Yaşam Büfesinde “Çığlık”

…Yolcular uçağın yanında otobüsten inmişler. Bavullarını gösteriyorlar. Bir bakmışlar uçak şirketinin minibüsleri yanlarında durmuş. İçinden kaptan pilotla, yardımcı pilot inmişler. Yolcular fena halde şaşırmışlar… Nasıl şaşırmasınlar ? Kaptan pilotun elinde bir beyaz baston. Kolunda üç noktalı bant. Yardımcı pilotun elinde bir köpek tasması. Tasmanın ucunda bir köpek (Kimlere benziyorlar). Sağa sola çarparak öylece ilerliyorlar uçağa. Günlerden 1 Nisan değil ama “Şaka herhalde” demiş yolcular, doluşmuşlar uçağa. Uçak pistte hızla ilerlemeye başlamış. Yolcuların gözleri camda… Uçak hızlanmış. Yolcular endişelenmeye başlamışlar. Uçak daha hızlanmış. Pistin sonu hızla yaklaşamaya başlamış. Uçak iyice hızlanmış. Bazı yolcular paniklemiş, dua etmeye başlamışlar. Uçak son hıza ulaşmış. Bu arada pistin sonuna da ulaşmış. Yüz metre sonra betonun bitip çimlerin başladığını gören yolcular dehşet içinde çığlığı basmışlar. Tam o sırada da kaptan pilor levyeyi sonuna kadar çekmiş. Uçak tam pist biterken tekerleklerini yerden kesmiş, havalanmış. Kaptan pilot arkasına yaslanmış, derin bir nefes almış ve yardımcı pilota dönmüş: “Biliyor musun ? Bir gün çığlık atmakta gecikecekler ve hep birlikte geberip gideceğiz !”…”

İroni ve Peripetia (Baht Dönüşü; https://www.youtube.com/c/RutebaDo%C4%9Fan/videos)

Merhaba

“Dünyada nice kör yöneticiler var… Çığlık atmaktan vaz geçmeyin” diye yazmış rahmetli Prof.Dr.Ş.Kızılot “Melek mi, kaz mı ?” isimli kitabının 23ncü sayfasında…

Bizimkiler çığlığı duymuyorlar. Üç maymun normal insanlar için midir ? Yoksa ayrıksı olanlara mıdır mesajları ! İstanbullu balıkçının konuklarına söz edenler, Isparta’nın çaresizliğinde koronalı olup gözden ırak kalmayı mı yeğliyorlar ? Bilmiyorlar mı gözden ırak olan gönülden de ırak olur… Ispartalı koronalı, Ankaralı koronalı ve hatta Çeşme’mizin belediye başkanı Ekrem de koronalı… Söze yakınımdan başlayayım. Durmadan yollarımız parkeleniyor ve böylece encümen azaları kaynakları kullanmada kişisel çıkarlae öne mi geçiyor ? Kimler, neleri cukkalıyor. Şair Eşref’in Eşme Kaymakamı olduğunda yazdığı kısa şiiri anımsıyorum:

“Kazaen kaza olmuş Eşme kazası / Hayvan otlatmaktan gelir encümen azası”

Bizimkiler artık modern oldular ve cumbabanın dediği gibi “üç kazı bile yönetemezseler” de taş döşeme ustası oldular. Bir zamanlar “taş döşeme” deyimi “okey oynamak” demekti. Şimdilerde gerçekten de yollarımızı taşlıyorlar. Bugün taşlanıyor yarın su boruları yenilendiği için yeniden kazılıyor. Ardından tekrar döşeniyor. Bu kez sözde daha dayanıklı denen su boruları döşendikten sonra onlar da patlıyor, yeniden kazılıyor; yollar yine bozuluyor. Yeniden taşlanıyor. Bu kez fiber kablosu geçecek diye yine kazılıyor. İlginç bir görüntü. Arka yoldan Alaçatı’dan Reisdere’ye sanki “adrese teslim” döşenen fiber kablosu benim günlerdir dikkatimi çeken bir binanın önünde bağlantı yeri oluşturuyor. Bu binanın yapımında hiç tuğla kullanılmadı. Adeta kale gibi yapıldı. Öyle bir betonarme ve demirle güçlendirilmiş bir bina ortaya çıktı ki bulunduğu yere göre buna bir anlam veremedim. Bir süre sonra Çeşme Güneşi Gazetesi’nde çıkan bir haber kimi kuşkularımı anlamlandırdı. Binanın üstündeki logo çevresindekilerde de benzer bir algı yarattı mı bilmiyorum. Meğer 2012 yılında Dubai’de bir Türk tarafından kurulan bir şirketmiş. Bir süre önce Çeşme’deki bir okulun bakım ve onarımını yapmış. Bu ilişkinin ne kadar ekstra semeresidir Reisdere’de pazar yerinin yanındaki bu bina; bunu da bilmiyorum. Ancak hem bina, hem de çevresindeki kimi kamusal gibi görünen yapıların ve boşlukların yakın yarınlarda Dubai yoluyla Araplara açılan bir kapı mı olacak ? Göreceğiz görmesine ama “çığlık” atmadıkça bir şey değişmeyecek. Yeni bir yağma düzeninin kılıfı hazırlanıyor gibi geliyor bana. Yazıma başlarken aklımda Reisdere’deki bu görüntüye değinmek yoktu. Nasıl oldu da yönüm değişti ? İstanbul’un vakıfları ve Süleymaniye’nin görüntüsü tartışılırken daha nice yağmalar olanca hızıyla sürüyor ülkemde ve otoriteler koronalı olduklar için üç maymundaki gibi ağızlar, gözler ve kulaklar mühürlü; ne ses var, ne görüntü…Peki ruh ve vicdan…

