Yaşam Büfesinde “Raci’un”

“…Musa Peygamber yolda bir çobana rastladı. Çoban “Ey Allahım, neredesin” diyordu, “Neredesin ki senin kulun olayım, elbiseni yıkayayım, çarığını dikeyim, senin elini öpeyim, ayağını ovayım”. Musa, “Hey çoban bu sözleri kime söylüyorsun ?” diye sordu. “Bizi yaratana” dedi çoban. “Eyvah” dedi Musa, “Çok kötü yola düşmüşsün, bunlar ne saçma sözler, bu ne küfür, bu ne küstahlık, Allah böyle kulluk istemez. Amcana mı söylüyorsun, bu sözleri, dayına mı ?”. Musa’nın sert sözleri karşısında çoban büyük bir üzüntü ve pişmanlıkla şöyle dedi: “Ey Musa ağzımı diktin, pişman ettin beni”. Sonra ah ederek, inleyerek çöllerin yolunu tuttu. Derken Musa Peygambere Allah’tan vahiy geldi: “Kulumuzu bizden ayırdın. Senin görevin ayırmak değil birleştirmektir. Üstelik, ben herkese farklı bir huy verdim. Onun için övgü olan, senin için yergi olabilir. Ona bal olan, sana zehir olabilir. Biz dile bakmayız, cana bakarız. Aşıklar her solukta bir başka çeşit yanarlar. Böylece, Musa Peygamber yollara düşüp o çobanın izini sürdü. Sonunda onu buldu: “Daralmış gönlüne ne gelirse söyle. Hiçbir şeye aldırma , korkusuzca çöz dilini“…”

(Ben çocukken rahmetli annem yukarıdaki öyküyü kendi usulünce namaz kılan çoban olarak anlatırdı. Musa Peygamber yerine de bir derviş kordu. Çünkü annem şeriatçı değil ama kendince güçlü tasavvufi din anlayışı ile günlük yaşama hep hoşgörü ve esenklikle bakardı. Bu nedenle de olsa gerek Nezuş annemi çok severdi; benden bile daha çok. Annemin öyküsünde Derviş çobana doğru namaz kılmayı anlatır ve yoluna devam eder, denizin üzerinden. Çoban anlatılanları unutur. Dervişin arkasından koşturur, bağırır. Derviş arkasına dönüp bakar ve çobanın da denizin üzerinden yürüyerek kendine doğru koştuğunu görür. “Unuttum” diye bağırır çoban. Derviş gülümser ve “sen bildiğin gibi yap” der. Annem bu kısa öykü ile yürekten gelen inançlı eylemlerde dıştan dayatılan formatlara aldırış etmemeyi anlatırmış bana. O zamanlar çocuktum. Format nedir bilmezdim. Öyküleri dinlerdim. Belleğime yazardım. Kuşkusuz tutum ve davranışlarıma da etkisi olurdu. Yıllar geçti. Daha sonraları Allah’ın kendi sözcükleri ile değil de bize özgün sözcüklerle dua etmemize önem verdiğini “Herbirinize ayrı diller neden verdim ?” sorusuyla içten gelen davranışların ve yürekten inanılan eylemlerin ne denli önemli olduğunu anladım. Bu nedenle “Başarı Formülümdeki” ilk “2S” in anlamı “Self Style/Özgün Tarz” dır…  Dün Adnan telefon etti. Videoları açamıyormuş. Son video ise bahsettiği Adnan haklıymış. Buradaki video formatı flexlemeye uygun değilmiş. Bugün Netdirekt’e gelince ustaları söyledi. Çıkarttım. Yeri şimdilik boş kaldı. Laf aramızda “doğa boşluğu sevmez, bir biçimde doldurur.” Bu nedenle geç kalmadan ben de bu yere uygun bir görsel bulmalıyım diye düşünürken aklım bana oyun oynadı. Tam aksi görüşü öne sürüverdi ve belki de boş kalması daha uygundur yargısına vardım.. Çünkü yazımın ana fikri “Raci’un” dan anlaşılacağı gibi “Hayat Kısa. Öyleyse…!” diye düşünüp Cumartesi günü vefat eden Ali kardeşimizle Pazar günü doğan ben arasındaki veda ve buluşmayı düşününce hem yazım kısa olsun hem de burası görselsiz kalsın demek daha iyi olacaktır. Ben de bu arada yazımı tekrar ele almışken yazım hatalarını düzelteyim. İzmir’de gerçek kara kış havasında güneşli bir günden ve Netdirekt’in kafeteryasından selamlar. 19.01.2016)

