“…Kafası bakır gibi parlayan kel bir adam varmış. Biraz aptal olan bu adam utangaçmış; çünkü çok zengin olduÄŸu halde kafasında hiç saç yokmuÅŸ. Derken baÅŸka hırsızlarla birlikte yaÅŸayan bir hırsız ona gelip şöyle demiÅŸ: “Kafanda saç çıkaracak olan bir hekim var” Kel bu sözü iÅŸitince “Onu buraya getirirsen hem sana hem ona çok para veririm,” demiÅŸ. Bunun üzerine hırsız onun zenginliÄŸini bir süre sömürmüş, sonra da kendisi gibi hırsız olan birini hekim diye getirmiÅŸ. Sahte hekim de bir süre onun zenginliÄŸini sömürmüş ve bir gün kasıtlı olarak ÅŸapkasını çıkarıp kendi kel kafasını göstermiÅŸ. Buna raÄŸmen kalın kafalı adam hâlâ durumu anlamamış, saç ilacını sorup durmaktaymış . Bunun üzerine sözde hekim demiÅŸ ki “Kendim kelken baÅŸkasının kafasında nasıl saç çıkarabilirim ?”Bunu anlatabilmek için kel kafamı gösterdim, yine de anlamadın“…”
Hangi ÅŸarkıyı seviyorsun ? > “Bizim mahallenin kızı”, ya sen ! “O yeÅŸil gözlere Leylam bakmaya kıyamam” (Fuar ~1959 veya 1962) ; Ustasının karısına aşık olan rahmetli Süleyman’ın ÅŸarkısı “Bir yaz sabahı gözlerimin ufkuna doÄŸdun güzelim…”; Ortaokul son sınıfta Ä°htilal (!) > Devrim oldu ve geç kutlanan 19 Mayıs törenlerinde “Dede Efendi” vardı ve “Yine bir gülnihal…” ile çember çeviriyorduk (1960)
Merhaba
Yazımın giriÅŸindeki masal bir süre önce kitaplığıma giren, Somalı Deva’nın “Masal IrmaklarıOkyanusu II (Somadeva)” den alıntıdır. Ä°ki cilt olan toplam bin iki yüz sayfayı aÅŸkın kitapta birbiri ile baÄŸlantılı, kontinü kısa masallarla “mesel” ler verilmektedir (http://cv.ankara.edu.tr/kokaya@ankara.edu.tr). Neden bu yazımın giriÅŸinde yer almıştır ?
Saçkıran
On beÅŸ yıl önce uzatmaları oynarken ve unu eleyip eleÄŸi duvara astığımı sanırken birden kusmaÄŸa baÅŸladım. En yakındaki Åžifa’dan esas ÅŸifamın olduÄŸu Kent’e uzandı yolum ve bir kez daha anjio olup yoÄŸun ilaçla yola devam etmeye baÅŸladım. OnbeÅŸ yıldır kalp doktoruma görünmüyorum ve bununla övünmüyorum; ancak rutinimdeki standartlarıma (SD lerin frekansı ve ÅŸiddeti de dahil) bakıp kendimden hoÅŸnutum. Bunu Salim ve Eray gibi yakın, dost, oÄŸul doktorların da olduÄŸu beraberliklerde yüksek sesle söylediÄŸimde ciddi ve sesli bir tepki almasam da onaylanmadığını biliyorum ve olası bir durumda “Vah vah ! Yazık oldu adama; halbuki…” diye suçlanacağımı da tahmin ediyorum ve kabul ediyorum. Ellili yılların sonlarında saçkıranıma deÄŸinecektim yazımın giriÅŸinde ve birden 2007 