Yaşam Büfesinde “Öykü Anlatmak”

“… Kırk yıl önceydi. Bornova Enstitüsü’nde asistandım. Devlet personel yasası değişti. Devlet memurluğunu sürdürebilmek için en az ilkokul diplomasına sahip olmak zorunlu oldu. Benim için sorun yoktu. Benim üniversite diplomam vardı. Ama Konya’lı Mehmet sıkıntı içindeydi. Çünkü onun ilk okul diploması yoktu. Yaşı 55 di. Devlet memurluğunu sürdürmek zorundaydı. İlk okul diploması alabilmek için o yaşta gece okuluna gitti. Üç ay sonra sınavlar başladı. Ders coğrafya idi. Kara tahtanın önünde Mehmet sırasını bekliyordu. Tahtaya Türkiye haritası asılıydı. Genç öğretmen Mehmet’e döndü ve “Ankara’yı göster” dedi…”

Merhaba

Ben bu öyküyü kırk yıldır anlatırım. En son geçen hafta Kuşadası’ndaki konuşmamın sonunda anlattım. Her seferinde benzer duygularla yüklenen dinleyicilerimden alkışlarla kahkahaları birlikte alırım. Böylece sunumumun sonunda akıl ve yürek birleşir, gözlerde hafif bir yaş, dudaklarda bir tebessüm oluşur. Benim kadar dinleyici grubumun mutluluğuna tanık olurum. Bu gerçek bir hikayedir. Bu tümcenin de İngiliz’cesini çocukluğumun 32 kısım tekmili birden olan kowboy filmlerinin ve özellikle Randolph Scott veya John Wayne‘nin filmlerinin başındaki “This is a true story” kelimelerinden hep anımsıyorum. Ruhum “hikaye” sözcüğünü daha çok sevse de güncel olma uğruna “öykü”yü yeğliyorum. Bu nedenle blogumun “Storyteller” olan başlığının Türkçe’sini yazılarımın sonunda “öykücü” olarak imzalıyorum.

Bu yazımı dört gün önce Çeşme’de kaleme aldım ve bugün yayımlansın için programladım. Çeşme’nin o güzel pazar gününde komşunun bilgisayarını onarmak için harcadığım emekler işe yaramadı. Beceremedim. Kasayı yüklenip Kerem’e getirdim. İşte o telaşlar içinde ve yıllık toplantı için son filmimi montajlamaya çalışırken bu satırları yazmaya çalışıyordum. Amacım, öykü anlatmanın inceliklerine kısaca değinebilmek. Önceki kurumum öykü konusuna ayrı bir önem veriyordu. Bunun için eğitim seansları düzenleniyordu. Seçilmişleri Paris, Londra ya da Barcelona’da topluyordu. Toplantı öncesi seçilmiş kitapları “oku da gel” diye uyarıda bulunuyordu. İlk sene Jim Amcanın kitabından, ikinci sene Kim Amcanın kitabından başarı öykülerine dikkat çekiyor ve kurumsal öğrenme yolculuğunun gönüllü yolcuları için süreklilik, içtenlik ve özümseme yaratmaya katkı sağlamak için çırpınıyordu.

“İletişim amacı etkilemektir” diyor Kevin Hogan “Gizli İkna Taktikleri” isimli kitabında ve şöyle devam ediyor:

