Yaşam Büfesinde “Özgüven”

“…Dün gece dertli bir adama rastladım. Acı çekiyormuş gibi elini böğrüne koymuştu. Hemen nesi olduğunu sordum. Aç olduğunu söyledi. Elimden geldiğince birşeyler alarak adamı doyurdum. Daha sonra, onu bırakıp zengin bir arkadaşımı ziyarete gittim. Onu da az önce rastladığım zavallı fakir elini ızdırap içinde karnına bastırırken gördüm. Ona da sordum. Hazımsızlıktan dert yandı. Kendi kendime “Ne garip ! Bu zengin artan yiyeceği o fakire verse, ikisi de hastalanmaz, acı çekmezlerdi” diye düşündüm…”

Merhaba

Yazımın girişindeki kısa öykülü “kıssadan hisse” yapılı anlatım Menfelütlü Mustafa Lütfi’ye ait. Kimdir bu zat-ı muhterem ? Geçen gün Çeşme Marina’da dolaşırken kendisine rastladım ( Acılar Kitabı isimli kitabıyla). Mısır’lı bir yazarmış (1876-1923). O gün aldığım üç kitaptan biriydi “Acılar Kitabı”. Bir diğeri de Nezuş!un seçip beğendiği mükemmel bir yemek tarifi kitabı. Üçüncüsü ise yine Mustafa Lütfi benzeri Endülüs’lü bir Arap Şaire aitti (İbn Abdirabbih / 860-940). Eskilerden bir şair ve şiirleri de azıcık “Vehbi’nin Rücû”ları kokuyor; hatta biraz daha fazlasıyla bazen müstehcen; kitabın adı da “Şarlatanlar, Deliler, Cimriler ve Aslaklar Kitabı”. Nereden çıktı şimdi bu iki garip yazara ait kitapları almak ve okumak ? Şurası kesin ki aynı kulvarda değiliz. Biraz da onların tarafından görmek istedim klasiklere girmiş olan bu iki Arap yazarın sözcüklerini. İki kitabı hızla birkaç kez tavaf ettim ve bula bula birinden “Dört Tür İnsan” diğerinden de “Asalağın Şiiri”ni buldum kayda değer olarak. Bunlar da zorlamayla çıkabildiler aklımın bulanıklığından su yüzüne. Asalağın Şiiri şöyle;

(Bir yemeğim olsun isterdim / İçinde harp olsun ve harp meydanı kaymak dolsun / Atları en iyi hurmalardan / Süvarileri tereyağından / İşte o meydanda şehitlik isterim / Münkir ve Nekir’in sorgu sualini aşayım / Kabir azabı nedir hiç tadmadan transit geçeyim) Bu şiiri neden bana ilginç geldi ? Nedense bu şiirin havası beni 1725 sokaktaki çekişmelerden aldı 1507 caddesindeki çatışmalara götürdü. Onlar da bunu istemiyorlar mı ? Bugün yetmişi aştığımda ilgi alanıma giren görsel ve yazılı medyaya bakıyorum da kitaplığıma ilk armağan kitap olarak 4 Temmuz 1960 da girmiş olan o küçüçük cep tipi kitapçığın öğretilerinin binde birinden bile yoksun olduğumuzu, bu yoksunlukla ya aç kaldığımızı ya da hazımsızlık çektiğimizi görüyorum. Kahroluyorum. Ya beynimizi yıkayan teknolojinin nimetlerinin en kötü şekilde kullanıldığı aptal kutusunun yerli yapımlarına ne demeli ? Günün ilk yarısının (23.00-11.00) ikinci keyifli “Y” si (Yemek=Kahvaltı) sırasında izleyenleri bile “öküzleten” görselinde Hakan-Ali çatışmalarının pespayeleğine hem kızıyorum hem de bu kızgınlığımı bileyen izlemeyi nedense inadına sürdürüyorum. Yapımcısı öküz; oyuncusu öküz; sunucusu öküz ve öküzlenmekten korkup TV 2 deki “Şefimiz Yolda” isimli Fransız yapımı programa hayran kalıyorum. Fransa’nın güney sahillerindeki İstridye Çiftliğinden dağlardaki güzel keçi çobanı hanımın keçileri ve keçi sütünden yaptığı peynirin oluştuğu, geliştiği ortamın güzelliğine (hem hijyenik olarak hem de gerçek hanımellerinin elinde) hayran kalıyorum. Oradaki çoban hanım(efendi) yanında bizim saraylarda yaşayanların gittikçe artan sevimsizliklerine kızdıkça kızıyorum. Bir zamanlar periyodik Gönen seyahatlerimden Manyas’tan Tepecik üstünden dönerken uğradığım mandradan peynir alırdım. Orada milyonlarca sinek uçardı. Hâla da öyle. Sonra da merak ediyoruz bizi neden AB ne almıyorlar diye. Neden alsınlar ?