yılına kaydı anlatım. Nedensiz deÄŸil bu kayış (beldeki kemer deÄŸil, gerçek anlamda kaymak fiilinin isim (!) hali). CINOS’un son yıllarında meÄŸer farkında deÄŸilmiÅŸim içimde bir stres taşıdığımın. Büyük olasılıkla “adam yerine konmamak (etkisiz eleman)” etkisinin ya da algısının bir yansımasını yaşıyordum. Ä°ÅŸte bunun gibi Somalı taÅŸra çocuÄŸu Mustafa Ä°zmirli ve de Tilkilik EOO’lu oluÅŸunun gizli stresini yaşıyordu ve yaÅŸadığını bilmiyordu saçları dökülüp de kafasının tepesi cascavlak olduÄŸunda. Önce komÅŸu esnaf Berber Ali abi çıplak kafa derisini ustura ile biraz biraz cizip kanattı. Sonra göztaşına limon sıkıp dumanı tüten ilacı bu kanayan yerlere sürdü. Aman Allah’ım ! Ä°ÅŸe yaradı mı ? Hayır. Bir ÅŸey deÄŸiÅŸmedi. Yıllar sonra Göztaşı (kimine göre “GöktaÅŸ”) nın bakır sülfat olduÄŸunu ve kireç ile hazırlanan karışımın “Bordo Bulamacı” adıyla mantari (fungal) bitki hastalıklarının mücadelesinde kullanıldığını öğrenecektim. Yıllar önce benim kafamda bir baÅŸka karışım halinde sebebi (etmeni) mantardır diye saçkıran tedavisinde kullanıldığını kayda geçirmek için yazıma böyle bir masal ve anı ile baÅŸlamak istedim.
Daha sonra ne mi oldu ?
Nerden duyduk, kim söyledi ? bilmiyorum. Ancak babamla beraber Alsancak’ta ÅŸimdi Devlet Hastanesi olan ve ellili yıllarda adı “Fransız Hastanesi” olan yere gittik. Henüz yeni binaları yoktu. Åžimdi hâlâ korunan hastaneye giriÅŸte sol tarafta yer alan tek katlı, taÅŸ duvarlı tarihi binanın küçük, loÅŸ bir odasına aldı beni rahibeler. Kafamın saçsız çıplak yerine bir ÅŸey sürdüler ve ben acı ile Alsancak’tan Tepecik’e kadar koÅŸtum. Ve saçlarım eskisinden daha gür çıktı. Buna benzer “sür ve kopar” eylemli bir baÅŸka anımı ve öyküyü rahmetli Dr.Baha Kitapçı‘nın fakülte yıllarımda talebe bir koca iken Kestelli’deki kapısına düştüğümüzde nasıl “kistsebase” tedavisi yaptığını yazarım nasip olursa.
Bu yazıma şöyle de baÅŸlayabilirdim; yeni öğretim dönemi öncesinde “BE AÄ°D BeÅŸlisi“nden okul çağında olan “Z KuÅŸağı” dörtlüsünün (BE&ID) 2022 yılındaki okulları BahçeÅŸehir‘den Ä°stek‘e dönüyorsa, evle okul arası iki yüz metreden kısa oluyorsa, 1987 de 1704 sokaktan beÅŸ yüz metre ötedeki Karşıyaka-Ankara Ä°lkokulu’na gidiÅŸin öyküsü ile baÄŸ kuruyorsa zihnim, yazıma farklı bir deÄŸer yargısı ile baÅŸlayabilirdim. Böyle yapsaydım ENKÄ°NÄ° 02 (ErgenliÄŸim-1958/63) nin kapsamında olan anılardan “Okul Yolları” na geçisi de kolaylaÅŸtırırdım. Herneyse.