“…Herhangi bir bilgiyi karşınıdaki kişiye ya da dinleyicilere öykü formunda sunmanın yollarını göstereceğim. Çoğu iletişim mesajı kişiyi arzulanan sonuçlara ulaştırmaz. Neden ? Çünkü birçok iletişim mesajı bilinçli bir şekilde hazırlanarak sunulmaz da ondan (bence esas olarak özensizlik bunun birinci nedeni ya da önemsememek). Gizli ikna taktiklerinin en etkili kullanma yöntemi öykülerdir. Bu taktikler sayesinden öykülerin sizi istenilen sonuca ulaştırma, karşı tarafı da sizin gibi düşünmeye ikna etme olasılığı yükseltirsiniz. Birçok insan bir öykü anlattığında olanları düşünür. Öykü genellikle sıkıcıdır. Önlerindeki arabanın birdenbire durmasıyla ilgilidir. Neredeyse öleceklerdir. İnsanlar bu öyküyü dinlemekten kaçmak için fırsat arar. Sıkıntı halindeki bir öykü dinleyiciyi kendine esir edebilir. Aynı şekilde öykü dinleyeni bloke de edebilir. Kişinin sıkıntıdan bitkinlik sınırına ulaşması uzun sürmez. Anlattığınız öykünün bir amacı olmalıdır…” Örneğin ben, girişteki öykünün sonunda Mehmet’in öğretmene biraz sert olan sözlerini verdikten sonra, mesajımı vurgulamadan önce bir soruyla dinleyicileri kısa bir düşünme içine sokarım. Onlara “Ankara’nın nerede olduğunu bilmek mi yoksa Ankara’ya gidebilmek mi daha önemli ?” diye sorduğumda algı kapıları sonuna kadar açılmış olur ve vurucu mesajım tam yerine oturur. Kahkahalar ve alkışlar doğal olarak birlikte gelir. Bay Kevin devam ediyor:

