Yaşam Dünyasında “Yaratıcılığı Öldür(me)mek”

“… Son 22 yıl boyunca gerek üzerinde araştırma yaptığım, gerekse birlikte çalıştığım şirketlere baktığımda hiç şüpheye düşmeden şu sonuca varabiliyorum: yaratıcılık desteklenmekten çok öldürülüyor. Bunun nedeni tabii ki yöneticilerin yaratıcılığa karşı güttükleri bir kan davası değil…”

Merhaba

Hep aynı hikaye ve hep aynı etkileşim biçimi. Yukarıdaki sözler bir zamanlar Harvard İş Okulu’nun Dekan Yardımcısı olan Prof.Teresa M.Amaible‘nin “How to Kill Creativity ?” başlıklı yazısının giriş kısmından (Eylül-Ekim 1998). Tarih ilginç ! Önceki yazımda değindiğim gibi o günlerde biz kurumsal olarak Mersin-Merit’te krizin öncülleri altında yıllık programı yapmak için çırpınıyorduk ve ben MDM-DC olarak sahra gücünü de tahrik edecek yeni açılımlarda ısrar ediyordum. O toplantının hemen ardından “Farmers Support Team/Çiftçi Destek Ekibi (FST)” projelerini Antalya’da EAME (Avrupa Afrika Orta Doğu Ülkeleri) Grubuna sunuyordum. Toplantının moderatörü Bay Drübbisch idi. Bu grup projelerin, doğrudan sponsoru olan üst yöneticiye (Dr.Furter) espriyle yaklaşan moderatör, çalışmalarımızı FST (Furter’s Slaves Team) olarak dillendiriyordu. Yaptığımız silikon vadisinde yeni bir icat değildi; ancak bugün üzerinde ısrarla durulan Inovasyon için gerçek bir örnekti. Sektörümüz (bitki koruma) gittikçe zorlaşıyordu. Çok yönlü baskılar artıyor; aşırı ve fakat zorunlu duyarlılıkların yaptırımları yükseliyordu. GAT Dünyasındaki dengeler için artan sektörel ve kurumsal bedeller kişileri yeni açılımlara zorluyordu. Köye götürdüğümüz doktor, ilkokullardaki eğitime katılıp yaptırdığımız resimler her zaman öncü olan kurumumun yenilikleriydi. İnançla özgün fırsatlar yaratıyorduk. Tarihin tezgahında kurumumuzun dokusunu dokurken öğreniyorduk; heves ve heyecanlarımız gelişiyordu. Bir an geldi ki girişimlerimiz ve yaratıcılığımız öldürüldü. Benzer durumu birkaç kez yaşadık.

Neden ve nasıl oldu bu iş ?

Dün Çeşme çatıda kitaplarımın tozunu alırken oğlum Kerem’in eski kitapçılardan alıp getirdiği kimi “Harvard Business Review” dergilerine yeniden göz attım. Bugünkü yazımı “Yaşam Büfesinde Yaratıcılığı Öldürmek” konulu olarak seçtim. Çünkü yaşam büfesi kavramımda başarıların self servis olması esas. O halde bunun için yaratıcılığı birileri öldürmeye çalışsa da ısrarla canlı tutmak, özgün tutmak, güncel tutmak, yerel tutmak zorundayız. Birileri “eski köye yeni adet getirme” dese de inancımızı güçlü tutmak zorundayız. Mevcut koşullarda ve sahip olduklarımızla yapacağımız çok şey var ve ulaşacağımız ya da tek kelimeyle “olacağımız” çok düzey var. Herşey bizim elimizde ve bedeli ne ? Biraz daha rahatsızlığa, zorlanmaya katlanmak. Kimileri bunu “değişim” olarak görebilir. Değişim bizim dikkatimizi bilimsel öğrenimlerimizde (genetik, biyoloji, zooloji,…) iki nitelikte çekti: Ya geridönüşlüydü ki buna “adaptasyon” dedik. Buna da razı olduğumuz anlar oldu. Ya da kalıcıydı “modifikasyon” ve hatta “mutasyon” dedik. İstediğimiz yönde olması için çırpındık.

Bunca emeğe, çabaya değer mi ?

Değer ve zorunluyuz. Çalışanlar yeni yaklaşımların, yeni yolların önemine inanırken yöneticiler karşı mı ? Tam tersi kimisi benzer inançlarını göstermek ve değişimi desteklemek için kapılan peynir öyküsüne ait kitapçığı dağıtırken kimileri de “peynirini ben kaptım” başlıklı karşıt/benzer kitapla dalgasını geçiyor. Bu çatışmalar hoşuma gidiyor.

Aynı şekilde birileri Ferrari’sini satıp paradan doyuma doğru bir serüvenin öyküsüyle önerilerde bulunurken bir başkası da öküz arabasını satıp paraya doğru yolculuğu kitaplaştırıyor. Hoş bir dünya. Çatışmalarıyla güzel. Gülebilirsen güzel. Her neyse ben yine Prof.Teresa’nın satırlarına dönmek istiyorum. Bayan Teresa “yaratıcılığın üç bileşeni” konusunda şu açıklamalrda bulunuyor:

