Yaşam Büfesinde “Ayna ve Aziz”

“…Erzurum’un bir köyünde köyün tamamı ve köyün şıhı hayatında hiç ayna görmemişler. Adamın biri aynayı ilk gördüğünde alır bakar ve çok şaşırır. Çünkü aynada gördüğü yüzü, ölen kardeşinin yüzüne benzetir. Öylesine duygulanır ki alır aynayı koynunda yatmaya başlar. Kocasının koynunda bir şeyle yattığını gören karısı, kocası uyurken aynayı koynundan alıp ne olduğuna bakmaya başlar. Fakat dehşete kapılır ve söylenir: “Vay anam, benim herif beni bir kadınla aldatıyor demek ki. Koynuna bir kadının resmini alıp yatıyor,” der. Bu üzüntüyle aynayı kaptığı gibi köyün şıhına, çok bilen, dert bilen adamına gider. Derdini anlatır: “Şıh hazretleri, benim herif, kırk yıllık eşi olarak beni bırakmış bir kadının resmiyle yatağa giriyor, bari birşeye benzese”. Çok bilmiş şıh efendi aynayı alıp kendine çevirir, kendi yüzüne tutar ve kendi ile göz göze gelir. Çok şaşıran şıh efendi kadına “Bacım, senin herif seni bir kadınla aldatmıyor. Bu karıdan ziyade bir gavata benziyor” diye yorum yapar…”

Diyarbakır > Gaziantep sonrası özlemlerim: Nemrud’un kızı ve Antep’in hamamları ; Besame mucho’lu Roberta’ya “Doğunun günahları (sin) & Batının entrikaları (passion)” : Tutku

Merhaba

“Ayna olmasa yüzümü, dostlar olmasa özümü göremem” dese de özlü söz, önemli olan aynaya baktığımda gördüğümü özümseyen, zihnimin kıvrımlarındaki düşünce kırıntıları baskın oluyor; özellikle her sabah traş olurken…

Yazımın girişindeki öyküyü, Ercan Kaşıkçı‘nın “Şimdi Sen Zamanı” isimli kitabının “aynaya bak, ne görüyorsun ?” isimli bölümünden alıp on üç yıl önce (https://www.copcu.com/2009/09/18/yasam-bufesinde-akilli-secim/) akıllı seçim” başlıklı yazımın içinde paylaşmışım. Pandeminin kısıtlarında varlığını sürdüremeyen Dalyan’daki dost Emin’in “Köşem“inde keyifli bir “14 Eylül” yemeğini ve sonrasını o yazımda nasıl betimlemişim:

“…Bu hafta başı Dalyan’da sevgili Emin’in Köşem’inde idik iftar yemeğinde. Özel bir günümüzdü; Nezuş’un yaş günü. Altmışın ortalarında ilerliyorduk. Binlerce şükredecek güzelliklere sahibiz ve haketmeye çalışıyoruz. Bir gün yolunuz Köşem’e düşerse, mutlaka Emin’den, taze, bütün kalamarın ızgara olanını isteyin. Böyle nefis bir şey olamaz; o akşam kolesterol hapını bütün içersiniz olur biter. Arada bir, nefsi şımartmak gerekiyor. Yemekten sonra Çeşme’de dolaşırken bu hafta, üç kitapçıdan toplam on kitap aldım. Tekrarlardan dolayı ancak üçünü hatmedebildim…”

Kitaplar ve Kitaplar

On üç yıl önce akşamın karanlığında, tok karınla Çeşme’nin Arnavut Kaldırımlarında “Rumeli Dondurmacısı“na doğru giderken üç kitapçıdan on kitap almak ve 2022 yılının Ekim ayında Diyabakır’a sırt çantasında götürülen iki kitaba eklenen iki yerel kitapla geri dönüş… Kitaba olan tutkum değişmese de okuma hızım oldukça düştü. Uzunca bir süre önce aldığım “Sahte Sultan”ı bile bitiremedim (https://www.kitapyurdu.com/kitap/sahte-sultan/602722.html) . Yarım kalan işlerim artıyor. ENKİNİ Serisi de yazılmayı bekliyor. Bir de dün gece “yeni bir arayışım var” cümlesi ile EKÜ Üçlüsü‘ne seslenmek neyin nesiydi ? Dijitalde yer alan yazılarımı bir de kendi sesimle ses kaydı haline getirmek hangi arzuyu doyurmanın dışa yansıması ? Komagenebe Grubu içindeki diyaloglar doğal olarak rutinlerin kısa selamları, kutlamaları ve kopyala/yapıştır paylaşımlarından öteye gitmeyecek bir süre sonra… Gezinin sıcağındaki içtenlikler zamanla azalacak. Belki MI’la belli bir çerçeve içinde “odaklı iletişim” sürecek; dengelere özen gösterilirse (ki birkaç gündür yanıtsız kalınca mesajlarım bu konuda da umudum zayıf)… Çoklukla ben “bombardıman” alışkanlığıma dur diyebilirsem, paylaşım keyifle gelişebilir. Örneğin geçen gün “yaş günü” yerine, “taş günü” yazıp da hatanın farkına varıp” otomatik düzeltmenin azizliği” açıklamasını yapınca blogumdaki yazılardan bir aramaya giriştim. “Kader ve Aziz” sözcüklerini birlikte kullandığım bir pasajı aramaya başladım ve on üç yıl önceki 27.09.2009 daki “Eylem Hali” yazıma ulaştım (https://www.copcu.com/2009/09/27/yasam-bufesinde-eylem-hali/).

