dr.L.Agassiz’in bir konuÅŸmasını dinledikten sonra kadın, geçmiÅŸte hiçbir ÅŸey öğrenmeye fırsatı olmadığından ÅŸikayet eder. Bunun üzerine konuÅŸmacı, ona ne iÅŸ yaptığını sorar. Kadın, ablasının iÅŸlettiÄŸi pansiyonda bütün gün patates soyarak ve soÄŸan doÄŸrayarak ona yardım ettiÄŸini söyler. Dr.Agassiz sorar, “Hanımefendi, bu ilginç ev iÅŸlerini yaparken nerede oturuyorsunuz ?. “Mutfak merdiveninin alt basamağında” der kadın. “Ayaklarınız nerede duruyor ?” diye sorusunu ilerletir Dr.Agassiz. “Sırlı tuÄŸlanın üzerinde“. “Sırlı tuÄŸla nedir ?”. “Bilmiyorum efendim”. “Ne kadar zamandır orada oturuyorsunuz ?”. “On beÅŸ senedir“. Dr.Agassiz karını uzatır ve “Hanımefendi, bu benim kartivizitim. Lütfen bana bu sırlı tuÄŸlanın ne olduÄŸunu anlatan bir mektup yazar mısınız ?…”

Merhaba

Marion D.Hanks‘ın “Londralı Meçhul Kadın” öyküsünün sonunda 360 sayfalık bir kitap çıkar. Lord Chesterton bu öyküden ÅŸu mesajı çıkarır İlgi çekmeyen ÅŸeyler yoktur; sadece ilgisiz insanlar vardır. Geçen sene 14 Ocak’ta Adana’ya özel bir amaçla gittim. Yıl boyunca bu seyahatlerimi altı kez yineledim. Her seferinde öğrendiklerim adım adım arttı. Hiçbir zaman yetmedi. Yetmezdi de. Bu ayın başında dört güzel toplantıyla öğrendiklerimi çerçeveleyip kurumsal beklentiler doÄŸrultusunda seçilmiÅŸ dış müşterilerle paylaÅŸtım. Yıl içerisinde de seyahat sonrası raporladım. Bunu yaparken öğrendiklerimi, izlenimlerimi ve algılarımı zaman yıpratmadan hemen aktarabileyim diye raporlamada hızlı davranmaya çalıştım. Yıllardır bunu yapıyorum. Bunu yaparken çoÄŸu zaman da yazılarımın konu kısmına “demir tavında dövülür“ün İngilizcesi olan “strike while the iron is hot” yazıyorum. Kimi zaman bu sözcükleri “ütüyü sıcakken vur ki…; pantolonu gösteren ütü…” gibi de anlamak istiyor aklım. Bunu ısrarla hep yaparken sabırla da geribildirim bekliyorum. Bekliyorum ki bir Allahın kulu çıksın ve “teÅŸekkür ederim; seni duydum ve bence…” diye yazsın. İsterse en acımasız eleÅŸtirisini göndersin. İsterse “abicim sen iÅŸine bak, sen icraat sahibi olmadığına göre karışma bu iÅŸlere” desin. Herkes bunu yapmada usta olmalı. Çünkü etkili performans yönetiminin temelinde iletiÅŸim ve özellikle “geribildirim vermek ve almak” yatıyor. Hani eskilerin güzel bir sözü var ya “marifet iltifata tabidir”; iÅŸte bu ifade diyalogu geliÅŸtirmenin gereÄŸini anlatıyor. KuÅŸkusuz “diyalog” sözcüğünün en net anlamının da “anlam akışı” olduÄŸunu bilerek ve hep akılda tutarak yapılmalı. Yapabilene ne mutlu !

Şimdi yukarıdaki kısa öykünün devamını aktarayım:

“… Kadın bu isteÄŸi çok ciddiye alır. Sözlükleri karıştırır. Ansiklopedide bir yazı okur ve sırlı tuÄŸlanın vitrifiye kaolin ve hidro alüminyum silikat olduÄŸunu öğrenir. Ne olduÄŸunu anlamadığı için bunu da araÅŸtırır. Müzelere gider. Jeoloji çalışır. Bir tuÄŸla imalatçısına gidip 120den fazla tuÄŸla ve karo çeÅŸidi hakkında bilgi alır. Sonunda tuÄŸla ve karolar hakkında 36 sayfalık bir tez yazarak Dr.Agassiz’e gönderir.