“… Yaratıcılık konusunu genelde sanatla birlikte düşünmeye alışmışızdır ve konu açıldığında hemen bir takım orijinal fikirlerin dışa vurumu akla gelir… İş dünyasında “orijinallik” yeterli değildir. Yaratıcı olması gereken bir düşüncenin aynı zamanda “uygun, yararlı ve uygulanabilir” olması gerekir. Yeni bir ürün geliştirerek ya da bir sürece yaklaşmanın yeni bir yolunu açımlıyarak, yaptığınız işin o güne dek takip ettiği yolu etkilemelidir…Ben verdiğim seminerlerde yöneticilere, şirketlerinde yaratıcılığı istemedikleri bir yer, bir departman olup olmadığını soruyorum. Yüzde seksen “muhasebe departmanı” yanıtını veriyorlar… Yaratıcılık bir organizasyonun bütün fonksiyonları için kimi yararlar sağlayabilir… Yöneticiler muhasebe gibi sistematik süreçlerle ve yasal düzenlemelerle uğraşan bütün birimleri için yaratıcılık korkusu yaşarlar ya da dar bir kavrayışa sahip olurlar. Çünkü onlar için yaratıcılık insanların düşünme yöntemiyle ilgili bir şeydir. Oysa “hayalgücünü” devreye sokarak düşünmek yaratıcılığın yalnızca bir yönüne işaret eder. Yaratıcılığın diğer iki yönü, “uzmanlık” ve “motivasyon” da en az yaratıcı düşünme becerisi kadar önemlidir…”

Yaratıcılık için ne kadar uzmanlık gücünüz var; ne kadar hevesiniz ?

Prof.Teresa “Yaratıcılığı Yönetmek” alt başlığında “hangi yönetsel pratikler yaratıcılığı etkiler ? ” sorusuna yanıt ararken altı genel kategori sıralamış. Bunlar;

  1. Meydan okuma
  2. Özgürlük
  3. Kaynaklar
  4. Çalışma gruplarının özellikleri
  5. Denetleyici teşvik
  6. Organizasyonel destek

Ne güzel yazmış Prof.Teresa.

Şimdi kendinize sorun yöneticiniz yukarıdaki altı kategoride bireysel yaratıcılığınızı nasıl ve ne kadar destekliyor ?

Bir zamanlar hem satışın bölge müdürü ve hem de SSTC öğrenme yolculuklarının öğreticisi ve Liderlik ve Koçluk (LCWS) becerilerini geliştirme çalıştayının yardımcı öğreticisiyken çalışanlara kurumsal hedefler doğrultusunda “Ne” yi söylerdim; “Nasıl” ını söylemezdim. Çünkü kurumsal kurallarımız belliydi ve bireyin bu çerçevede kendi stiliyle mucizeler yaratacağına inanırdım. İnancım beni yanıltmadı ve hep  hedefler aşıldı. Bakın Prof.Teresa buna benzer konuda neler yazmış:

“… İş çalışanlara özgürlük vermeye geldiğinde, yaratıcılık için anahtar olan nokta, onlara ulaşmaları gereken sonuçlar üzerinde değil, bu sonuca ulaşmak için kullanacakları yöntem hakkında özerklik vermektir. Çalışanlara belli bir dağa nasıl tırmanacaklarına dair kendilerinin karar verme özgürlüğü olduğunu söylerseniz bu onları daha yaratıcı yapacaktır. Ancak onlara hangi dağa tırmanacaklarını kendilerinin seçmelerini söylememeli, bunu siz belirlemelisiniz. Çerçevesi net çizilmiş özel stratejk amaçlar insanların yaratıcılığını daha iyi değerlendirir…”

Diline sağlık Bayan Teresa. Ne güzel söylemişsin. Şimdi bir de şu sorunun yanıtını bulmaya çalışalım.

Peki yöneticiler özgürlüğü nasıl yönetirler ?

“… Bunun iki yolu vardır: Birincisi, yöneticiler hedefleri ya sıklıkla değiştirir ya da net bir şekilde tanımlamazlar. Çalışanların özgürlüğü vardır; ancak nereye gittiklerini bilmedikleri için bu özgürlük bir işe yaramaz. İkincisi, yöneticiler sadece sözde bir özerklik vermekle yetinirler. Süreci önceden kendileri tarif etmelerine rağmen çözüm bulmak konusunda çalışanları yetkilendirdiklerini söylerler…”

Eveeeet işte böyle… Bir an gelir ki aradan yirmi sene geçse de yöneticilerin başta yaratıcılık olmak üzere hemen her konuda ve hatta önemsiz güncel olaylarda güvensizliklerinden dolayı özgürlüklükleri sınırlarken “Patagonya Algısı“nın değişmediğini görürsün. Geçen ay Antalya’da sevgili Halil’i ziyaretimde canlanan anılarda benzer durumu paylaştık. Yirmi beş yıl önceki frenk otoriteye ülkemin Patagonya olmadığını anlatmak ne denli zor idiyse, iki yıl önce Kınık gecelerinden Gördes gecelerine geçişte yaşadığımız küçük zorluğu aşmada kullanılan nicel olarak on paralık inisiyatife karşı yine ve yeni bir başka frenk otoritenin tutumunda da aynı “Patagonya Algısı“nın artarak sürdüğünü görmek şimdi artık bir sürpriz gelmiyor bana. Demek ki sevgili İsmet’in Diyarbakır Bölge Başkanıyken Süne mücadelesi için gelen ekiplere yapılan şakanın sonunda koşarak kaçan İzmir’linin “Bunların hepsi p..t !” diye bağırışındaki mesajdan da anlamak olanaklı yaşananların öte yanını.

İzninizle burada keseyim ve inşallah bir sonraki yazımda “yaratıcılığı öldürmek” ya da “öldürmemek” amaçlı yazının devamı olarak “meydan okuma” ve “denetleyici teşvik” alt başlıklarına da değinirim.

Yedi gün 24 saat açık olan Yaşam Büfesinde self servis başarılara ulaşmada özgürce yaratıcılık yolunuz hep aydınlık olsun.

Öykücü (mustafa@copcu.com)