Can Sıkıntısı ve Normal…

Korona eve kapatınca çalışanları ve emeklileri, yaşam formlarında “normalden sapmalar” doğal olarak oluştu ve artarak sürdü. Ortalık biraz sakinleşince “yeni normal“den söz edilir oldu. Aslında düne oranla bugüne baktığımda, Omikronlu Koronanın ortalığı kavurduğunu görsem de ben bile “sakinlik“ten söz ediyorum. Aslında sakinleşmedi; daha da hırçınlaştı virüs. Vaka sayıları yüzbin ve ölümler iki yüzü aşkın ve “sakin” diyen ben aslında ne olduğunu tam anlamadan “ironi” yaptığımı anladım. Biraz sonra “ironi”yi yazımın odağına almaya çalışacağım. Şimdi yine koronalı günlerin eve bağladığı sıkıntılı günlerdeki tercihlerimle özeleştirime dönmek istiyorum.

Birkaç yıl önceydi. Yoğun ustalık yolculukları sonrası ev yaşamında sukuneti seçen ZM68AK için sevgili eşi FK’ın espri ile dillendirdiği davranışlarını birkaç yıl sonra benim de yaptığımı gördüm: Internet (online) alışveriş alışkanlığı edinmek. Son üç alışverişimi sevmedim. Bereket bilinen ve sistem ağırlıklı siteler aracılığı ile yapıyorum bu alımları (Hepsiburada gibi). Nezuş ütüsünü yenilemek istedi.Tüm özelliklerini (özellikle ağırlık) kıyaslayıp bir ütü sipariş ettim. Ütü geldi. Her şeyi güzeldi. Ama ütü gibi ısıtmıyordu. Altına elimi sürdüğümde elimi yakmıyordu. Tam bu noktada bir fıkra düştü parmaklarıma:

Adam, doktora “Doktor nereme dokunsam ağrıyor” deyince doktor “Dokunma öyleyse !” demiş. Bereket iade talebinde ciddi şekilde “neden” diye sormuyorlar. Yoksa “elimi altına sürdüğümde elimi yakmıyor” deseydim “Elini niye ütünün altına sürersin ki !” derlerdi. Neyse ! Doğru bir seçim değilmiş. İade ettim; paramı geri aldım. İade işlemi için ekstra bir masraf yapmam gerekmedi ve hatta gelip evden aldılar. Sadece ödediğim parayı bir ay gecikme ile iade ediyorlar. Şimdi hala yeniden ütü alma konusu gündemde. İkinci alımım küçük bir portatif masa idi. Amacım laptopumu daha rahat kullanmaktı. Buna uygun boyutları olan bir ürün seçtim (seçtiğimi sanıyordum). Ürün iki gün sonra geldi. Ancak yerden yüksekliği 43 cm olduğu için ancak “Küçük Hüsamettin“e uygunmuş meğerse… Onu da iade ettim. Sorun yaşamadım. Üçüncü alımım ise kitaplar oldu. İade etmedim ama toplam 7 kitaptan sadece ikisini sevebildim. Biri güncel olgularla ilgiden dikkat alanıma düşen Dr.Sedef Kabaş‘ın öyküsüyle artan ilgimle satın aldığım: Muazzam Muazzez. Ki benden daha çok Nezuş’un okuma alanına girdi. Akşamları bakıyorum; boşluk dolduran (!) yerli diziler fon müziği kalıyor Nezuş’un elindeki kitaba. Diğeri de Metis’in 2022 Ajandası. İlginç bir durum !

