Yaşam Büfesinde “SOTO Dörtlüsü (BSBH)”

“…Sen seni bil, sen seni; bilmez isen sen seni, patlatırlar enseni (1.SOL/Ben)…Ayna olmazsa yüzümü, dostlar olmazsa özümü göremem (2.OTL/Sen)Birimiz hepimiz, hepimiz birimiz için (3.TEL/Biz)Bütün, parçaların toplamından farklıdır (4.ORL/Hepimiz)...”

Ağır ağır çıkacaksın bu merdivenlerden ve sen değişmezsen, dünya değişmez…

Merhaba

Bugün uzunca bir süreden sonra tam tur ada yürüyüşü yapabildik. İyotça zengin, taze deniz havası ve yokluğun ferahlığı ile zihnim açıldı. Biraz olsun “Kermesle Enflasyon Kontrolu” yapmaya kalkan ve her koşulda suratındaki gülümseme (!) eksilmeyen baş otorite yardımcısına ilişen gözümü kurtarmaya çalıştım SOTO Dörtlüsüyle. Yaşamın gittikçe zorlaşan koşullarında her gün yeni bir istihza yaratan yumurtalara, yumurtlayanlara şaşkınlıkla bakmaktan kendimi alamıyorum. Aklıma mukayyet olması için Allah’a dua ediyorum. Don Kişot’u düşünüyorum. Sanço Panço’nun bugünün sözde cengaverlerinden daha mantıklı olduğunu anlıyorum. Bu orta oyunu ne zaman ve nasıl son bulacak diye merak ediyorum. Sahneyi yıktıktan sonra sahibine haber verecek mecalleri kalacak mı diye merak ediyorum ? Askerliğimi tam tekmil (Polatlı/Erzurum 24 ay) yaptığım için “Merak” ın “3Tehlikeli Şey” den biri olduğunu hep aklımda tutuyorum. Böylece aklım karma karışık çırpınıyor.

İlk paragrafı iki gün önce (10.10.18) yazmıştım. Sonra araya bizim için “Sıfır Maliyetli İzmir Hizmet Turu” girdi. İşe yaramanın memnuniyeti ile dün öğle yemeğinde “Park Yaşam’ın Köftesi”; akşam yemeğinde ise deniz manzaralı, çiçekler arasında güzden daha çok yaz havalı balık ziyafetine konduk. Böylece şen gittik; şen geldik. Kısa sürede yaşadığımız “Kabullenme Sabrı” na tanık olan “Çaresizlik Girdabı“mızın karmasında küçüldükçe küçüldük ve dualarımızı daha bir fazla artırarak gecenin ilerleyen saatlerinde yeniden Çeşme’ye döndük. Bugün Çeşme’de hava gerçek bir bahar tadında. Güneşin parlaklığı, havanın ferahlığı ve rüzgarın esintisi jakarandanın zarif yapraklarını hafifçe oynatıyor. Haftaya bu güzelliklere kısa süreliğine veda edip İzmir’e döneriz Allah nasip ederse. Tadında bırakmak gerek; Çeşme’yi de, yemeği de ve hatta özerk gibi yaşa(l)mayı da (!)…Bugün için sağlığın, huzurun, mutluluğun, doyumun ve keyfin zirvesindeyken bu da ne demek oluyor ? sorusuna yanıt vermeye hazır değilim ve şimdilik sadece gülüp geçerim. O zaman yazmasaydın; diyor aklım yüreğime; ancak söz geçiremiyor. Bu konu satırlar arasında kalsın ve bugün Sözcü’de Özdil’in yazısından etkilendiklerime bakarak yazıma eklediğim kısa videonun son karelerinden SOTO Dörtlüsü‘ne geleyim. Sözcü’den neden etkilendim ?