Bundan 35 yıl önceydi. Kamudan özel sektöre geçeli iki yıl olmuÅŸtu. Yirmi dokuz yıllık Zeytinlik/Tepecik hattındaki yaÅŸamımız Karşıyaka’ya kaymıştı. Buradaki “kaymak” sözcüğünün “kaymakam“la ilintili edepsiz bir anlamı olmadığı gibi, Kemeraltı‘nda Havuzlubey Pasajı giriÅŸindeki orijinal küçük dükkanıyla, henüz “Özsüt” olmadan Sefer Usta‘nın Menemen‘in mandalarının sütünden yaptığı lezzetli beyaz da deÄŸildir. Yer deÄŸiÅŸtirmektir burada sözcüğün anlamı ve masumdur bu sözcük… Özel sektör çocuÄŸu olarak Karşıyaka’da ve evimize yakın bir devlet okulunda, Ankara Ä°lkokulu‘nda ilk öğretime baÅŸlayan Kerem, ilk günün sonunda eve iki mesajla gelmiÅŸti. Biri “Anatomi Atlası” ile ilgiliydi ki onu “ENKÄ°NÄ°” sıralamasında daha sonra zamanı gelince öykülendireceÄŸim. DiÄŸeri ise bir isteÄŸi idi Kerem’in ve söze şöyle baÅŸladı: “Ben de okula servisle gitmek istiyorum”. Evle okula arası hem çok kısa ve hem de trafik açısından riski yüksek olmayan keyifli bir çarşı sokağı (Klise Sokağı) idi ve Kerem’in isteÄŸi bize pek mantıklı gelmiyordu. Buna raÄŸmen “Tamam” dedim “Sen yarın öğren bakalım servis kaç paraymış“. Kerem hevesle ertesi gün öğrenip geldi; servis ücreti sekiz yüz liraymış. “Tamam” dedim “Servisle gidebilirsin; yalnız…” diye devam ettim “Ben sana her gün yirmi lira harçlık verecektim; onu vermeyeyim, üstünü de ben tamamlayayım ve sen servisle git“. Kerem önce bir sessizliÄŸe büründü; odasına çekildi ve bir süre sonra geldi ve sadece üç sözcükle “Ben yürüyerek giderim” dedi. Böylece tercihlerinde “cost/benefit” hesap yapmasını öğrendi. Bugün olanakları bu tür hesap yapmayı gerekli kılmıyor gibi görünse de mutlaka benzer deÄŸer yargılarıyla seçenek öldürüyordur yeri ve zamanı geldiÄŸinde Kerem ve abileri; Netgillerde, Mestgillerde ve Gür..gillerde (https://www.copcu.com/2016/06/14/yasam-bufesinde-secenek-oldurmek/). Kerem’in bu anısından yola çıkarak filmi geriye sarayım “Okul Yolları” ile yazımı sürdüreyim. Ancak bundan önce Soma’dan Ä°zmir’e neden ve nasıl geldik ? sorusuna yanıt vererek ENKÄ°NÄ° 01 den ENKÄ°NÄ° 02 e geçiÅŸi baÄŸlayayım.
ENKİNİ 01 (SOMA-1945/58) > ENKİNİ 02 (İZMİR / TEPECİK/ZEYTİNLİK-1958/63) Nasıl başladı, nasıl gelişti ?
Ä°lkokulu bitirince Soma Ortaokulu’na baÅŸladım. Ä°lk yılı okudum (1957 Güz /58 Bahar). HerÅŸey yolunda görünüyordu. Babam tütüncülük ve kahvecilikten sonra köftecilikte daha iyi kazanıyordu. Soma’da linyit madeni (GLÄ°: Garp Linyitleri Ä°ÅŸletmesi) ve buna paralel geliÅŸen termo elektrik santralı ile ticari hareket hızlanmıştı. Esnafın müşterisi ve kazançları artmıştı. Biz de bundan nasibimizi alıyorduk. Ne oldu ? Nasıl oldu ? da babam köftecilikten vaz geçip Ä°zmir’e kapağı atma kararı verdi ve bizden önce Ä°zmir’e geldi. Zeytinlikte bakkal dükkanını devraldı ve ardından biz de gelip Ä°zmirli olduk. Bu sürecin zaman açısından, öncül veya ardıl olarak neresinde olduÄŸunu netleÅŸtiremediÄŸim ev arama konusu var ki bir yanda Zeytinlik diÄŸer yanda Alsancak gezmelerimiz oldu karar vermek için. Özellikle Alsancak’ta tren garından batıya sahile doÄŸru uzanan bir yolun köşesinde altı bakkal ve içinde kendi tulumbası olan bir eve girip incelediÄŸimizi net olarak anımsıyorum. Belki de taÅŸralığımızın etkisi altında Alsancak yerine Soma’daki zeytinlikleri satıp da Zeytinlik’te Mahmut Atmaca’nın evine karar veriÅŸimizde geleceÄŸi ve Ä°zmir’i göremeyiÅŸimiz vardı. Yine de şükür doluyum ki bu tercihle, bu kararla Alaçatılı Nezahat (> Bizim Mahallenin Kızı) ile kader bizi buluÅŸturup bugün C13 Plus (< Dörtbudakgiller , Yenigiller, Demirgiller ve Varolgiller’den “CopculaÅŸtırma” ) olarak şükür ve şükran dolu günlerimizin ilk adımı atılmış oldu. Daha ne ister insan !
