Yaşam Büfesinde “Stres Çıtası”

“…Başardım diyorsan, çıtayı alçak tutmuşsun demektir…; Size hiç bir dilek verilmemiştir ki; gerçekleştirmek için gerekli olan güç de verilmemiş olsun. Siz yeter ki isteyin; güç sizde…Sınamazsan gücünün sınırlarını bilemezsin. Pusulanın doğusu: Creating Edge > Üst sınırını belirledin mi ?; Pusulanın batısı: Liberate Potential: Yaratıcı enerjini açığa çıkarmaya hazır mısın; bunu yapmaya yetkin misin ve istekli misin (RAW’ınızı görelim) ? Peki pusulanın kuzeyinde ve güneyinde neler var ?… “

Çeşme Geceleri (Haziran 2011); C12Plus (Duru seneye katılacak); Kutlamalar; Başarının sonuçlarına katlanmak, başarısızlığın sonuçlarına katlanmaktan daha zordur: Yükselen Çıta ve Stres; Yaratıcılık ve Dağı delen karınca https://www.copcu.com/2021/09/11/yasam-bufesinde-yukselen-cita-3/ ; https://www.copcu.com/2015/10/27/yasam-bufesinde-denetleyici-icgoru/

İAL’den Sabancı yoluyla Belçika’ya; 2014 den 2023 e ve “Yola devam”

Merhaba

Bu yazımın başlığını “Babanın Kolları” olarak da düşünün lütfen…

Dün (25.06.2023) cepten Sabancı Üniversitesi’ndeki mezuniyet törenini canlı izledik. Copcular’ın “Z Kuşağı“nın erkekleri olan “BE İkilisi(1)“nden torunum Eren mezun oldu ve rotayı Belçika-Anwert‘e çevirdi. Nasıl da hızlı geçiyor zaman ? Tören sırasında ortanca oğlum Eray, dokuz yıl önceki lise/kolej fotoğrafında oğlu Eren’e sarılışıyla özdeş dün yine gururla, mutlulukla sarılışının fotoğrafını aynı kare içinde yan yana paylaştı. Eray’ın sözünü ettiği dokuz yıl önceki, 2014 yılındaki blog yazılarımda “BE”nin “14 Yaş” yaşamıyla kendi on dört yaş günlerimi kıyaslamışım yazılarımın birinde. On dört yaşımda, 1959 yılında, taşradan (Soma) İzmir’e göçen ergen, kara kuru, bir bakkal oğlu ya da çırağı Mustafa’nın anılarını öykülendirmişim özellikle “Pembe Topuklar (2) başlıklı yazımda. Ayrıca, dün gibi anımsıyorum; Seyir Tepeleri’nde, büyük oğlum Ümit’in havuz başında, gün batımında keyiflenirken sağıma ve soluma “BE” ikilisini alıp şunu sormuştum: “Einstein’ın yalan söylemeye ihtiyacı var mıydı ?”. Varmak istediğim nokta ya da vermek istediğim mesaj “BE” ikilisinin hiç yalan söylemeye ihtiyacı olmadığı ve söylemediği idi ki oradan da kendime dönüp “Benim 14 yaşında yalan söylemeye ihtiyacım vardı…” diyerek nedenlerini açıklamıştım. Bu gerekçeyi bir “Neden” olarak gördüğümde bir taraftan Simon Sinek‘in TED Konuşması(3) nı, diğer taraftan da oğlum Ümit’in Mayıs ayı hediyesi olan James Clear‘in “Atomik Alışkanlıklar” kitabının 280 nci sayfasındaki cümle düşer aklıma. Yazarın paragraf başı yaptığı cümlesi aynen şöyle: “Yeterince büyük bir NEDEN’le her türlü NASIL’ı yenebilirsiniz” ve F.Nietzsche‘den şu alıntıyı yapar: “Uğruna yaşayacak bir nedeni olan kişi neredeyse bütün nasıllara dayanabilir”. Büyük isteklerin zahmetin ve pürüzlerin fazla olduğu durumlarda bile büyük eylemlere güç sağlayabileceğini özellikle vurgulamış James bey. Özetle 1958 yazında başlayan ve 1964 Nisanına kadar kaçak göçek buluşmalarla zirve yapan, zaman zaman vadilerde bunalan Musto/Nezuş ilişkisini başlangıçta sürdürebilmek için yalanlara ihtiyacım vardı gerçekten. Ata erkil bir ailenin baskısında ve esnaf çocuğu olmanın sınırlamalarında bakkal dükkanından kaçıp sevgilimle buluşabilmek için yalanlara sığınmak tek yoldu benim için. Ya rahmetli Lâtif (EZM68LÇ) veya sevgili Yıldırım (EZM68YG) rahmetli babama “Farettin amca ekskürsiyon var; Mustafa’nın bizimle gelmesi gerek” derlerdi bir cumartesi günü ve “ekskürsiyon”un ne olduğunu bilmeyen babam bana izin verirdi tee fakültenin ilk yılına (1963) kadar. Böylece beni seven dost arkadaşlarım yalanıma ortak olup iki saatlik de olsa benim özgür kalmamı sağlarlardı. Böylece “komşu kızı” ve “bakkal amcanın oğlu” olarak neredeyse beş yıl süren beraberliğimizi yalandan kurtaran enginar bahçesinden eve uzanan yolda babamın bizi görmesi oldu. Neyse bugüne dönelim; “BE İkilisi” şimdi Hollanda ve Belçika komşuluğuyla öğrenme yolculuklarını doğrularla ve bugüne kadar olduğu gibi başarıyla sürdürüyorlar. Yolları açık ve aydınlık olsun. Allah ebeveynlerine de kolaylıklar sağlasın. Her işin başı sağlık; desem de yaşamımızda şu veya bu biçimde her zaman bir “Stres” var. Kimi zaman stresi “fire of the life / yaşam ateşi” olarak faydalı görsem de çoklukla yıpratıcı ve hatta yakıcı da oluyor bu ateş. Bunu düşünürken “Ne kadar stres ?” diye düşünüyorum ve …