Mustafa Lütfi’den bir paragraf daha alıntı yapıp 1960 yılında aldığım ilk armağan kitaptan birazcık söz edeyim.

ege”…Öyle sanıyorum ki güçlü insanlar, zayıflara ihtiyaçları olmasa, ev aleti kullanır gibi onları kullanmasalar; dahası onların kendilerine yaptıkları kulluktan ve karşılarında eğilmeleriyle benliklerini beslemekten zevk alıyor olmasalar; ekmeklerini çaldıkları gibi kanlarını da emerlerdi zavalıların ! Hayatın zevklerinden mahrum ettikleri gibi yaşamayı da onlara haram ederlerdi. İnsanlara iyilik yapmayan bir kimseyi insan yerine koyamıyorum ben. ünkü insanı hayvandan ayıran en doğru ölçünün iyilik olduğuna inanıyorum. İnsanlar üç gruptur bence. Bunların ilki; çıkarı için başkalarına iyilik yapandır. Bu türe göre iyiliğin bir tek anlamı ve amacı vardır: İnsanları kendisine köle etmek. İkincisi; yalnız kendisine iyilik yapar, başkalarını hiç düşünmez. Bu tür, açgözlü ve saldırgan insandır. Böyleleri akan her damla kanın hemen altına dönüşeceğini bilse hiç düşünmeden bütün insanları keser. Üçüncüsü ise; kendine de başkalarına da iyilik yapmaz. Bu cimri ve ahmaktır. Kasasını doldurmakiçin aç kalmayı göze alır. Bunların dışında var olduğunu düşündüğüm dördüncü tür insana gelince; başkasına da iyilik eder, kendisine de… Ama ben onun nerede olduğunu bilmiyorum ! Şimdiye kadar da ona ulaşmak için bir yol bulamadım ! Gün ortasında elinde lambayla sokakları dolaşan Yunan Filozofu Diyojen ‘e ne yaptığı sorulunca:Bir insan arıyorum !” derken sanırım o da böyle bir insan arıyordu…

Gelelim 4 Temmuz 1960 da bana armağan edilmiş olan Doğan Kardeş Yayınlarından 1958 yılı baskılı Mühendis Fritz ile Dr.Heinz’in “Doğru Düşün” isimli kitaba…(http://www.nadirkitap.com/dogru-dusun-iyi-calis-iyi-dinlen-fritz-pachtner-heinz-graupner-kitap4633342.html). Kitabın ön kapağının içine yapıştırılmış bir kutlama yazısı var. Yazı ıslak imzalı ve mühürlü. İzmir Tilkilik Erkek Ortaokulunu başarıyla bitirip de iftihar listesine girince okul müdürüm Necip Atay imzasının üstüne şunları yazmış; ” III C 506 Mustafa Copcu 1959-1960 öğretim yılındaki başarınızdan dolayı sizi tebrik ederim. Daima millet ve memleket işlerinde verimli çalışmalarınızı duymak bizleri sevindirecektir. Başarılı bir yılın mükafatı olan bu kitapta değerli öğütler bulacaksın. Yolun aydın olsun oğlum. 4 Temmuz 1960 Okul Müdürü Necip Atay

Ne güzel bir duygudur böylesi övgülere mazhar olmak. Gelelim bugüne

Dr.A.Maslow der ki; “Yaşamda hergün eğitim, herkes öğretmen ve her birimiz sürekli öğrenciyiz”.