Babamın saÄŸlığında bu yer deÄŸiÅŸtirmenin bana daha iyi eÄŸitim saÄŸlamak amacıyla olduÄŸu konuÅŸulurdu. DoÄŸru muydu; yoksa babam köftecilikten sıkılmış mıydı ? Yoksa büyük ÅŸehirde yaÅŸama hevesi, taÅŸradan çıkmak isteÄŸi mi ağır basmıştı ? Belki de köfteciliÄŸinin yükünden yorulmuÅŸtu. Bu göç kararını aldığında babam kırklı yaÅŸların ortalarındaydı (1330=1914-1958). Babamın gençliÄŸine baktığımda, annesi ölmüş babası yeniden evlenmiÅŸ ve üvey anne baskısı ile evden ayrılıp kendi başına sıfırdan yeni bir düzen yaratmış bir kiÅŸi vardı. Ä°lkokulu yarıda kesmiÅŸ ve yıllar sonra gece okuluna giderek diploma almıştı ki daha sonraları kamuda görev alarak emekli olmuÅŸtu. Babamın gençliÄŸini ya da rahmetli annemle evliliÄŸinin ilk yıllarını nasıl geçirdiÄŸini bilmek isterdim; üç evi, altı tarlayı (Bakla Tarlası; Akpınar, Uzun Tarla; Uzak Tarla; Yassı tepe; Vargel altı) nasıl aldı ve Ä°zmir’e göcünce tüm bu taşınmazları nasıl sattı ? Her tarlanın ve evin benim çocukluÄŸumda (ENKÄ°NÄ° 01) ayrı ayrı anıları var ki bu seri yazımı sürdürebilirsem filmi ara sıra geri sararak yazmaya ömrüm yeter inÅŸallah.
Hani ÅŸimdilerde adına “kariyer” deniyor ya, babamın ne “cv” si vardı ne de kariyer adına derlenip toparlanmış dönemlerinin bir büyük resmi. Arada bir annemle yaptıkları geçmiÅŸin anılarını tazeleme sohbetlerinde şöyle dediklerini anımsarım: “Biz o Uzun Tarlada diktiÄŸimiz tütünle Ä°bramakîlerden daha fazla tütün yapmıştık ya; o, askerden önce miydi, sonra mıydı ?. Ä°bramakî parasına kıyıp alamamıştı da biz almıştık 1945 yılında 250 liraya Siera Radyoyu…” diye de övünürdü. O yıllarda kahveciydi ve müşteri için radyoda anons (haberler) dinlemek önemliydi. O radyo hâla ÇeÅŸme çatıda durur ve biz ben ve Latif, ENKÄ°NÄ° 02 döneminde özellikle Cumartesi akÅŸamları saat 20.30 da baÅŸlayan “Dinleyici Ä°stekleri“ni dinlemek için radyonun dibinden ayrılmazdık.
ENKİNİ 02 nin alt bölümlerinde neler var ?