Tepeler ve vadiler ya da sıra dağlar

Daha çok ağaç ve orman olarak dillendirilse de dar ve geniş açılı bakış farkı, bu kez yine James beyin kitabının bir yerindeki cümleye bayıldım: “Her zirve ya da vadiyi saplantıya dönüştürmek yerine sıradağların tamamını görebilirsiniz. Nasıl olacak bu iş ? Yerkes-Dodson Yasası (4)yla motive eden optimum stres düzeyine doğru yol alarak; diğer bir deyişle çıtayı gücünün sınırlarındaki yüksekliğe koyarak. Bu anlatım bana “F2Frameworks (Çerçeve Çalışmaları (5)“daki “Omurgalı Liderlik” sembolündeki “Pusula”yı anımsatır. Paris’in doksan kilometre kuzeyindeki bir şatonun gün ışığı gören salonundaki bu öğrenme yolculuğu hâla dün gibi gözümün önündedir (2005). Ve pusulanın doğusundaki “Creating Edge / Üst Sınırı Oluştur” sözü “Çıtanın Yüksekliğini” ya da “Motive Eden Stres” düzeyini anlatmaktadır. Aynı yıl (2005) Brezilya-Rio’daki yıllık toplantıda “Başarı Öyküsü” olarak yirmi yaşındaki TPS’ın atlattığı badirelerle hâla nasıl olup da zirvede kaldığını, varlığını artırarak sürdürdüğünü öykülendirirken, uzun uçak yolculuğu sırasında hepimizin okuduğunu varsaydığım SkyLife Dergisi’ndeki Burhan Öcal’ın bir sözü ile sözlerime başlamıştım: “Başardım diyorsan çıtanı alçak tutmuşsun demektir”. Bu konudaki en somut örneğimiz de 1994 kriz yılında “umuda yatırım” yaptığımız ve adına “PLnun Cengaverleri” dediğim çalışmanın hem hedefler hem de hedefe ulaşmak için yaratılan süreçlerdir. Risksiz bir yılda (1993) yüz elli kilo satıp, müşteri responslarını yanıtlamadaki sıkıntılarla yüz elli kere tarladan kaçan satış ekibi; kriz yılında (1994) teknik ve yönetimle bütünleşerek beş yüz kiloluk hedefte %90 başarıyı yakalayınca çıtayı çok yükseğe taşımıştır: Üç buçuk ton; yedi kat fazlası, bu nasıl bir özgüvendir (1995). Hedefe yüzde yüz ulaşınca ve momentuma güvenince ertesi yıl yedi ton ve tam isabet (1996); bir sonraki yıl on dört ton ve “Hey ! Orda neler oluyor ?” derken global birleşme ve “Reduced Ownership / Herkes can derdine düşünce” ile ne zirve kaldı ne de vadi; sıradağları arayan da yok, görmek isteyen de…

Sözün özü; çıtanın yüksekliği ve stresin motive edici etkisinin zirvesinde yola devam etmek için bir masal da olsa “Goldilock Etkisini (6)” unutma; “Sorites Paradoksu (7)nu ve her gün %1 iyileşmenin seni nerelere ulaştıracağını Robin Sharma(8)‘ nın konferansındaki sözleriyle düşün…

Ve uzun lafın kısası : size hiç bir dilek verilmemiştir ki; gerçekleştirmek için gerekli olan güç de beraberinde verilmemiş olsun. Yolunuz açık ve aydınlık olsun.