  1. Niyetiniz nedir ? : Bu öyküyü neden anlatıyorsunuz ? Konu nedir ? İnsanları eğlendirmek, güldürmek amacıyla mı anlatıyorsunuz ? Yoksa sadece bir konu mu ; öylesine mi anlatıyorsunuz ?
  2. Öykünüzü dinleyen insanın ne hissetmesini, düşünmesini istiyorsunuz ? : Sakın “Öykü anlatırsam belki beni severler” diye düşünmeyin. “Onları önemsediğimi, beraberliğe ilgi gösterdiğimi bilmelerini istiyorum” diye düşünün. Kimi zaman en iyisi hiçbir şey anlatmamaktır. Bu en başarılı öykücülerin kullandığı taktiktir.
  3. Amacınız nedir ? : Burada öyküyü anlatma niyetinizden değil, karşınızdaki kişilerle ilişkileriniz ve planlarınızdan söz ediyorum. Kendi kendinize “hangi öyküler hem kendileriyle ilgilenen, onlar için kaygılanan güvenilir biri olduğum izlenimini uyandırır hem de onların işine yarar” diye sorun. “Repertuvarımda bunu gerçekleştirmeye yardımcı olacak öyküler var mı ?” diye hep kendinize sorun. İnsanlar, bir öyküyü neden anlattıklarını baştan düşünseler daha az öykü anlatırlardı. Size neden bir öykü anlattığımı ya iyi bilmeli ya da hiç anlatmamalıyım” diyor Bay Kevin. İki haftadır yıllık toplantının her bölümünde sahnede moderatör olarak yer alırken, kişileri çağırırken ya da uğurlarken anlatacağım kısa öykülerin çerçevesi için durmadan turlayan aklımın hızında iki saatlik sabah yürüyüşlerimin nasıl bitiverdiğini anlayamıyorum. Yine de bir öykü anlatmada bir amcınız olması, o amaca bu öyküyle ulaşacağınız anlamına gelmez. Karşı taraf, inanç, önyargı, değer süzgecinden geçirdiği öykünüzü bambaşka şekilde algılayabilir. Özellikle birden fazla kişiye öykü anlattığınızda böyle durumlarla karşılaşabilirsiniz. Bay Kevin bu başlık altındaki öğütlerini şöyle sürdürüyor; “…İki şeyi aklınızda tutun: Öncelikle anlattığınız tüm öykülerin sakinleştirme amacı taşımadığını bilmelisiniz. İlettiğiniz mesajların birçoğu duyguları harekete geçirmeye, karşı tarafı etkilemeye yöneliktir. Unutmamanız gereken bir diğer şey de şudur: Anlattığınız öyküler konusunda farklı insanlardan benzer yorumlar alıyorsanız, anlattığınız öykünün değerini, yararını yeniden gözden geçirmenizde fayda olabilir. Şu uyarıyı da aklınızdan çıkarmayın: İletişim ustaları ister olumlu, ister olumsuz olsun karşı tarafta en büyük tepkiyi uyandıran kişidir”. Bunu destekleyen bir yaklaşımımı da SSTC öğrenme yolculuğunun “yaklaşım teknikleri” bölümünde AIDA formülünü kullanırken, karşı tarafı eyleme geçirme adına Seneca ve Çiçero karşılaştırmasını yaparak veririm. Bilenler bilir bu karşılaştırmadaki temel beklentiyi.
  4. Dinleyenlere kendiniz hakkında, değerlerinizi, inançlarınızı, kalbinizin temizliğini gösteren ve böyle düşünmenize, hissetmenize yol açan deneyimler hakkında bilgiler verin: Bunun en güzel örneği girişteki Konya’lı Mehmet öykümdür. Ayrıca bir önceki yazımda sözünü ettiğim “ilişki yönetimi/müşteri deneyimi” yaklaşımım da buna bir diğer güzel örnektir. Öykünüzde tek bir konuya odaklanın. Öykünüzü bir biyografi ya da gezi yazısı tadında anlatırsanız dinleyiciler ilgilerini yitireceklerdir. Tek bir örtülü mesaj seçin ve öykünüzde o mesaja sadık kalın. Tek bir öykü kapsamında çok şey anlatma sevdasına düşmeyin. İyi bir öykü en fazla dört dakika sürer. Bu biraz da grubun büyüklüğüne bağlıdır. Ben bu seferlik yıllık toplantıda “serbest kürsü“ye çıkacak olanlar için süreye bir dakika daha ekledim. Dört dakikalık öyküler arasında yarımşar saat ara olması uygundur. Aşırı yüklemeden kaçının. Kendinizi öyküyle ifade etmeniz gerekir. Çünkü öyküyle ilişki kurduğunuz kişiye kim olduğunuzu, nasıl biri olduğunuzu anlatmalısınız. Ancak kendinizi ifade ederken karşı tarafı tehdit eder bir konuma düşmemeye dikkat edin. Sizi öven sözleri başkalarının ağzından aktarın. Ne kadar zeki olduğunuzu anlatmak istiyorsanız, birilerinin size ne kadar zeki olduğunuz hakkındaki sözlerini öykülendirin. Örtülü anlatımın güzelliği buradadır. Kişisel tanıklıkların, iknada, bilimsel kanıtlardan daha etkili olmasının nedeni budur. Bunun için “İlişki Yönetimi” filmimin bir karesinde, 5 Ekim 2005 de 13 yıl sonra birlikte olduğum, Söke’li pamukçu, Galatasaray mezunu sevgili Eyüp’ün sözlerine