Soma’da, taÅŸrada, esnaf çocuÄŸu olmanın azıcık edepsiz hoyratlığında, mahalle arkadaÅŸlarının (Sümerler, Bardaklar, Çatallar) sıkı markajında, olmazsa kızlarla (Hatçe, AyÅŸe, Fatma) kasnak ve kanaviçe iÅŸleme açılımlarında daha bir fazla özgürlük ve özerklikle Ä°zmirli olunca kara kuru oÄŸlanın yönelimleri birden deÄŸiÅŸmeye baÅŸladı. Çağın deÄŸil de yaşın gereÄŸi idi bu deÄŸiÅŸimler. Artık nalın giymekten çatlamış topuklar, kirli giysiler deÄŸil, “Pembe Topuklar“ın, bakımlı ellerin ve gülen yüzlerin çekiciliÄŸi artmıştı. Ä°ÅŸte bu etkileÅŸimlerle ENKÄ°NÄ° 02 nin alt bölümlerinde;
- Bakkal dükkanı ve çevresi
- Tilkilik Ortaokulu, İzmir Atatürk Lisesi ve yolları
- Okul ve mahalle arkadaşlıklarının bütünleşmesi ve
- Gönül işlerinin somutlaşması ana alt bölümlerini oluşturdu ENKİNİ 02.
Bunlardan oluÅŸturduÄŸum anılarımı yazıma eklediÄŸim PPT lerin videolaÅŸtırılması görselinde derlemeye çalıştım. Bu yazımda (ENKÄ°NÄ° 02.01) da “Okul Yolları“ndan söz edeceÄŸim.
Okul Yolları
Soma’dan Ä°zmir’e gelmiÅŸ ve de ÅŸehrin bir varoÅŸuna yerleÅŸmiÅŸ on üç yaşında kara kuru bir oÄŸlan çocuÄŸu…YerleÅŸim alanına daha yakın Tepecik ortaokulu varken neden, nasıl, kimin etkisiyle gidip de Tilkilik Erkek Ortaokulu’na yazdırır babası ? Büyük olasılıkla “Efendi (Saatçi Mustafa Somavî)” nin etkisi olmuÅŸtur. Bu okul Ä°zmir’in en zor (ne demekse; disiplinli olduÄŸu kesin; arka bahçesinde odunla atılan sopadan bile söz edilirdi) okuluydu. Daha sonra çocuklarımda yaÅŸadığım sıkıntı söz konusu olmadan doÄŸruca Ä°zmir Atatürk Lisesi’ne girmemi saÄŸlamıştı bu seçim. Bu seçimi yaparken oÄŸlu yollarda bir sıkıntı, bir kaza yaÅŸar diye düşünmemiÅŸ miydi acaba bakkal baba ? Servis henüz icat edilmemiÅŸtir; hatta lise sonda bile dershaneye gitmek nedir bilinmezdi bizim ellerde. Soma’dan Ä°zmir’e göçün yaz sezonu “Parmaksız Saim (Haykı)“in aile evinde geçer. Okul açıldığında 1958 Eylül ayında Zeytinlik 1171 sokaktaki ev satın alınmış ve “Aile Evi” sıkıntısı sona ermiÅŸtir.