Çeşme’nin camlı bölmesinde sabahları bir başka güzel ki; Melisanın kokusuyla, mor çiçeklerin görüntüsü ve jakarandanın hâla süren mor salkımlarının güzelliğinde televizyon kanalındaki saçmalıkları duysam da rahatsızlık hissetmiyorum. Böylece bir TED konuşmacısının dediği gibi kanal seçme ve ayrı düşme yerine bütünlüğü koruyarak kahvaltı keyfime hiçbir dangalaklık zarar veremiyor. Dün kulaklarıma çalınan konu bugün Bay Özdil’in köşesinde gözüme girdi. Bir eğlence mekanında evli kadına sarkan bir ünlü futbolcu ile rahmetli Gol Kralı, Taçsız Kral Metin Oktay’ın kıyaslaması yapılıyordu hem görsel hem de yazılı medyada. Görmezden gelseler daha iyi olacak ise de olmuyor. İşte bana bakın; ben bile topa giriyorum. Hem sadece burada değil, aynı zamanda dayanamayıp Bay Özdil’e bir de mail mesajı gönderdim. Dün televizyon kanalından rahmetli Oktay’ın söylediği ifade edilen şu sözü zihnime kazındı: “Yetenek ile yükselirsin; karakter ile o yüksekte kalırsın”. Demek ki bugünün saraylısı olan ünlü futbolcu yeteneği ile yükselmiş. Ancak doğruysa eğer; gerek Milli Takım’a girmek için para pazarlığı yapmak ve gerekse evli bir kadına sarkıp, rahatsız olan bir başka kadın için de uygunsuz sözler etmek ve de üstüne üstlük silahla hastane basmak beni (gereksiz yere) düşündürdü. Keyfimi kaçırdı. Aklımı çaldı. Beni mutlu olduğum sadelikten kopardı. Değiştiremeyeceğim şeyler için enerjimi harcadı. Düşündüm de; bu karakter düzeyi ile neden seçimlere girmedi ya da milletin orasına koymakla ünlenmişler gibi neden inşaat işlerine başlamadı. Nedense bu yolda yolcu olanlar bir de din yoluyla sanki günah çıkarıyor gibi ön saflara geçiyorlar tıpkı ABD’ne kaçan diğer uzun adam gibi… Bu işte bir terslik var; anlayamıyorum. Belki de terslik bende…

Hâla SOTO Dörtlüsü‘ne geçemiyorum. Daldan dala atlıyor zihnimdeki karmaşanın aktörleri. Bu gün Cuma namazında cami birincisiydim. Kimse gelmeden camiye girersem ve ilk safın en sol yerini kaparsam, o kısacak anda bir başka yalnızlığın dua gücüyle dinginlik hissediyorum. Dilimden dökülmese de yüreğim, ruhum, aklım ve sağlığım yoğunlaşmış dua ile az da olsa çirkinliklerden sıyrılıyor. Bu da bana yetiyor. “Ben Kalender Meşrebim” … Bunun bir kitap ismi olduğunu ve o kitabın çok anlamlı mesajlarla dolu olduğunu biliyor musunuz ? Namazdan sonra bakkala uğradım. O sırada kitap rafındaki “Bütün Dünya“ya gözüm takıldı. Sayfalarını hızla çevirdim. Eski formatına benzerlikler aradım. Bulamadım. Yine de bir sayfadaki fıkra hoşuma gitti. Yazmak istiyorum. Umarım aklımda kalanıyla ana mesajı doğru aktarabilirim.

…Zengin adam çok cimriymiş. Sevilmediğini biliyor ve bundan rahatsız oluyormuş. Bir gün bilgeye gitmiş ve derdini anlatmış: “Cimri olduğum için sevilmediğimi biliyorum. Halbuki öldükten sonra mallarımın bir kısmını hayır kurumlarına bağışlayacağım. Bunu biliyorlar; neden beni sevmiyorlar ? ” diye sormuş. Bilge “Sana domuzla inek öyküsünü anlatacağım. Beni dinler misin ?” demiş. Adam dinlemeye başlamış.

Domuz, çiftlikteki inekle sohbet ediyormuş. İneğe “Senden hep sevgiyle, övgüyle bahsediyorlar. Benden ise kızgınlıkla, kötülükle… Halbuki sen sadece sütünü verirken, ben onlara etimi veriyorum. Derimden eşyalar yapıyorlar; kılımdan fırça… Ben her şeyimi veriyorum. Neden beni de senin gibi sevmiyorlar ?”. İnek gülümseyerek “Nedeni çok basit” demiş “Çünkü ben sağlığımda veriyorum; sen ise ölümünde”…

