Yaşam Büfesinde “Sefa/Cefa”

“…Fakir, fakir oluncaya kadar çok sefa sürer; zengin, zengin oluncaya kadar çok cefa çeker…Büyüyüp gelişiyoruz ama bunlar bize uykusuz gecelere mal okuyor. Uykusuz gecelerde biz… İyiyse daha iyi olabilir (better is not sufficiently good)

Zirve & Panel’den, Festival’den “Uykusuz Geceler” ve “Kendini Sorgulamak”

Mehaba

Çeşme’de yeni hafta yaz günleri gibi başlıyor. Güneşli ve sıcak bir pazartesi günü en büyük bayramımızı biraz hüzünle kutluyorum. Çünkü koca koca adamlar bir yanda temsil ettikleri zihniyetin kendilerine emrettiğini yaparak Ankara’dan uzaklaşıyor; diğer yanda etkisiz eylemlerle bulundukları yeri kaybetmemekten gayri hedefleri olmayanlar beni kahretmekten geri kalmıyor. Doksan beş yıl önce yine bir Pazartesi günü, 29 Ekim 1923 ve dün Sinan Meydan’ın “Satranç” benzetmesi ile açıkladığı “adım adım” ya da “ağır ağır çıkacaksın bu merdivelerden” benzeri “Bütünleşik Eylemlere” hayran kaldım. Parçaların birleştirilmesi böyle anlatılınca benim aklım daha iyi kavrıyor “Liderlik” ya da “Muhteşem” olmanın ne demek olduğunu. Yollar, köprüler, meydanlar ve daha nice “sefa” görüntülü taş yığınları bakalım bizi “cefa“nın hangi düzeyine kadar götürecek. Halbuki 95 yıl önce “Yokluk ve Açlık“ın öğretilerinde nasıl fabrikalar kurulduğuna bakınca çekilen onca “cefa” nın tam “sefa“sını sürecekken aralıklarla üç kez gelen “3DbyD“lerle nasıl AKUKASOS Kardeşliğinin yok edildiğine esef etmemek elde değil. Yazımın girişindeki mavili kısım rahmetli Hanife Ablanın sözleri; kırmızılı kısımsa beş yıl önce “Zirve ve Panel” de Kerem’in “Emek ve Yemek” adına söylediklerinin ana fikri: Uykusuz Geceler ve Denge

Kendime bakıyorum; aileme bakıyorum ve C13 olurken aşılan, aşınan yollara bakıyorum. Bugün hepimiz “Mavişehir“liyiz. Bugün Karşıyaka / Çeşme gelgitlerinde “sefa” ağırlıklı yaşamdayız. Bugün “Eren ve Barış” için yakın yarınlarda “İrem ve Duru” için özellikle yüksek öğretimde uzak diyarların gurbetliği tekrar gündeme gelse de binlerce şükür doluyuz. Otuz bir yıl önce Karşıyakalı olurken yaşadığımız heyecanların temelinde 29 yıl Tepecik’te geçen günlerin “sabırla yoğrulmuş öğretileri” doluydu. Anladım ki; sürecin sonunda kavuştuklarım değil bizzat sürecin kendisi ödülüm olmuştu özellikle 1965 den sonra “Copculaştırdıklarımızla“.  Bu açıdan “Karşıyaka” sefasına gelinceye kadar Tepecik’in cefası yazımın girişindeki mavili anlatımın bir başka örneği: Tepecik’te geçen Uykusuz Geceler ve Öğrenme Yolculukları.

