“…Körün istediği bir göz Allah verdi iki göz (19.09.1965);…Kapısının önünde duruyorum. Kapı açık ve içeride güçlü ile güçsüzün pazarlığı sürüyor. Genç delikanlı Sivas olsun müdürüm derken, müdür inatla Tokat veriyor ve ben Manisa, Antalya seçenekleri aklımda çaresizce bekliyorum (30.09.1970);… Komite toplantısından çıktık. Yeni odamda tartışmalar sürüyor. Elinde bond çantayla geldi. Beni yan odaya çekti ve bir araba anahtarı uzattı (01.05.1985)…”
Net Zoom Pre Meeting “Bodrum Pazarındaki Satıcı” ve VUCA 2020
Merhaba
“Yahudi züğürtleyince eski defterleri karıştırırmış“. Ben de o hesap, nedendir bilinmez “carpe diem” e inanıp önemsesem de geçmişe dalmaktan kurtulamıyorum. Belki de gizli amacım “yolcu yolunda gerek” ya da “tadında bırakmak gerek” veya “hazır olmak gerek” gibi üçlü “gerek“lerle Bay Covey’in “Dördüncü L’si (L4: Legacy)” odaklı düşünceden sıyrılamıyorum; sıyrılmak istemiyorum. İşte tam bu noktada bir diyalog, bir anı aklımda öne çıkıyor:
“…Yetmişli yıllarda Enstitümün gerçek bir aile ortamında, hoşgörünün sınırsızlığının rahatlığında sevgili Gündüz’le rahmetli Prof.Dr.Niyazi Lodos arasında geçen bir diyalog hemen her çay saatinde espri konusu ediliyordu. Benden önceki yıllarda (altmışlarda) her ne olduysa Niyazi hoca ile “Zeytinciler (Köy Çocuğu Hasan, Rahmetli Metin Kaya ve sevgili Metin Çakıcı)” ile “Nematodcular (Başta Gündüz Hekimoğlu olmak üzere)” arasındaki diyalog “otorite baskılı” ama sevgiden ve saygıdan yoksun değil bir yapıda sürüyordu. Bir gün Gündüz, Niyazi Hocanın geldiğini görünce bahçede kendisini hoş geldiniz demek için heyecanla yanına gider ve hazırol vaziyetinde hocayı karşılar. Hoca otoriter bir ses tonu ve sevecenlikle Gündüz’e “Rahat” der. Gündüz ciddiyetini bozmadan “böylesi daha rahat hocam” der…”
İşte ben de buna benzer şekilde geçmişin kıvrımlarına sıkışmış anıları güncelleyip de yazıma konu etmeyi daha kolay olarak görüyor olabilirim. Sebebi ne olursa olsun amacım 1945 de çıktığım “Yaşam Büfesi” önünde önce “Sıraya Girmek” için “öğrenmek” ve sonra sırada kalmak için “üretmek” ve iş yaşamın rekabetçi koşullarında “Sırada öne geçmek” için “eğit(il)mek” adına yaptıklarıma bakınca yetmiş yediye bir hafta kala anılarımla kendime ve dostlarıma seslenmek ve kimi mesajları kalıcı kılmak istiyorum. Yapabiliyor muyum ? Okuyorlar mı ? Önemli mi ? Kendini tatmin etmek mi ? Doğru yanıtlar için zamana bırakmak gerek. Gün geliyor, an oluyor ve zamana bırakmak sabrı yetmeyip zorlayınca beklenmedik responslar oluşuyor. İşte o anda “etki ile tepki arasındaki boşluk ve seçimde özgürlük alanı” düşüncesini eyleme döküp duygusal tepkimelerden sakınabiliyorum. Nasıl mı ?
Meslektaşlarım ve sınıf arkadaşlarımla bir WA grubumuz var ve oldukça aktif ve üyelerin hemen hepsi katılımcı. Birkaç gün önce bir “Botrytis ve Üzüm” muhabbeti şu şekilde başladı.
*Pazar günü kalp ve şarap konusu resveratrol ve antioksidanlara dayalı olarak sevgili Hayrettin tarafından ortaya atıldı. Buna sevgili Şener espri ile katıldı.
*Ardından sevgili Prof.Dr.Ersin kardeşim (ki kendisi fitopatoloji /üzüm konusunda uzmandır) “French Paradox” kavramıyla konuya derinlik getirdi. Bu katkının içinde kendi çalışmalarının sonucu olarak “…Resveratrol antifungal etkilidir ve üzümü Botrytis’e karşı korur…” tümcesini de ekledi.
*Hayrettin kendisine ilginç gelişiyle Botrytis konusunun üzüm ihracatında yarattığı sıkıntılara yöneldi.
*Ben de bu etmenin biz de “Kurşuni küf” hastalığı yaratırken Macaristan’da Tokaji yöresinde kaliteli şarap yarattığı mesajını bir anımla girdim.