Öykücü


(1) BE İkilisi > Barış ve Eren / Copcuların “Z Kuşağı Erkekleri (2000)”

(2) Pembe Topuklar > Taşralı ergenin cinsel fetişi https://www.copcu.com/2014/08/02/yasam-bufesinde-pembe-topuklar/

(3) Simon Sinek / TED Konuşması (simon sinek ted talk youtube) : “Ne” ve “Nasıl” dan çok “Neden” sorusuna dikkat çekiyor. Ben bu yaklaşımı çoklukla şöyle kullanıyorum: “İnsanlar ve şirketler birbirilerine benzerler. Hemen hepsi “ne” yaptıklarını bilirler; pek çoğu “nasıl” yaptığını da bilir. Ancak çok azı “neden” yaptığını bilir

(4) Yerkes-Dodson Yasası >  Uyarılma (stres) ile performans arasındaki ampirik ilişkiyi gösteren kanundur. İlk olarak iki psikolog, Robert M. Yerkes ve John Dillingham Dodson, tarafından 1908’de geliştirilmiştir. Bu kanun, performansın psikolojik veya mental uyarılma (stres) ile belirli bir noktaya kadar arttığını söyler.

Pusulanın doğusundaki “üst sınırı oluştur” ile batısındaki “yaratıcı enerjiyi açığa çıkar” ın bütünleştirilmesi

(5) F2 Frameworks : Omurgalı Liderlik; Syngiller ikinci evreye (DOD2: Differentiate Or Die / Farklılaşmak Gerek) geçerken “Looking for the best in the people / İnsanların içindeki yaratıcı enerjiyi açığa çıkarmak, üst sınırı oluşturmak” için “Eğiticinin Eğitimi” programı (Paris-2005 ve sonrasında Türkiye’nin değişik yerlerinde “aldığını vermek”)

(6) Goldilocks Etkisi > https://www.omeruner.com/blogdetay/goldilocks-prensibi-orta-yolun-gucu

“…Goldilocks kavramı bir çocuk masalından gelir. Goldilocks, devasa bir ormanın kıyısında, bir ağaç evde ailesiyle birlikte yaşamaktadır. Altın rengi saçlarıyla çok tatlı, küçük bir kızdır. Annesi, ormana girmemesi konusunda onu sık sık tembihlemektedir. Ama Goldilocks bu büyüleyici ormanın derinliklerinde ne olduğunu çok merak etmektedir. Merakına daha fazla karşı koyamaz ve bir gün ormana girip yürümeye başlar…”

(7) Sorites Paradoksu https://www.nkfu.com/sorites-paradoksu-yigin-paradoksu-kac-kum-tanesi-bir-yigin-olusturur/ “…Varsayın ki (eğer varsaymanız gerekiyorsa) başınız saçlarla kaplı. Bu yaklaşık 100.000 saç teliniz var demektir. Şimdi bir tanesini çekip kopartın. Bu sizi kel yapar mı? Elbette yapmaz. Tek bir saç teli herhangi bir fark yaratmaz. 99.999 saç teli hâlâ saçlı bir kafa demektir. Aslında eğer kel değilseniz, tek bir saç telini çekip kopartmanın sizi kel yapmayacağı konusunda hepimiz hemfikirizdir kuşkusuz. Ama bir saç daha kopartırsanız, bir tane daha, bir tane daha . . . Kopartmaya bayağı bir süre devam ederseniz kafanızda hiç saç kalmayacak ve su götürmez bir şekilde kel kalacaksınız. Öyleyse tartışılmaz bir kel-olmama durumundan tartışılmaz bir kellik durumuna geçiyorsunuz ve bunu söz konusu etkiyi tek başına asla yaratamayacak bir dizi adımla gerçekleştiriyorsunuz. Peki değişim ne zaman ortaya çıkıyor? Benim bu konuda demek istediğim her gün %1 iyileşseniz, küçük adımlarla kendinizi yormadan değişim yolunda ilerlemeyi azimle yapsanız mutlaka bir gün menzil-i maksuda erersiniz.

(8) Robin Sharma: https://www.copcu.com/2012/04/19/yasam-bufesinde-farkindalik-korosu/ “…Kısa bir süre sonra Bursa’dan İstanbul’a doğru yola çıktım sabahın saat beşindeki kör karanlıkta. Borusan’ın mükemmel konser salonunda Ferrari’sini satıp da BMW alan yakışıklı kel Bay Robin Sharma‘yı izlemek için en ön sırada adeta kaçak yolcu gibiydim elimde kamerayla. Rahmetli annem derdi “Fare başını sokamadığı deliğe kuyruğuna kabak bağlayarak girmeye çalışırmış“. Benimkisi de o hesap. Zaten set kitapları almamışsın; elinde davetiyen yok… Bir de kamera ile habire çekiyorsun. Adam salondan kovalasa  yeridir. Bu ne cesaret ? Herneyse; kibar adammış. Yapmadı. İşte o dört saatlik beraberlikte “awareness / farkındalık” olmasa da ana mesaj ona yakında “awaking yourself/Uyan ey gafil” diyordu mükemmel öğreti stilinde yakışıklı kel ve siyahlar içindeki zarif duruş ve gülen hınzır gözleriyle Robin bey. Böylece yerelde güncelleşen, dibimde ışık vermeye çalışan olguların içine girmeye çalışarak “Farkındalık Koromu” un seslerinin güçlendiriyordum. Tıpkı Ravel‘in Bolera‘sındaki müziğini taşıdığı basit mesaj gibi…”