Dr.Agassiz yazdığı cevapta, eÄŸer yayınlanmasına izin verirse kendisine 250 $ ödeyeceÄŸini bildirir. Sonra sorar “O tuÄŸlaların altında ne vardı ?”. “Karıncalar” diye cevap verir kadın. “Bana karıncaları anlatır mısın ?” der Dr.Agassiz. Kadın karıncaları derinlemesine araÅŸtırır, sonra da 360 sayfa yazarak Dr.Agassiz’e gönderir. O da bunu kitap halinde yayınlar. Kadın kazandığı para ile hep görmeye can attığı yerleri ziyaret etme olanağı bulur…”

Bu öyküyü yorumlarken, Hanks soruyor : “… Åžimdi bu öyküyü dinlediÄŸinizde, altında karıncaların gezindiÄŸi vitrifiye kaolin ve hidro alümünyum silikat parçalarına ayaklarınızı dayayarak oturduÄŸunuzu iyice hissediyor musunuz ?…” Lord Chesterton cevap verdi “İlgi çekmeyen ÅŸeyler yoktur; sadece ilgisiz insanlar vardır“.

Bir yıl geriye doÄŸru “gümüş tepside sunulan altın” a baktığımda her adımda öğrenme zenginliÄŸimi hissediyorum. İzmir’de duyduÄŸum, Mersin’de yinelediÄŸim, Erzin’de inancına tanık olduÄŸum en sorunlu bahçede, tarafsız, en yetkin uzmanlarca yapılan çalışmanın öykülendirilmesinin etkisine hayran kaldım. Ruhumdan içeri girdi. İşte o anda “Pretty Woman/Özel Kadın” filmindeki sözleri anımsadım. Farkı anlamıştım. Fark ruhumdan içeri iÅŸliyordu. Artık benimle özdeÅŸleÅŸen öykü elimden, dilimden ve yüzümden bir baÅŸka yansıyordu. Mersin’deki toplantıya katılan bahçe sahibi Fevzi beyin teÅŸekkürü; elde edilen mükemmel sonuçlarla para eden ürün ve üç yıldır ödenmeyen borcun ödenmiÅŸ olması nedeniyle Seyfettin beyin teÅŸekkürü de öyküye güç katıyordu. Öykünün gerçeklik düzeyi yükseliyordu. Birkaç ay sonra yinelenen seyahatte ben kırmızı tulumlu ve Enstitülü uzman meslektaşım Dr.G ise poÅŸulu idi en potansiyel turunçgil bahçesindeki karşılaÅŸtırmalı uygulamaları birlikte incelerken… Konu bana yabancıydı. KiÅŸiler bana yakındı. Paylaşımlar dostçaydı. GeniÅŸ alanlar için verilecek kritik dönüşüm kararları için usta çiftçinin uzman danışmanı duyarlıydı. KuÅŸ sesleri altında nesil, birey ve ölü/canlı ayrımlarıyla eriÅŸilen yargı karar vericiye net ulaşıyordu. Mükemmeldi. Öğreniyordum. Güzellikleri görüyordum. Bunu bir yıl içinde beÅŸ kez yineledim. İkisinde İncesu’lu idim. Onun heyecanları da bir baÅŸka güzeldi. GeçtiÄŸimiz yıl ülkemde tüm bitki koruma sektörü oyuncuları için çok iyi geçmiÅŸti. Ürünler, sorunlar, finansal fırsatlar satışları katlamıştı. EriÅŸilen sonuçları zor yıllardaki bireysel çabaların, gayretlerin verimliliÄŸi olarak görürken, yargılarken dikkatli olmak gerek. En azından hedef zararlının bir nesil fazla vermesinin farkına varanlar 2010 yılı koÅŸullarında tek ilaçlamanın yetmediÄŸini görmüşlerdi. Onlar ikinci ilaçlama için tereddüt etmemiÅŸlerdi. Kimileri de en yeninin içine yıllanmışı da koyarak riski yönetirken korkularının ağırlığını biliyorlardı. Herbiri kendi koÅŸullarında kendi bahçelerinin mühendisi olarak ya da diÄŸerlerinin bahçelerini yönetirken “güven veren uzmanlar” olarak en iyisi için becerilerini sergiliyorlardı.