27.09.2009 ve 2006 dan sonraki Tüm 27 Eylüller

COPCUs olarak “Bir Düzine” sayıya ulaştık 27 Eylül 2006 da. Sevgili İrem (C12) katıldı ailemize. Bu yıl on altı yaşını tamamlayan ve İstek’ten Amerika hedefi için portföyünü tamamlama hevesi içindeki İrem’in hızla gelişen büyüme sinyallerinden heyecanlanıyorum. On yıl önce “Yüksek yüksek tepelere ev kurmasınlar” solosu , beş yıl önce “Kalbimin tek sahibine” nin “martılarla” revize edilmiş şeklinde Duru (C13)yla korosu ile İrem, her zamanki ipeksi dokunuşlarıyla büyüyor ve yuvadan uçmaya hazırlanıyor. Bahtı açık olsun. İşte o yazımdan bir pasaj:

“…Nezuş’la rahmetli ve sevgili Sarı Fevzi abimizin (Prof.Dr.Fevzi Öncer; ZM67 FÖ) erken ayrılışına, bazen benzer kaderi paylaşan sevgili Coşkun abimize (Dr.C.Saydam) ve de Metin Kaya’yı özledik birlikte. Dalıp gittik uzaklara. Üçü de genç yaşta kalplerinin azizliğine yenildiler. Kader. Bu iki sözcük (Kader ve Aziz) bir araya gelince beni anılarımdan kopardı ve Sevgili Elif Şafak ‘ın “Aşk“ına götürdü…Kitabının 240 ncı sayfasındaki iki tümceyi çok sevmiştim. Bunlar, “İnsan senelerce uğraşır kendi sözlüğünü oluşturur. Önem verdiği her kavrama bir tanım bulur. Gerçekten çok sevdim bu iki tümceyi. Belki de kendime, yaptıklarıma, yapmaya çalıştıklarıma, karıştırdıklarıma uygun bulduğum için sevdim. Sevgili Şafak’ın “Aşk”ındaki beş bölümdeki beş temel sözcüğe eklediği tanımları vermek istiyorum. Bunlar

  1. Toprak: Hayattaki derin, sakin ve katı şeyler…
  2. Su: Hayattaki akışkan, kaygan ve değişken şeyler…
  3. Rüzgar: Hayattaki terk, göç ve devreden şeyler…
  4. Ateş: Hayattaki yakan, yıkan yok eden şeyler…
  5. Boşluk: Hayatta, varlıklarıyla değil yokluklarıyla bizi etkileyen şeyler…

Yaş seksene yaklaşınca, Yaşam Büfesi önünde sırada öne geçme yarışı kalmamışsa, Yaşam Treninin son vagonunda yola devam ediliyorsa ve asıl önemlisi Yaşam Gölünde karşı kıyı görünüyorsa, “yokluklarıyla yaşanan boşluklar“, en çok rahmetli İkbal abla, Ablam Ziyneti, Nezih abi ve Hanife ablanın izleriyle efkarlandırırken, bıraktıkları mesajlarla düşündürüyor. Bunlarla daha çok şükür ve şükran dolu oluyoruz.

Uzun lafın kısası; Ümit Hollanda’da Gröningen’den Den Haag’a eşya taşıyor. Aşiyan abisinden destek veriyor. Nezuş’un dolma ve sarmaları teee Hollanda’ya gidip çilingir sofrasında Barış’ın ağzına tad veriyor. Eray Kıbrıs’tan gelip hafta sonunda iki haftalığına yine Amerika’ya gidiyor; devran dönüyor. Çeşme’de Ekim ayında tek damla yağmur düşmüyor. Hava kimi zaman öylesine ısınıyor ki “hadi denize girelim” diyor içimizdeki ses; ama sezon geçişlerindeki aldatıcı sıcaklarda predispoze (~alışkanlıklarını yitirecek)olup gripten korkuyoruz. Netgillerde işler yolunda gibi görünse de ara sıra SEK İkilisi görünseler, dokunsalar, birlikte bir yemek yeseler daha iyi olacak diye düşünüyorum “etkisiz eleman” varlığımla…

Sözün özü; batının SAP‘larına uyup da “bozuk değilse dokunma” kolaycılığı varken, doğunun Dr.Deming‘ine kimse yüz vermiyor. Ne diyordu bay Deming “İyiyse daha iyi olabilir”; ya da SSTC lerden sonra “Kaizenvari (adım adım, sürekli) İyileşme” mesajını güçlendirmeye çalışırken söylediğim gibi “better is not sufficiently good / daha iyisi yeterince iyi değildir (> yürü oğlum kim tutar seni) ise… Biraz gayret lütfen…

Öykücü