bakarak ilişkimize verdiğim ve verdiği değeri anlamaya çalışın. Ya da bulabilirseniz eğer, 2006 da Prag’ta gösterdiğim “Yurttan Sesler” filmimdeki Harran’lı pamukçu Hacı İsa Yıldırım’ın Kürtçe söylediği “Gur bajo…” sözlerinin içindeki anlamı görmeye çalışın. Bu bölümde iyi bir öykünün iki temel taşına değinmek istiyorum: Birincisi, öykünün amacı karşınıdaki kişiye bir mesaj taşımak olmalıdır. İkincisi bu taşıma bilinçli olmalıdır; neyi neden yaptığınızı çok iyi bilmelisiniz. Yoksa her zaman olduğu gibi bilinçaltı bir davranışta bulunur ve hemen ardından bilinç buna bir kılıf bulmaya çalışır. İşte o zaman yandı canım keten helva. Kimi  ve her insanlar konuştukça konuşur ama bir şey anlatmaz. Amaçlarını bir türlü anlayamazsınız.
  5. Kişilerin ilgisini çekerek esir alın: Bu “mutlak” bir esir alma durumu olmalıdır. Bu yolla kendinizle dinleyiciler arasında bir tünel oluşturmalı ve bu tünelde onlarla buluşmalısınız. Karşınızdaki kişiyi tünelin öbür ucunda karşılayın. Elinden tutarak kendi tarafınıza ulaştırın. Bunun için neler onların dikkatini çeker ? sorusuna doğru yanıtlar bulmada becerilerinizi geliştirin. Sırf bu becerileri geliştirmem için her hafta Doug Lipman bana yazıyor. Ya seminerlerine çağırıyor ya da görsellerini satın almam için beni ikna etmeye çalışıyor. O bıkmadan usanmadan ve her iletisinin içine kısa bir öykü sıkıştırarak benimle diyalogunu sürdürmeye önem veriyor. Ben bay Lipman’ı “Learning by Storying Around /Öykülerle Öğrenmek” kavramında sörf yaparken tanımıştım. İnatçı bir adam. Paylaşımcı da. Teşekkürler Doug. Herneyse ben yine Bay Kevin’e döneyim.
  6. Bilgileri, dinleyicinin merakını, öğrenme isteğini artıracak bir yalınlıkta verin: Kesinlikle çok zeki ya da çok aptal görünmeyin. Herşeyi algılanabilecek düzeyde aktarın. Asla çok basit ya da çok karmaşık anlatma hatasına düşmeyin. Ben, bu gerçeği, 1997 Temmuzunda Mimar Sinan Üniversitesi Tiyatro Bölümü öğretim üyelerinden Merih hanımdan “sunum becerileri” eğitimini alırken anlamıştım. O günlerde bir basın haberii vardı. Hatalarımı o haberde yer alan kaynananın yaptıklarına benzetmiştim. Haber şöyleydi: Hamile kadına maydenoz faydalı diye kaynana, hamile gelininin boynuna ip bağlayıp maydenoz tarlasına otlatmaya götürmüş. Ben de kendimi anlatımlarımda fayda sunarken dinleyiciye bunu yaptığımı anladım. Kendime söz verdim. Dedim ki “maydenoz yedireceğim ama otlatmayacağım”. Sizce sözümü ne kadar tutabildim ?. İnsanların yeni şeyleri öğrenmede birazcık sıra, gize gereksinim duyduklarını unutmayacağım ama abartmayacağım da. Söz.
  7. Alçakgönüllü davranın: İnsanlar sizi tanımak, size güvenmek, size inanmak ister. Öykülerinizi olabildiğince alçakgönüllü bir tavırla anlatın. Kibir size zarar verir. Karşılıklı uyumu yok eder.
  8. Dinleyicinin hem duygularına seslenin hem de duygularını etkileyen canlı betimlemeler kullanın: Bunu Jim Amca bile ciddi kitabında yumurtayla, volanla, otobüs ve kirpiyle yapıyor. Karşınızdaki insanların beyinlerindeki güvenli bölgeleri harekete geçirin. Gördüklerinizi, duyduklarınızı, hissettiklerinizi, kokladıklarınızı anlatın. Karşınızdaki insanın da bunu hissedebilmesini sağlayın.
  9. Dinleyiciyi zaman içinde yolculuğa çıkarın. Şimdiki zamandan bilinçli olarak kaçının: Dinleyenleri geçmişe götürün. Şimdiki zamandan rahatsızlık duyacaklarını unutmayın. Ancak geçmiş ya da gelecek zamandan anlattığınız öyküler aracılığıyla dinleyiciyi kendinize esir alabileceğiniz bir noktaya ulaşabilirsiniz….”

Eveeet sevgili dostlar şimdilik buraya kadar. 

Bay Kevin’in benzer kuralllarının toplamı tam 20 adet ve ben bu yazıma sadece ilk dokuzunu aldım. Şimdi öğrenme yolunun yolcusu olmak istiyorsanız başarılı öykü anlatmaya meraklı iseniz önünüzde iki yol var. Ya yorumlarınızla devamını isteyeceksiniz ve ben sonraki yazımda yine ele alacağım ya da Bay Kevin’in kitabını alıp okuyacaksınız. Ben o kitaptan üç tane aldım ve Kasım ayındaki SSTC öğrenme yolculuğunun ikinci seansında kankaların seçimine bırakarak dağıtacağım yirmidört kitabın arasına koydum.

Başarı öykü anlatma yolculuğunuzun hep aydınlık geçmesi dileklerimle.

 

Öykücü