Okula gitmek için mutlaka belediye (ESHOT: Elektrik Su Havagazı Otobüs Troleybüs) otobüsüne binilecektir. Ä°ki seçenek vardı. Ä°lki hemen evden yüz metre aÅŸağıdaki Zeytinlik durağıdır ki “Son Durak / Ä°lk Durak” olduÄŸu için rahat olacaktır. Ancak saatleri her zaman düzgün deÄŸildir ve okula geç kalma riski vardır. Bu nedenle beÅŸ yüz metreden daha fazla yürüyüp “Tepecik Son Durak“tan troleybüse binmek en iyisidir. Her iki seçenek de okula gidiÅŸ için fazla sıkıntılı deÄŸildir. Yolculuk üç duraktan birinde son buluyordu. Sırasıyla “Yıldız Sineması, Basmane ve Çankaya“. Ä°ki yılını okuduÄŸum Ortaokul için olduÄŸu gibi üç yıllık lise günlerim için de benzer yol az biraz deÄŸiÅŸimle aynı sayılırdı. Bu defa 1159 sokaktaki evden çıkışta sadece Tepecik Troleybüsü söz konusu idi ve bir durak ilerden (EÅŸrefpaÅŸa Hastanesi) binmem gerekiyordu. Çoklukla da Çankaya’da inip Montrö Meydanından okula giderdik. Ortaokul yıllarımda yalnızdım; çünkü rahmetli Latif Tepecik Ortaokulu’nda okuduÄŸu için okul yolları arkadaÅŸlığım lisede baÅŸladı.
Okul yollarının oradan ya da ÅŸuradan olmasının ne önemi var ki ? sorusuna yanıt vermeye çalışacağım. Yıldız Sineması durağında inersem Oteller Sokağı’ndan ya da Basmane Karakolu yanından yürümeye devam ederdim. Her ikisi de daha sonra Hatuniye Camii önünde birleÅŸir ve “DönertaÅŸ”ın yanındaki “Sebil” den kıvrılıp “Beze” kokularının yayıldığı fırınlardan sonra “Agora Harabesi (!)” önünden okula varırdı.
“Oteller Sokağı”ndan iki anım var: Biri daha sonra babamın dilinden düşmeyen “Sadıkbey Oteli”; diÄŸeri de adını ÅŸimdi anımsayamadığım “Kitapçı” idi. Böylece Soma’daki köfteciliÄŸin, özellikle ÇarÅŸamba Pazarı’nda önlüğün delik cebiyle aldığım kitap alma alışkanlığımı sürdürebildim. Çoklukla okullara erken giderim. ÖrneÄŸin Fakülte yıllarımda bile 08.30 treni ile gidince ilk derse yetiÅŸmek mümkün olduÄŸu halde 07.30 treni ile gider ilk dersten önce bir saatimiz olurdu “Serbest Zaman” olarak. Ortaokul ve Lisede de aynı idim. Erken gidince Oteller Sokağı’ndaki kitapçıda vakit geçirirdim. Aldığım kitapların bazılarını çok net hatırlıyorum: Mavi Ölüm; Ä°ki Demir Çarpışınca; Uzaydan Saldıranlar; Arsen Lüpen…
Basmane’de inince bir ara Åžifa (ve FetösüzleÅŸince DiÅŸ) Hastanesi (ki o tarihlerde ZDK ve daha sonraları Zirai Mücadele ve Karantina BaÅŸkanlığı) yanındaki yokuÅŸtan çıkarak aynı yolu aÅŸardım. Bu yol için söylenecek canlı ve uyarılmış bir anım yok. Asıl dikkat çekmek istediÄŸim Çankaya’da inince “Ä°ki ÇeÅŸmelik” ve “Mezarlıkbaşı”ndan okula gidiÅŸim canlanıyor gözümde. Yol üstünde üç kapalı sinema vardı. Üçü de “Belirli Bir Kritere” göre sıranın baÅŸlarında yer alıyordu. Mabadını güvene almadan özellikle yaz sezonunda bu sinemalara girmek cesaret isterdi. AfiÅŸleri çekici idi. Parça filmleri vardı. Okul tam gündü ve sabahın serinliÄŸinde zihnin film afiÅŸlerinin bulanıklığında okul yolunda yere çok dikkatli basmak gerekiyordu. Her yer mayınlıydı. Alman malı MAN Troleybüslerde “nichtraucher / sigara içilmez” yazısını anımsıyorum da “yere