Yaşam Büfesinde “Kaybetme Korkusu”

“…Benim milletim, kandilden aldığı destekle kazanan cumhurbaşkanına bu ülkeyi teslim etmez (RTE; Peki ne yapar ? Sanki Ali Babanın Çiftliği ! Hey gidi koca dünya, gam yükü müsün ?)…; 14 Mayıs siyasi darbe girişimidir (SS; Bu makamdaki adamın sorumluluğu ile uyuşmuyor ve yakışmıyor !)…; Biz bir yere gitmiyoruz (DB; Allah elden ayaktan kestirmesin; işi zor. Çünkü yürüyemiyor)…”

Altı Şapkalı İzmir Marşı: Yaşa Mustafa Kemal Paşa yaşa…

Merhaba

Dün KBB uzmanına gittim; kulaklarımı kontrol ettirdim. Ben mi yanlış duyuyorum ? Yaşını başını almış, k**ının kılı ağarmış adamlar neden bu denli “safsatik aforizmalar / siyasi safsatalar” söylüyor ki ! Bilmiyorlar mı zamanın behrinde nasıl “Lale Devri” sona erdiyse on gün sonra “(SÜ)LALE DEVRİ” de sona erecek. Halbuki kendiliğinden gitmeye hazır olmalılar. Çünkü artık satacak, savacak, yenilecek, içilecek, keyif çatacak, yandaş besleyecek ne fabrika kaldı ortada ne de liman. Kim gelirse gelsin, gerçek anlamda bir “enkaz” ile baş etmeye çalışacak. Kurbanda hesaplarda on beş bin lira olsa da olmasa da; maaşlar Temmuzda yüzde elli artsa da artmasa da gerçek anlamda bir “seferberlik sıkıntısı” göze alınmadıkça bu peynir gemisini en sağlam (ya da uçuk) sözlerle bile yürütmek pek olası değil…

Bir ara ekrandaki şaşkın adamın “eyvah, eyvah...” nidalarını görünce Ata Demirer’in yeni bir filmi mi “gitti gidiyor” dan tanıtılıyor diye merak etmeye başladım. Bekledim. Gördüm ve anladım ki boşuna beklemişim. Aynı tas aynı hamam yola devam; Öte yandan yükselen ses “sana söz” derken, sabah oldu erken. Üç ismin baş harfleri buluşuyor zihnimde ve Volkan’ın yemek sırası kuyruğunda anlattığım bir fıkra sonrası bana dönüp “dirty mind” dediğini anımsıyorum. İncesiyle kalınıyla, soylusuyla soysuzuyla, hırlısıyla hırsızıyla, nurlusuyla nursuzuyla üç ismin baş harfleri gözümde canlanıp XIX Kafalılar diyor içimdeki ses. Tam bu noktaya gelince de rahmetli Özal döneminde Ankara’daki bir resepsiyonda yerli ve millilerle yabancı erkan-ı harp temsilcilerinin sohbetine katılan muzır bayan gazetecinin “çevir kazı yanmasın ve klasikten baba üretme becerisini” düşünüyorum. Google’a “copcu onursuz otobüs” yazarsanız karşınıza altı yıl önce yazdığım şu yazım çıkar ve bu yazının girişinde sözünü ettiğim öyküyle “XIX” i çözersiniz. (https://www.copcu.com/2017/03/24/yasam-bufesinde-onursuz-otobus/).

On gün daha sabretmenin zorunlu sabırsızlığında “bu da geçer yahu diyebilmektir, UMUT” diye düşünüp “Yaşamak direnmektir” sözü ile “altlarına pisledikleri için mi yerlerinden kalkıp gitmek istemiyorlar !” diye de savruluyorum. Boynumun bilmem kaçıcı omurlarındaki iğne gibi sivrilmiş çıkıntılarla “Boyun Fıtığını”, bazen sağa, bazen sol bacağa vuran ağrılarla kuyruk sokumuna yakın omurlardaki sıradan çıkma ve dar alanda paslaşmalarla “Bel Fıtığını” tanıyıp bilsem de bu muhteremlerin (!) dedikleri, yaptıkları acaba “Beyin Fıtığı” mı, yoksa “Akıl Tutulması” mı ; ikisi arasında fark var mı ? bilmiyorum.

Şimdi bambaşka bir konuya girip yeniden çıkış noktama dönmeye çalışacağım.

Neden yazıyorum ?