Ülkeme bakıyorum. Bir yangın yeri görüyorum. Şaşırdığım şey yangının hem alttan hem de üstten yaktığı. Üsttekiler yangıncıyı alkışlıyorlar. Alttakiler hâla açılmayan millet kıraathanelerinde verilecek olan bedava kek ve çay gelecek diye beklerken gittikçe derinleşen çukurda debeleniyorlar. Bankalar aylık faiz oranlarını %1 den %3 e yükseltip kriz/miriz yılında kârlarını rekor düzeyde artırırken “Gönüllü Mecburiyet (MOB) Kampanyası” na %10 indirimle katılıyorlar. Koca koca adamlar bu iskontoyla %3 den %2.7 e düşecek olan; aslında %1 den %170 artışla %2,7 e yükselen kazığı alkışlıyorlar. Bu ne zihin tutulmasıdır Allah’ım. Adamın (!) bir tek derdi var (gibi görünüyor bana): Yıl sonunda %20,8 olması beklenen enflasyon 2-3 ay önce %24 ü aşınca sepetteki ürünleri %10 ucuzlatıp hedefi olan %20,8 le yılı bitirebilmek ki buna erişemezse de çok dert değil, nasıl olsa… Ötesini boş verin. Her şey olacağına varıyor. Haziran sonunda elektrik faturam 0,2309 TL/KW birim fiyatla oluşturulmuştu. Eylül sonu faturam ise 0,3021 TL/KW ile ve son 3 aydaki artış oranı %30,8. Bu konuda bir müjde var: Yıl sonuna kadar zam yok ve ikinci müjde “işsizliğin artmasına engel olunacak”… “Oh My God”… O halde; sağlığında vermediği gibi ölümünden sonra da verilecek bir şey olmayacak, kalmayacak ki onu şürekasını neden sevelim. Sevgimizi istediğini de sanmıyorum. Peki daha ne istiyor ?

Ülkemdeki durum genel olarak çokluk ve yokluk hastalıklarına neden oluyor. Ortası kalmadı. Ortası da var gibi görünüyorsa eğer bunlar eskiden etkin olan “Orta Direkler” değiller, “Direksiz Ortalar“; bunlar sessiz ve yılgın yaşayanlar. Bu koşullarda nasıl oluyor da ülkem obezleşme yarışında ilk sırayı kapıyor. Daha düne kadar un ihraç eden (ki aslında bu da buğday ithal ederken ayrı bir hikaye) ülkem şimdi un ithalatıyla kilosu beş liraya çıkan unun fiyatını düşürmeye çalışıyor. Soru üzerine araya giren danışman, bakakalan genç bakanın arkasını sıvazlayıp oradan, tehlikeli alandan uzaklaştırıyor. Danışmanın bu hareketi bana bir fıkrayı anımsattı.

…Beverly Hills’te oturan madam Janet küçük beyaz dişi köpeği Angel’ı bir türlü sokağa çıkaramıyor. Sokaktaki erkek köpekler hemen Angel’a çiftleşmek için sırnaşıyorlar. Sonunda madam Janet kendince bir çözüm yolu buluyor. Angel’ın poposuna benzin sürüp sokağa bırakıyor. Erkek köpekler Angel’ın poposunu koklayıp benzin kokusunu alınca Angel’dan uzaklaşıyorlar; onu rahat bırakıyorlar. Angel bir saat sonra sağ salim eve dönüyor. Günlerden bir gün madam Janet, benzin sürmeyi unutarak Angel’ı sokağa bırakıyor. Bir saat geçiyor ve Angel eve gelmiyor. Bir süre daha bekliyor . Dayanamayıp komşusuna Angel’ı görüp görmediğini soruyor. Komşusu “Evet gördüm. Benzini bitmiş. Köpeğin biri ardından ittire ittire benzinciye doğru sürüyordu” diye cevap veriyor…” Madam Janet daha sonra ne yapmış ? Ben bilmiyorum.  Bildiğim, eskiyen ayları kırpıp kırpıp yıldız yapıyorlar.

Bence bu yazı başlığındaki söze sadık kalamayacak. Çünkü uzadı gitti hâla SOTO Dörtlüsüne gelemedi. Gelecek gibi de görünmüyor. İnşallah bir başka bahara. Kaldı ki videoyu izleyince, fazla söze ne hacet ! Arif olan anlar. Kalın sağlıcakla.

Öykücü