tükürülmez”i hatırlamıyorum. Öyle balgamlarla dolu olurdu ki “Ä°kiçeÅŸmelik YokuÅŸu” seksek oynar gibi yürürdüm dar kaldırımda. Nasıl bu kadar pistik ? Bu nedenle bugün zamlarla uÄŸraÅŸan Allah o günlerde ısrarla “temizlik imandan gelir” diyerek uyarı gönderiyordu. Utanarak ve sıkılarak yazsam da deÄŸinmeden geçemeyeceÄŸim eli sopalı mahalle kültürünün baskın olduÄŸu Tepecik/Zeytinlik hattında Yılmaz/Abidin gibi “Bıçkın Delikanlılar” biri yere tükürdüğü zaman yüksek sesle, çekinmeden “tükür de kolay girsin” derlerdi kiÅŸiyi utandıracak kadar sert ve acımasız bir ÅŸekilde. Ancak “Mezarlıkbaşı / Ä°kiçeÅŸmelik” hattında bırak bu düzeyini en kibar ÅŸekilde bile uyarı yapmak kimsenin harcı deÄŸildi. Ä°ÅŸte ben Tepecik’ten yola çıkıp Mezarlıkbaşı’nı aşıp Tilkilik Ortaokulu’na gidip geldim iki yıl boyunca ve “Servisle okula gitmek” gibi bir seçeneÄŸin olduÄŸunu bilmedim. OÄŸullarım (özellikle Ãœmit ve Eray) için de öyle oldu. Kerem, “Özel Sektör” çocuÄŸu olduÄŸu için onun okul yolları biraz daha geliÅŸmiÅŸti.
ENKİNİ02 Arkadaşlarım
Ortaokul yıllarımda “Öğretmenin OÄŸlu” olarak okuldan eve de taşınan beraberliÄŸim, sevgili Çetin Tüten (606) ile Lisede (Ä°AL), Fakültede (EÃœZF), AraÅŸtırma Enstitüsü (EZAE) ve ZM68 grubumda sürüyor. Sevgili ve rahmetli Lâtif (Prof.Dr.L.ÇaÄŸlayan) ile Lisede mahalle arkadaÅŸlığı ile bütünleÅŸen Lise (Ä°AL), Fakülte (EÃœZF), Askerlik (Erzurum) ve Akademik (EÃœZF) beraberliÄŸim; benzer flört, evlilik dönemi yakınlaÅŸmam ÖzdeÅŸkent yapılanması, Aylık grup toplantılarımız (BeÅŸ Liseli Tutsak) sayfalara sığmaz anılarla dolu. Bunu yine bir baÅŸka ENKÄ°NÄ° 02.02 altında yazarım nasip olursa.
Öte yandan ENKÄ°NÄ° 02 evresinde ENKÄ°NÄ° 01 den kimi arkadaÅŸlarımla beraberliÄŸim sürdü. Bunlardan ikisi ile baÄŸlarım çok daha güçlüydü ve her ikisi de genç yaÅŸta vefat ettiler. Biri Åžerafettin Küçük idi. FotorÄŸraflardan birinde “Komando Mehmet” ile birlikte üçümüz varız. Biz Ä°AL’ne giderken Åžerafettin de Namık Kemal Lisesi’ne giderdi. GürçeÅŸme’de ablasının (!) yanında konaklardı. Zaman zaman bize gelir, bizde yatardı. Okul yılları baÅŸarılı geçmedi. Erken askere gitti; askerlik sonrası polis oldu. Yollarımız 12 Eylül sonrası nasıl kesiÅŸti ? yeri ve zamanı gelince öykülendireceÄŸim. DiÄŸeri de Süleyman Özkılınç ki her ikisi de Soma AltıntaÅŸ Ä°lkokulu’nda sınıf arkadaşımdı. Sınıftaki bir kız arkadaşımıza birisi (birimiz) bir mektup yazmış ve öğretmen de yazıları benzeyen biz dört kiÅŸiyi (Ben, Åžerafettin, Süleyman ve Sağır Ahmet’in oÄŸlu Mehmet) tahtaya kaldırmış hesap soruyordu. Süleyman’nın elinde bir zincir ve sallayıp duruyordu. O sahne gözümde canlıdır. Her neyse biz yine bu yazımın çerçevesini çizen ikinci evreye gelelim. Süleyman hem lise hem de fakülte ve hatta enstitü yıllarımda ailecek beraberliÄŸimizin ayrılmaz, özel davetli bireyi idi. Süleyman rahmetli Latif’in Almanya Giessen Fakültesi yıllarında bakanlık tarafından Almanya’ya gönderilen ekip içindeydi. Ä°lginç anılarımız vardır Süleyman’la ki onu da ayrı bir yazı ile öykülendiririm nasip olursa.