(NOT: Bu filmi daha sonra ekledim. Arşivimden bulabildiğim bu oldu. Bu günlerde yeni bir Eğitim ve Ustalık Yolculuğuna çıkacağımız için belki de beyin aradığını bulmak için bu seçimi yaptı. Umarım daha önce kullanmamışımdır. Bir uyarı alırsam filmi kaldırırım. Bu bir iş başı eğitimidir. Bir bakıma “izleme çalıştayı”dır. Daha önce modüler SSTC Öğrenme Yolculuğuna çıkmış olan Netdirekt satış soumlusu Eda hanımla teknik destek hizmetini ücretsiz, bedava almak isteyen müşteri rolündeki ilk amiri Kerem Copcu’nun telefondaki satış iletişimini yansıtan bu kısa filmde Eda hanımı kutlamak gerek. Ancak bu kadar güzel ignor edilebilirdi. Hele bir de satışı kapatırken bulduğu çözüme ne demeli. Aferin Eda; 20.02.2016 ).

Merhaba

Çobanın dili çözüldü mü ? Eski duasına döndü mü ? Asıl önemlisi yüreğine düşen kuşku dualarının gücünü kırdı mı ? Mesnevi’den seçmelerden aldım bu anlatımı. Neden bugün (16.01.2016) böyle bir giriş ?

Çoktan beri Bostanlı Beşikçioğlu Camiine gitmemiştim. Bugün gittim. Sevgili Gönül’ün eşi rahmetli Ali Bey için saf tutmazdan önce 131 numaralı kutuya ayakkabılarımı koydum ve sevgili İbrahim Ödemiş’le birlikte bordo halılara yüz sürdüm. Özlemişim. İçimden her öğle bu camie gelsem geçti. Bu kadar içten geçen ve henüz eyleme dönme gücüne kavuşmamış bana göre cılız bir iç ses yetmese de ilk sesleniş olarak sonraki olası gelişmeler için işe yarayacaktır bence. Benzer on rekatı Cuma günleri Çeşme’de yaşasam da meğerse öğlenin dört rekatlık farzında hocanın sesi çıkmıyormuş. Herkes hocaya uyunca sessizlik sürecinde iç seslerini de gerçekten susturabiliyorlar mı ? Yoksa herkes kendi dünyasında kendi alemlerindeler mi ? Ötekileri bırakıp kendime baktığımda mutlak bir iç sessiziliğim olduğunu (ne yazık ki) söyleyemem. Bu tedirginlik iç sesimin arzusuna uymamı zorlar mı, ya da en azından erteler mi ? Bu sorularla yine annemin çocukken anlattığı bir öykü gelir aklıma. Adamın biri yine böyle bir sessiz farz namazını kılarken aklından sürekli olarak “Bugün öğleden sonra tarlaya gittiğimde eşeği nereye bağlasam ? Armuta ağacına mı ? Kuyunun yanına mı ?”. Bu faydasız düşünceler yoğunlaşınca bluetooth ile imamın zihnine ulaşmış olmalı ki dayanamamış ve geri dönüp “yatta şeyine bağla” demiş. Bizim iki sıralı cemaat da kimbilir neler düşünmüştür ? Zihnin hiç bir zaman, bir an için olsun bomboş sessiz kalacağına ınanmam zor. Her neyse ! Demek ki usul böyle. Ben yine de içimden dualarımı okusam iyi olacak; en azından zararlı düşüncelere yer kalmasın diye. Çünkü gerçekten de doğa boşluğu sevmiyor.

Rahmetli Ali Beyin namazını kılarken aynı topluluk bir de bir başka hanımın namazını kılıp duasını etti ve helallik verdi. Bana uzaklardan tanıdık gelen ve tam anlamlarını tam bilmediğim iki yer oluyor her cenaze namazında. İkisi de eskiden beri aklıma takılır. Bunlardan ilki yazımın başlığındaki “Raciun” dur. Sözlükte aramadan hani anketlerdeki “top of mind” dediğimiz ilk akla gelen, ilk dile düşen sözcük vardır ya işte onun gibidir “her şey aslına döner” demek gibi gelir bana bu tek sözcük. Eve gelip zaman olunca bir de internete baktım ve aşağıdaki sözcük olarak değil de daha çok bir tümce yapısında aşağıdakine benzer ifadeleri gördüm:

“İnna Lillahi ve İnna İleyhi Raci’un” Türkçe, “Şüphesiz Biz ALLAH’tan Geldik ve Şüphesiz Dönüşümüz O’nadır.” anlamını taşımaktadır. Bu Ayet genelde bir ölüm haberi alındıktan sonra söylenir. Yani ölen kişinin ardından söylenebilecek sözlerden biridir. Bu Ayet Bakara Suresi 156. Ayetinde geçmektedir. Ayetin Tamamı ise: “onlar ki; kendilerine bir musibet isabet ettiği zaman; ” biz muhakkak ki ALLAH içiniz (ALLAH için yaratıldık) ve muhakkak O’na döneceğiz” derler.”dir. Bu ayetin uyarısı, ölüm’ün heran aklımızda olması gerektiği, her canlının mutlaka ölümü tadacağı ve bu yüzden de ölümün daima aklımızda olması gerektiğini hatırlatmaktır. Ölüm insanın daima aklında olursa o insan kötülüğü terkeder. Hayatına çeki düzen verir. Yaşadığımız süre içerisinde her şey diliyoruz ama en önemlisi; ölümün bile hayırlısını nasip eylesini de istemeliyiz..”