*Sevgili Ersin bu kez etmenin “asil küf” olarak tarihsel gelişimini çok güzel şekilde şu mesajıyla dillendirdi: “…Asil çürüklük 1600-1700 yıllarında keşfedildi. Unuttum. Nasıl mı ? Manastır şaraplık üzümlerine alıcı bulamadı- ve bağ bozumu gecikti. Kurşuni küf zarar yaptı. Ehh, kendi şarabımızı yapalım bari dediler.. Ve o da ne, çok kaliteli bir şarap… Hastalık üzümde kuru madde oranını yükseltmişti… Kaliforniya’da, bağlara ekstra Botrytis bulaştırıldığını okumuştum.. (laf lafı açıyor işte…) Yarın teneffüs var (22.36)…“
*Bu paylaşıma çok sevindim. Konunun zararlı > faydalı açılımlı gelişmesini çok sevdim ve gecenin 22.45 inde bir mesaj yazdım. Bu mesajımı buraya olduğu gibi almayacağım. Çünkü kaç defa okuduysam bu mesajımdaki “Duyarlılık Artışı” yaratan kısmı göremedim ve neden bir hoşnutsuzluk yarattığını hâla bilmiyorum. Sadece ne yazdım, neden yazdım ve ne bekledim bunu benzer cümlelerle paylaşmak istiyorum: “Teşekkürler. Yanılmıyorsam eğer bizim Botrytis diğer çürükçül etmenlerle (Alternaria ve bakteriler gibi) birlikte üzümü çamur gibi yaparken Tokaji bölgesinin asil çürüğü kuru bir çürüklük oluyormuş…” diyerek doğrusunu kim bilir diye bir isim yazmıştım. Ve kişisel kanaldan aldığım gerbildirime göre bu yaklaşım şeklim hoşnutsuzluk yaratmış. Niyetimin safiyeti konusunda kuşkular hissettiğim için affola diyerek konuyu “Low profile” da bıraktım.
*Sevgili Ersin “Edel Faule” (“a” nın üstüne iki nokta koymayı beceremedim) anahtar sözcüğü ile arama motoruna girmeyi ve “Auslese” niteliğindeki üzüm elde etmek için… şeklinde önerisini yine de vermekle incelik gösterdi. Teşekkürlerle gecenin 22.44 de diyalog uykuya yattı.
*Ertesi gün Hayrettin, ZM68 Şengün’e takılarak konuyu sürdürdü.
*Şener buna Güney Afrika Cumhuriyeti’nde “Botrytisli bağ yetiştiriyorlar” diye bir mesajla dahil oldu. ZM68 Şener de Fransa’da aile işletmesi bağlarında üzümden şarap yapılmasındaki ezme işlemine konuyu yöneltince Botrytis konusu kapandı diye düşündüm ve izlemede kaldım.
*Sevgili Ersin ertesi gecenin yarısına az kala (23.51) görseller ve kısa bir mesajla yeniden Botrytis’e döndü.
*ZM68 Sait Çal bölgesi üzümleriyle konuya görüş ekledi (23.59) ve
*Ben ertesi gün, bugün yine uzunca bir mesajla beklentimi ve niyetimi açıklığa kavuşturmaya çalıştım. Doğru algıyı yaratabildim mi ? Alınganlığı giderebildim mi ? Meramımı anlatabildim mi ? Niyetimin safiyetini gösterebildim mi ? Umarım tüm bu soruların yanıtı olumludur. Şunu anladım ki Fransa ve Macaristan’da “asil küf” olarak kaliteli şarap yapımında faydalı olan etmen biz de “kurşuni küf” olarak ciddi ürün kayıpları yaratırken fark “çevre koşulları ve üzüm çeşit farklılıkları” imiş. Hani bunların da neler olduğu ve hangi değişim sınırlarında zararlıdan faydalıya geçildiğinin “kırmızı ince çizgisi“ni sorsaydım kendime dur diyemeyerek belki yine bir “kırılma noktası” yaratacaktım (bugün 11.33).
*Son olarak sevgili Şengün ve Hayrettin konuyu şarabın faydaları ile asil küften kurtardılar (bugün 13.40).
Ne oldu bizim yazının konusu olan “Karar Anları” ? Botrytis ve diyalog nedeniyle kaynadı gitti. Halbuki yetmiş yedi yıldaki üç tarihte (19.09.1965, 30.09.1970 ve 01.05.1985) verdiğim (!) kararların öncül ve ardıllarıyla nasıl birer “köşe taşı / corner stone” olarak yaşam büfesi önündeki serüvenimde “büyüme > gelişme > dönüşme” ye neden olduğunu yazacaktım. Başlangıçta niyetim “karar anları” iken yazının gelişmesi “kırılma anları“na dönüştü. Sağlık olsun. Demek ki SSTC öğretilerini yaşamın her anında dikkate almak gerek: Her fazla söz baş ağrısı olsa da öğrenme ve ustalık yolculuklarında önemi ve etkisi yadsınamaz. Bay Maslow haklı; yaşamda her gün eğitim, herkes öğretmen ve her birimiz sürekli öğrenciyiz. Şimdi bakalım arşivimden bu yazıma uygun bir görsel bulacak mıyım; yoksa sünnetçinin vitrinindeki çalar saat gibi mi olacak koyacağım kolaj.
Sağlık ve esenlik dileklerimle.
Öykücü