Ajanda Okumak

Benim için ajanda, gerçek anlamı ve amacını taşımıyor. Kırk yılda bir randevu için defter olur. Çoklukla “günlük tutmak” tır. Daha çok da günlük küçük aktivitelerin notlarına yarar ki çoklukla geriye doğru ilişki ve finans (kredi kartı harcamaları) açıklamalarını incelemede işe yarar. Ne zaman ki aylık kredi kartı ekstrası gelir ve incelerim “Bu harcama nedir acaba ?” kuşkularım oluştuğunda gideceğim yer ajandamın o güne ait sayfasıdır. Ara sıra da trafik cezası gelince o güne giderim ve bir de bakarım ki o gün ben evdeyim ve meğerse Netgilli bir genç arabamı bakıma götürürken otoyolda radara yakalanmış. İşte bu işe yarar ajanda benim için. Bu yıl Netgiller ajanda çıkarmadı. Geçen yıl Syngillerin ajandasını kullandım. Bu yıl büyük oğlum Ümit Ocak ayından önce bana çok güzel bir ajanda hediye etti; kalemi de üstüne takılı: DFB Process. Bu nedenle 2022 için ajandaya ihtiyacım yoktu. Buna rağmen Metis’in ajandasına para verip aldım. Pişman değilim. Cep tipi ajandayı “okumak” için aldım. İyi ki almışım. Metis 2022 yılı ajandası için tema olarak “Normal“i seçmiş. Buna pandeminin zorladığı değişim sürecinde “yeni normal“in de aslında “kapitalizm“in “niş pazar yaratma” oyunu olduğu savını ekleyerek renk de katmış. Kimi yerlerinde iki sayfalık uzunca metinler var. İki sayfası bir haftayı gösteriyor ve iki sayfada bir kısa metinlerle kitaplardan özet seçimler yapmışlar. Çok beğendim. Kimilerinin yazarlarını incelemeye çalıştım. Bunlardan kimilerinden alıntı yapıp defterime yazdım. Yazdım; çünkü ben yazarak öğreniyorum. Bu notlardan en çok ilgimi çeken “İroni” oldu.

İroni mi ? Ne ola ki !

Bu konuda en kapsamlı çalışma Hayriye Ünal‘ın TDK’da yayımlanan (22.12.2015) “İroni” başlıklı derlemedir (https://tdk.gov.tr/wp-content/uploads/2015/12/20151222Hayriye%20%C3%9CNAL%20-%20ironi.pdf). Ki içinde Sokrat’tan günümüze örnekleriyle “ironi” yi tanımlamaya çalışıyor 1973 doğumlu Fethiyeli Hayriye hanım (https://tr.wikipedia.org/wiki/Hayriye_%C3%9Cnal).

Metis’in 2022 yılı cep tipi ajandasının 129 ncu sayfasında Vladimir Jankélévitch “ironi” yi tanımlarken ilk tümcesi bana çok çarpıcı geldi:İroni, riyakarlığın vicdan azabıdır (https://en.wikipedia.org/wiki/Vladimir_Jank%C3%A9l%C3%A9vitch). Bu çarpıcı tümce ile ilgi alanımdan “odak noktama” düşünce ironi, bu kez de Elon Musk‘ın çok eleştirilen sözlerine götürüyor beni (16.06.2018):

“Those who proclaim themselves “socialists” are usually depressing, have no sense of humor & attended an expensive college. FATE LOVES IRONY“.

Türkçesi “Sosyalist olduğunu iddia edenler genellikle bunaltıcı, mizah duygusu olmayan ve pahalı okullarda okumuş isimler. KADER, İRONİYİ SEVER.

Dün bahar gibiydi Çeşme ve kahveler bahçede içildi. Bugün Kuzeyde Karaburun Dağı, Batıda Sakız’ın sırtları karla kaplı ve hava ayaz. Yarın da “implant” var ki bir haftadır korkularımız zirve yapıyor. Etki alanımızdaki iki dost profesör birleşip de endişelerimizi minimize edecek ortak ses olmak yerine biri “bir hafta önce kes” diyor; diğeri “süreç kısa olmalı bir gün önce kes” diyor. Kesilecek olan, kesilmesi istenen “kan sulandırıcı” ve korkuların paradoksiyal yapısı. Erken kes ki kanama riskini azalt; kısa kes ki (stentlisin) pıhtı atma riskin azalsın. Ve bu gün kestik; yarın Mavişehir yolcusuyuz.

Sağlık ve esenlik dileklerimle yolun(m)uz açık ve aydınlık olsun.

Öykücü