Elimde bir kurşun kalem hem de “H” serisinden sert mi sert ; yazdıkları silik, okumak zor. Önümde bir kağıt hem de kuşe kağıdı yazılanlar daha da silik; sanki suya yazıyorum. Ama yazıyorum. Hem de hemen her gün yazıyorum. Klavyenin tuşlarına basarak bu yazımı yazmak benim yazma hevesimi tatmin etmiyor. Elimde kalem, önümde kağıt ve yazıyorum. Camlı bölmede desktop ekranına bakarak okumak, izlemek ve yazmak bir başka keyif veriyor. Keyiften öte yazmamın amacı. Her günüme ait yazma performansımı önceki günümle kıyaslıyorum. Neden bunu yapıyorum ? Nedeni çok basit. Her sabah güne başlarken birkaç küçük test yapıyorum “Yaşam Gölünün Karşı Kıyısına Kulaç Atarken“. Bunlardan biri “Parmak testi”. Her sabah uyanırken “bu sabah parmaklarım avucuma değmeyecek, yumruk yapamayacağım” diye düşünüyorum yerleşip kalan “mafsal ağrılarımın acıya dönüşmesini” yaşarken. Seksenlik doktor dostum Salim “çok basit bir iş, ben Almanya’dayken bu amaçla üç bini aşkın ameliyat yaptım” dese de zor konuşan dili ve titreyen elleriyle arkasından ilave ediyor “yaşın az kalmış seksene, idare et !” diye sohbeti sonlandırıyor. İşte her gün yazarken parmaklarımdaki ağrıların artışını değerlendirmeye çalışıyorum. Şimdilik “şükür”. Geçen gün bir “TED Konuşmasının Alt Yazılarını” yazdım sert uçlu (H) kurşun kalemle kuşe kağıdına hem de on dört sayfa.

Ben “O”nu sevdim; ya siz !

Ben “O”nu sevdim. Siz sevmeyebilirsiniz. “O“nu tekinsiz görebilirsiniz. Ben “O“nun sözlerine değer verdim. Siz “hadi canım “O” bir Türk düşmanı” diyebilirsiniz. “Siz” derken uzaklara bakmıyorum. En yakınlarımdan “O”nunla ilgili sert eleştiriler alıyorum. Ben “O” nun sözlerine, değer yargılarına, yaklaşımlarına bakıyorum ve iki TED Konuşmasındaki alt yazıları sert uçlu kurşun kalemle kuşe kağıdına yazmayı sürdürüyorum.

İki oğlumdan da küçük; 1971 doğumlu. Fransa’da doğmuş; Madrid’te ortaokulu, Ankara’da liseyi okumuş. ODTÜ’yü bitirmiş. Yüksek lisans ve doktora yapıp İstanbul’da ders vermeye başlamış. Sonra Londra’ya yerleşmiş. Ana vatanı Türkiye ise de Britanyalı olmuş. Evlilik sonrası bir ayağı İstanbul’da diğer ayağı Arizona’da “Pergel Gibi Yaşamak” benzetmesi ile yeni bir dil öğrenmenin öğrettiklerini paylaşıyor. Yeni bir öğrenirken “Akıl ile Dil Arasındaki Boşluk” konusuna dikkat çekiyor. Tam bu yerde şu sözlerini sevdim: “Fiziksel ve ruhsal göçebelikte hikayeler eşlik eder; varoluş yapıştırıcısı gibi parçalarımı ve hafızamı bir arada tutarlar. ve konuyu isim vermeden “Baba ve Piç” e getirmek için devam ediyor sözlerine: “Öte yandan hikayeleri ne kadar çok sevsem de bir hikayenin sadece bir hikayeden fazla bir şey olarak algılanması halinde sihirini de kaybetmeye başladığını düşünmeye başladım artık… 2005 yılında kurgusal karakterlerinin konuşmaları yüzünden mahkemelik olduğumda bunu ilk elden deneyimlemiş oldum. Hakkımda dava açılınca benim “mikro hikayem” bir makro meseleye” dönüştü. Sadece bir hikayeydi…Kimlik politikaları bizleri bölerken, hikayeler birleştiriyor…Bugünün kültürel gettolarının sorunu bilgi eksikliği değil. Bizi kendimizden daha öteye götürmeyen bilgi bizi elistist yapıyor, mesafeli ve uzak…” Anasının adını soyadı olarak almış. Kitaplar yazmış. Ödüller almış. Zirveye çıkarılmış, dibe batırılmış. Bana göre dimdik durmuş. Birkaç TED konuşmasını izledim. Beğendim. Bir haftadır 2010 yılında Londra’da, 2017 de Newyork’ta yaptığı TED konuşmalarını kare kare izliyor ve Türkçe alt yazılarını sert uçlu kalemimle kuşe kağıdına yazıp parantezler açarak algılarımı ekliyorum.