Dün, güzel bir pazar günü öğleden sonrasında Güzelbahçe’de Eraygillerin sofrasındaydık. Eren İstanbul’dan gelmişti. Ailemin bir kısmı (Keremgiller) Gökçeada’daydı. Bir süredir “Bayram Yemeği” menümüz olan “Kavurmalı” el emeği yemeklerin tadı muhteşemdi. Özlemiştik. Karnımız doyarken ruhumuz için de son gelen iki hediye kitap var elimde. Biri hâla bitiremediğim sevgili Utku’nun hediyesi “Drive” diğeri de kızım Pınar’ın hediyesi olan “M.Kemal“. İstemeden bir kıyaslama yapıyor ruhum ve “Mizanpaj“a takılıyor. İçimdeki rahatsızlığı aşamıyorum. Halbuki biliyorum ki sevgili Yılmaz’ın “Formatı (S1S2:Self Style/Tarzı)” böyle. “Adam, Kadın, Beraber Yürünen Yollar; Şehir ve İnsan” temalı önceki kitaplarında da aynı format var. Güzel; özgün ve okunmasını, anlaşılmasını kolaylaştırıyor. Yeni kitabında da bu formatı aynen kullanıyor. Buna bir sözüm yok; olamaz da. Sadece bir “eksiklik duygusu” oluşuyor içimde ve bunun için de yazımın girişindeki yeşilli kısmı oluşturdum. Öylesine değerli bilgi, bulgu ve belge yüklü bir eser yaratmış ki sevgili Yılmaz; bunun için mutlaka”Uykusuz Geceleri” olmuştur. İşte bu noktada, “Uykusuz Geceler” ortak paydasında beklentimi tırmalayan iç dünyamı sakinleştiremiyorum. Ne bekliyorum ? “Uykusuz Geceler ve Teşekkürler

Neden teşekkür edeyim ki, görevi ?” demişti Satış Müdürü, Teknik’in gerçekleşmesi zor bir konuda sınırları aştığında; teşekkür beklerken. Bu denli “geribildirim yoksunu” olmayı kabullenemiyordum. Onun gibi midir acaba kitabın “Önsöz, Sunuş, Giriş ve Teşekkürler” gibi bölümlerinin olmayışı. Kitabın sonunda “sonsöz değil dünya durdukça önsözdür” cümlesine okuyunca başa dönüp “önsöz” aradı gözlerim. İster Ortaylı yazsın tarihe bakıştaki uzmanlığı ile, ister Dündar yazsın bugüne dünden bakışıyla ben “önsöz” aradım. Bulamadım. Düşüncelere takılıp kaldım. Amasyalı Mehmetin Usulü beni uyardı “Sus ! Bu benim usulüm” demişti babasına. Bu sözler de benim “Başarı Fomülüm“deki ilk iki “S”i oluşturmuştu. Yetmedi; “Teşekkürler“i de aradı gözlerim. Göremedi. Onca belge ve bulgunun uzun süre uğraşlar sonunda derlenip de böylesine değerli bir kitap olmasında sadece yazarının, editörünün ve kapak dizaynını yapanın adının olması geri kalan emekçilerin, ekibin hiç yokmuşçasına esamesinin okunmamasını eksiklik olarak gördü aklımın kıvrımları. Bu nedenle “Batının SAPları“na karşılık Doğunun Dr.Deming‘ini anımsatan yeşilli kısım girdi yazımın girişine.”...ve şimdi beni motive edenleri selamlama zamanı” demiş Bay Pink, kitabının sonundaki “Teşekkürler” bölümüne başlarken. İşte böyle başlayan bir cümle ile bir ekip aradı gözlerim. Bulamayınca “Al sana yeni bir tek adam örneği daha” demekten kendini alamadı zihnimin dur diyemediği yaramaz kısmı. Çok sevdiğim Yılmaz’ın, çok sevdiğim kitabına yönelik bu düşünceler kendi kendimi rahatsız etmeye başladı “Uykusuz Gecelerimde

Sözün özü, beş yıl önce bir bahar günü “Zirve ve Panelde“, bir güz günü “Festivalde” düşüncelerini dile getiren sevgili Kerem’le Semih’in “Uykusuz Geceleri” olmasaydı; dokuz yılda çekilen cefalar olmasaydı, bugün kimi zaman İngiltere’ye uzanan, çoklukla Çeşme’de süren keyifli ve sağlıklı günlerin hakedilmiş sefaları olur muydu ? Emekle yoğrulmuş yemeklerin keyfinde öğrenme ve ustalık yolculuklarınız açık ve aydınlık yollarda esenlik içinde geçsin. Her gününüz bugün gibi bayram neşesi içinde geçsin. Sağlıcakla kalın.

Öykücü