Komşu kızı
ENKÄ°NÄ° 02 nin esas yapı taşı “KomÅŸu Kızı ND” ile adım adım geliÅŸen beraberliÄŸimdir. Somalı Mustafa’nın Ä°zmirli oluÅŸuyla gönül iÅŸleri neden birden hızlanmış, odaklanmış, yoÄŸunlaÅŸmış ve rutinin olumlu/olumsuzlarını belirleyici olmuÅŸtur ? KuÅŸkusuz “elektrik almak” altmış yıl önce de söz konusu idi, dillendirilmese de… Ancak Soma’da ilkokul ve ortaokul kız/erkek karışık olunca şöyle veya böyle karşıt cinslerle diyalog kurulurken Ä°zmirli olunca ve yaÅŸ kemale ermeye baÅŸlayınca ne mahallede ve ne de “Erkek Ortaokulu“nda kız arkadaÅŸ beraberliÄŸi kalmamıştır. “DoÄŸa boÅŸluÄŸu sevmez” ve iÅŸte doÄŸru kiÅŸi, doÄŸru yerde, doÄŸru zamanda ve doÄŸru anlam arayışında var olunca 1958 den 2022 e uzanan beraberliÄŸin temelleri atılmaya baÅŸlamıştır. Ben onun “Bakkal amcanın oÄŸlu” idim; O ise benim “KomÅŸu kızı” idi (KomÅŸu Muzaffer Abinin kahvesinde pikapta çalan Baki ÇallıoÄŸlu’nun ÅŸarkısını bu nedenle fon müziÄŸi olarak videoya ekledim). NezuÅŸ iÅŸe ben okula giderdim. Troleybüsün en arka sırasına otururduk. BeÅŸ yılın sonunda (1958-63) geliÅŸen, ısınan, sınırları zorlayan flörtün ardıllarıyla bir de “Enginar Bahçesi”nin köşesinde babama yakalanınca resmi adımlarla mutlu sona doÄŸru geliÅŸme olanaklarının sunulması “oÄŸlum seni evlendireyim” teklifi, gerçek anlamda “körün istediÄŸi bir göz, Allah verdi iki göz” gibi oldu ilaç gibi geldi. Bunu da bir baÅŸka ENKÄ°NÄ° 02.03 yazımda öykülendiririm.
“ENKÄ°NÄ°02 ErgenliÄŸim“de yüze yakın anımı kayda geçirmiÅŸim ekli videoda görüldüğü gibi. Bunların tümünü öykülendirmek bir blog yazısı ve yapısına sığmaz. Bu yazımda, yaÅŸamımın bu evresine ait okul yolları ile yetineyim ve sonraki evreyi (ENKÄ°NÄ° 03 Fakülte; niÅŸan ve evlilik) yapılandırmaya çalışayım.
Sözün özü; anıları öykülerle dile getirmek, kayda geçirmek kimin ne iÅŸine yarayacak ki diye mi düşünmeli yoksa “gün gelir alır başımı giderim” sözlerinden sonra birilerinin ilgisini çekip de kronolojik bir deÄŸerlendirme yapar mı ? Takma kafana tokdan baÅŸka bir ÅŸey; kel deÄŸilsen…
Sağlık ve esenlik dileklerimle.
Öykücü