Baba ve Piç” deki “Ermeni ve Türk Aileleri” ağzından yaptığı kurgulama ile mahkemeye düştükten beş yıl sonra “Kurgunun Politikası” başlıklı bir konuşma yapmış Oxford’ta (Temmuz 2010). Yaklaşık yirmi dakikalık konuşmanı 2.6 milyon kişi izlemiş. Yaşamından kesitler veriyor. Diplomat kadın annesi ile birlikte yaşayan anneannesinden masalımsı öyküler anlatıyor o konuşmasında. Topkapı Sarayında cariyelerin bulunduğu yerle diğer binalar arasındaki boşluğa “Cinlerin Meşveret Yeri” dendiğini ve romanlarını kurgularken belirsizlikleri neden sevdiğini açıklıyor. Konuşmasının sonunda hikayelerin dönen semazenler gibi çember ötesi çemberler çizdiğini kimlik politikalarını aşarak tüm insanlığı birleştirdiğini belirtip eski bir sufi şiiri ile sözlerini bitiriyor: “Gelin tanış olalım / İşi kolay kılalım / Sevelim sevilelim / Dünyaya kimse kalmaz“. Bu konuşmanın linki vereyim meraklısına: (https://www.ted.com/talks/elif_shafak_the_politics_of_fiction?language=tr)

Hayatın kendisi bir çalkantıdır ve an gelir…

Aradan yedi yıl geçmiş. Eylül 2017 de Newyork’ta bir başka TED konuşması var; 6.226.047 kişi izlemiş: Farklı Düşüncelerin Devrimci Gücü yine yaklaşık yirmi dakikalık ve o konuşmada “Benim ana vatanım Türkiye’nin tadı, tatlıyla acının bir karışımı” sözlerini duyunca elimdeki sert uçlu kurşun kalemi bırakıp “Kelimelerin Tadı“nı düşünmeye başladım. Konuşmanın sonlarına doğru sözlerini aynen buraya alıyorum: “…Sözlerimi bitirirken sizlere bir kelime, bir tat bırakmak istiyorum. Türkçe’de “Yurt” kelimesi “ana vatan” anlamına gelir; “memleket” anlamına gelir. Fakat bu kelime ilginç bir şekilde “göçer çadırı” anlamına da gelir. Bu bileşimi seviyorum. Çünkü bana ana vatanların tek bir yere kök salıp, sabit kalmasının gerekmediğini düşündürüyor. Onu taşıyabiliriz. Onu yanımızda gittiğimiz her yere götürebiliriz (MC: Doğduğun yer değil doyduğun yer demek mi istiyor ?). Ve bence yazarlar için, hikayeciler için tek bir ana vatan vardır ve ona “Hikaye Ülkesi” deniyor. Ve bu kelimenin tadı “özgürlüğün tadı”dır…”

(https://www.ted.com/talks/elif_shafak_the_revolutionary_power_of_diverse_thought?language=tr)

Bu konuşmayı yaptığında iki çocuklu 46 yaşında bir kadındı. Şu sözleri beni düşündürüyor “…Bu TED konuşmasını düşünürken bir şeyi fark ettim. İnsanlar önünde biseksüel olduğumu söyleme cesaretini hiç gösterememiştim (MC: Londralı olunca mı bu cesaret geldi. Sokaklar satın alıp seçkin Londralı olan bizim yerli ve milli hırsızlar da yarın bir gün “hırsızım” diyebilecek mi ? Londra Etkisi) Çamur atılmasından, damgalanmaktan, alaya alınmaktan ve tüm bunları izleyecek olan nefretten çok korkuyordum. Bir insan asla ve asla “karmaşıklık korkusuyla” sessiz kalmamalıdır. “Kaygı” bana hiç yabancı bir duygu olmasa da ve burada “duyguların gücünden” bahsediyor olsam da zamanla şunu anladım: Duygular sınırsız değil. Onların da bir sınırı var. An gelir, kırılma noktandır, bir eşiğe gelirsin; an gelir yorulursun korkmaktan; an gelir bıkarsın kaygıyla yaşamaktan ve galiba sadece bireylerin değil ama belki de ulusların da bir kırılma noktası vardır…Hayatın kendisi bir çalkantıdır…”

Dün bu yazıma başladım. Bugün (050523) bitiriyorum. Kuşe kağıda yazmayı sürdüren sert uçlu kurşun kalemi tutan sağ elimdeki mafsal ağrılarına bakıyorum ve kendime soruyorum: “Bugün daha iyi miyim ?“. Kendi soruma kendi yanıtım “Dünden daha kötü değilim“. Buna da şükür.

Öte yandan itiraf etmeliyim ki; politik safsatalar, safsatik aforizmalar ve nursuz bunakların, XIX kafalıların beyin fıtığı sözlerinden kendimi sıyırmak ve dokuz gün daha sürecek olan “sabır sınavından” sağ salim çıkabilmek için dijitalin kendimce yararlı görselleriyle avunuyorum.

Sağlık ve esenlik dileklerimle yolunuz açık ve aydınlık olsun.

Öykücü


….