Cuma günleri, Cuma Namazı için Camiye gitmeye gayret ederim (özellikle Çeşme’de). Geçen Cuma günü (30.04.2016) hocanın söylemi (vaaz) “Takva” konusundaydı. Bu sözcük bana pek yakın değil ve uzak (b)ilgimle “Takva Allah’tan korkmaktır” derdim. Anlayışım eksikmiş. Meğer “Takva, (haramdan) sakınmak ve (günahtan) uzak durmak”mış. Bugün HAGEM’deki ikinci konuşma temasının “Özgüven” olduğunu öğrendiğimde belleğimde “Takva ve Özgüven” özdeşleşti. Ön sayfadaki Dr.Maslow’un sözlerini anımsayın ve madem ki “yaşamda hergün eğitim”; o halde…

Konyalı Mehmet ellibeş yaşında ilkokul diploması almak için gece okuluna gidip de Coğrafya sınavında, kara tahtaya asılı Türkiye haritasında Ankara’nın yerini gösteremediğinde ne yaptı; yüksek özgüvenini nasıl gösterdi ?

Konyalı Mehmet yaşamın içinde olgunlaşıp bu “Özgüven”e sahipti. Peki sizce “olgunluk” nedir ? Olgunluk: ………………………………………………………………………………………………………………………………………………………………………………………………..

HAGEM 1 de katılımcılara şu soruyu sormuştum: “Satrançta bir taş olsaydınız, hangi taş olmak isterdiniz?” Toplam 30 yanıtın dağılımı şöyleydi:

  • 7 Şah; 7 Vezir; 5 Kale; 5 At ve 5 Piyon
  • Sonuç; herkes “Cennete gitmek ister ama kimse ölmek istemez” > Kerem Copcu “Fark Yaratan Şirketler Paneli (23.05.2013)”nin kapanış konuşmasında ne diyor ? … “Emeksiz yemek olmaz” > No gain without pain” > Acılar nasıl özgüveni oluşturur ? Mükemmellik bir yolculuktur ve bu yol “Özgüveni” geliştirir; pekiştirir ?

Peki sizce “Mükemmellik nasıl oluşur ?”: ……………………………………………………………………………………………………………………………….

Satranç ustası B.PandolfiniHer piyon potansiyel vezirdir” derken, piyon nasıl bir özgüven göstermeli ki vezirlik olanağını değerlendirebilsin ? Bunun için biz piyonlar (yine Dr.Maslow’un sözlerini anımsayın: “… herkes öğretmen ve her birimiz sürekli öğrenciyiz”) Takva’yı ya da  “Özgüven”i hangi 7 yerde (eylemde) gösterebiliriz; göstermeliyiz ?

  1. ………………………………………..
  2. ………………………………………..
  3. ………………………………………..
  4. ………………………………………..
  5. ………………………………………..
  6. ………………………………………..
  7. ………………………………………..

Özgüven için kendinize şu iki soruyu sorun ve kendinize dürüstçe yanıt verin:

  1. Kendime güveniyor muyum ?
  2. Başkalarının güvenebileceği biri miyim ?

Oğul Covey diyor ki; özgüven “4Öz” e dayanır ve bunların ilk ikisi “Karakter” ve son ikisi de “Yetkinlik”le ilgilidir:

  1. Birinci Öz        :Bütünlük        > Dürüst müsünüz ? >ISO nedir ?
  2. İkinci Öz          :Niyet               > Ne düşünüyor, ne yapmak istiyorsunuz ?
  3. Üçüncü Öz      :Yeterlilik         > Sahip olduğunuz yetkinlikleri beceriye çevirmede “RAW”;
  4. Dördüncü Öz  :Performans    > Veri bankanızda neler var; bugüne kadar neler yaptınız ?

Bu yolda gelişmek için “Kendinizi sorgulayın > “Ne yapıyorum ? Ne yapabilirim ? Ne yapmalıyım ? Ne yapmayı istiyorum ?” > “Current > Can > Must > Wish” ve….

Farkındalığınızı geliştirin > Sahip olduğunuz değerleri bilin ve etkinleştirin > Yetkinliklerinizi beceriyi dönüştürün

Herşey sizin ellerinizde. Yolunuz açık ve aydınlık olsun.

Öykücü