Bu görünüm sadece bir beceri sergilemesi miydi ?

İş İdaresi yazarı ve danışman David Maister diyor ki “Bakımsız bırakıldığında, bilgi ve beceri bütün diÄŸer varlıklar gibi deÄŸerinden kaybeder- hem de inanamayacağınzı hızla”. Bu nedenle önceki yazılarımdan birinde “diplomanızın geçerlilik süresi ne kadar ?” diye sormuÅŸtum. Bu nedenle , “umumi tuvalet örneÄŸi ile kokulara duyarlılığını hızla yitiren, kolaylıkla alışan burnumuz gibi, kendimizin de eskiyip kokuÅŸmuÅŸ bilgilerimize” nasıl alıştığımızı ve nasıl öğrenme eyleminden uzak kalmayı yeÄŸlediÄŸimize deÄŸinmiÅŸti Prof.Dr.A.BaltaÅŸ 16.10.2008 deki söyleÅŸisinde. Tam bu noktada aklım bir baÅŸka kulvara giriverdi. Yirmi iki Ocak 2011 de Bursa’daydık bir düzine Copcu olarak Barış’ın doÄŸum gününü kutlarken. Gecenin ilerleyen bir saatinde oÄŸlum sevgili Ümit (yarın onların ailecek Amerika’dan saÄŸ salim dönmesini bekliyorum) sevgili Yılmaz Özdil’in köşesinden aldığı bir deyiÅŸi aktarıverdi. Allah selamet versin Meclis BaÅŸkanlığı döneminde sevgili Genç’in birçok kez denediÄŸi halde tam olarak söyleyemediÄŸi sivrisinekli özdeyiÅŸin güncel halini çok sevdim. Onu, bugün, burada öğrenme yolculuklarına çıkmayanlar için, ya da çıkıp da bakıp görmeyenler için, görüp özdeÅŸleÅŸtiremeyenler için yazıyorum. Bay Özdil yazmış ki “Anlayana sivrisinek saz; anlamayana sazı soksan az”.

Kendimizi yeterli mi görüyoruz; gerçekten yeterli miyiz ? Yeterlilik nedir ?

Torun Covey’in, “Güven Hızı” isimli kitabından daha önce bahsetmiÅŸtim. O kitapta yeterliliklerin beÅŸ boyutu anlatılıyor. Bunlar,

1.Yetenekler (bize verilen doğal armağanlar; güçlü yönlerimiz)

2.Tutumlar (paradigmalarımız, görüş ve varoluş tarzımız)

3.Beceriler (ustalıklarımız, iyi yapabildiğimiz şeyler)

4.Bilgi (öğrendiklerimiz, içgörümüz, anlayışımız ve farkındalıklarımız) ve

5.Tarz (kişiliğimiz ve kendimize has yaklaşımımız) dır.

Tüm bunlar yeterliliklerimiz dediğimiz bütünün parçalarıdır. Yeterlilikler, sonuç elde edebilmek için gerek duyduğumuz araçlardır. Şu soruları kendimize sorup dürüst yanıtlarımıza bakalım.

1.Yetenekler

* Kendime özgü ne gibi güçlü yanlarım ve yeteneklerim var ?

* Sahip olduğum yeteneklerimi en üst düzeyde ve en iyi şekilde nasıl kullanırım ?

* Sahip olduğum yetenekleri nasıl en üst düzeye çıkarabilirim ?

* Henüz geliştirme fırsatı elde edemediğim ne gibi yeteneklerim olabilir ?

2.Tutumlar

* İş konusundaki tutumum nedir ?

* Hayat konusundaki ?

* Öğrenme konusundaki ?

* Kendim, yeterliliklerim ve katkı yapma fırsatlarım konusundaki ?

* Daha iyi sonuçlar yaratmak için benimseyebileleceğim daha verimli tutum ve paradigmalar var mı ?

3.Beceriler

* Åžu anda ne gibi becerilerim var ?