İkinci konu da Sübhaneke Duasına sadece cenaze namazında yaptığımız ektir. Rahmetli annemin öğretisiyle ben yetmiş yaşıma kadar bu eki “ve cella senaike” diye bilirdim. Meğer doğrusu “ve celle senâük” müş ve anlamı da “Allahım senin övgün yücedir” demekmiş. Türkçesini bilip de Arapça okuyunca namaz ritüel bir beraberlikte bence daha yoğunlaştırıcı bir etki oluyor. Açıkcası Ümit doğrudan Türkçesini tercih etse de ben hâla sadece kendim için Arapçada ısrarcıyım. Tıpkı yazımın girişindeki çobanın duası ve inancı gibi.

Dün (16.01.2016) Ali Beyin vefatıyla yazıma başlamıştım. Yarım kaldı. Bugün 71 nci yılımı tamamlayıp da yeni döneme adım atarken beraberliğin gücü ve keyfi ile yazıma devam ediyorum. Ümit uzaklardaydı. Telefonla erişti. Hava fırtınalı yağmura dönünce Aslıhan’ı evden çıkaramadık. Kerem dünden 2015 benzeri Kule’de yer ayırmıştı. Sonunda A1D4 de buluşmak en akıllı olanıydı. Biz de öyle yaptık. C11 olarak her zaman ki keyifli anlarımız oldu, video kayıtlarına düşen. Duru baş rollerdeydi. İrem sofrada ileri karakollardaydı (birkaç adım ötede). Neşeliydik. Onaltılık olan genç erkeklerimiz “BE” leşmede hızla ilerliyorlardı. Kimi zaman Kerem’in uzmanlık alanındaki tartışmalara, açılımlara benim aklım yetmedi. İmrendim. Kerem’in levrek ve barbunları mükemmeldi. Eray’ın pastası, Pınar’ın ekleri ve 17 Ocak hediyeleri, Nato’nun gömleği dahil hepsi birer sevgi göstergesiydi. Daha ne ister insan. Binlerce şükür. Bu şükürlerim ve şükranlarımla “daha henüz dün gibi “olan anılarımızın hazzıyla yaşam gölünün karşı kıyısına yaklaşsak da 25 Mayıs 2018 de Sakızlı Çeşme gerçekleşirse anılarımız daha da güç kazanıp belleklerimizde yerini alır. Her şey nasip meselesi.

Dünle bugünü buluşturduğumda dilime düşen sözcükler : “Hayat o kadar kısa ki doğduğumuzda okunan ezan öldüğümüzde kılınan namaz içindir.” Doğru söze ne denir !

Bu yazım bu kadarla kalsın ve yolunuz hep açık ve aydınlık olsun.

Öykücü

 NOT: 2016 yılının Netdirekt isimli ajandamın ilk sayfalarına izlediğim filmlerden bazı mesajları karman çorman yazıyorum. Dün gece (14.10.2016) ajandamı hızla tararken Homeland Dizisinin 5nci Sezonunun 12 nci bölümünde (07.45 dk) “Raciun” un aynen geçtiğini görüyorum ve 29ncu dk. sında da Quinn ameliyata alındığında Carrie üzgün duruyor. Yanından geçmekte olan hemşire “Size bekleme odasını göstereyim mi ?” diye sorunca Carrie ne yapıyor biliyor musunuz ? “İbadethane var mı, nerede ?” diye soruyor ve oraya gidip dua ediyor. Biz, bizim dizilerimizde, bizimkilerin öküzlüklerine o kadar alıştık ki rejisörün birisi kalkıp da hasta yakınını “Mescit var mı ?” diye sordursa hemen tepkiye gireriz; dinci, din bezirganı deriz. Tam bunları düşünürken aklım çocukluğumdaki “Arabistan buğdayları…” tekerlemesi ile seslendirdiğimiz sokak/çocuk oyununu ve ardından da “Aç kapıyı bezirganbaşı…” sözleriyle el ele tutuşup sokakları şenlendiren çocuk oyununu anımsıyorum. Şimdilerde sanal ortama mahkum çocuklar (@bide’mizin son dörtlüsü)…