* İleride, şu anda sahip olmadığım ne gibi becerilere ihtiyacım olacak ?

* Becerilerimi sürekli geliştirmeye ne kadar önem veriyorum ?

İzninizle bu noktada bırakmak ve diğer iki yeterlilik bileşenine geçmeden önce ünlü golfçü Tiger Woods ve Toyota arasında bir ilişki kurarak yazımı noktalamak istiyorum.

“… Tiger Woods 1997 de ustalar turnuvasını 12 vuruÅŸluk bir rekorla kazandıktan sonra kendi yarattığı “swing” hareketini geliÅŸtirmesi gerektiÄŸine karar verdi. Bir yılı aÅŸkın süreyle bir “durgunluk dönemi” ne çekildi. Bu sürede Swing için kendi becerilerini sorguladı.

* Bir hafta boyunca iyi oynayabilirsin ama zamanlaman iyi deÄŸilse turnuvarlarda bu swing’le yarışabilir misin ?

* Uzun bir süre bunu götürebilir misin ?

Bu sorulara yanıtı “hayır” olunca o duraÄŸan döneme girdi ve ardından dört önemli turnuvayı birden kazanarak “Tiger Slam” ve “Grand Slam” yaptı. Çünkü duraÄŸan dönemde swing’ini yeniden yaratmıştı. Bunu şöyle anlatıyordu:

“… Bütün mesele en iyi oyunumu daha sık çıkarabilmem. Bunun için deÄŸiÅŸiklik yapmam gerekiyor. Daha tutarlı davranabileceÄŸimi ve daha üst düzey bir oyunu daha sık çıkarabileceÄŸimi düşünüyorum… Daha iyi bir golfcü olabilmek için her zaman risk alıyorum, beni bu noktaya getiren ÅŸeylerden biri de bu…”

Golf Digest Dergisi, Tiger’ın bu amansız geliÅŸme arzusu hakkında “Tiger Amentüsü: GeliÅŸiyorum, öyleyse varım” diye yorum yapınca Time Dergisi de bunu Toyota mühendislerinin çabalarıyla özdeÅŸleÅŸtirip aÅŸağıdaki mealde bir yazı yazdı:

“…Woods’un en dikkat çekici yanı, Japonların Kaizen diye adlandırdıkları sürekli geliÅŸme yolundaki dinmek bilmeyen dürtüsüdür. Toyota mühendisleri, gayet iyi iÅŸleyen bir montaj hattını bozulana kadar zorlarlar. Arızayı bulur, onarır ve yendien zorlamaya baÅŸlarlar. Kaizen budur iÅŸte, Tüger budur iÅŸte…”

Bunu sodalı günleri sabırla atlatan , profesörlük için bekleme sürecini verimlilikle yaÅŸayan ve Netdirekt’leÅŸirken haftanın birkaç gecesini uykusuz geçirip sınırlarını Toyota’lılar gibi test eden üçüncü neslin erkek Copcularında görürken gururlanıyorum. Verma ve alma dengesini anlatan GAT adına şükürlerimle dualarım artıyor. İki seçenek sunan MAS adına net sonuçlarla övünüyorum ve her biri cevher olarak tam birer RAW olsalar da ben istekli olmanın “W” sini deÄŸiÅŸtirmek istiyorum. İstekliliÄŸin biraz daha derinine inmek istiyorum ve “MAS” “RAW” ı birleÅŸtirip “MASRAF” olarak tek bir sözcüğe indirgiyorum. Böylece hem Türkçe ve hem de İngilizce olarak daha genel geçer bir kavrama ulaşıyorum. Bu ynei sözcükte “F” harfi “Faith/İnanç“ı simgeliyor. Buna daha sonraki bir yazımda deÄŸineceÄŸim ve belki de o yazımın baÅŸlığı “YaÅŸam Büfesinde Güven Hesapları” olur. Neden olmasın ?

Ne mutlu Kaizenvari öğrenme yolculuklarında özgün MASRAF larıyla kendilerini yenilerken hep aydınlıklar içinde kalanlara. Yeter ki siz isteyin. Güç sizde; güç sizin içinize; güç sizin elinizde. Tozu dumanı yutmamak için, tozu dumana katmak sizin tutumlarınızda.

Öykücü