Yaşam Büfesinde “Pronoya”

“…Pronoya, paranoya’nın tam tersi olup, herkesin gizliden gizliye iyiliğiniz ve başarınız için planlar yaptığı şüphesidir. Nasıl ki beyin paranoya durumunda iken, herkesin ve her şeyin kendisine zarar vermek üzere olduğu şüphesine kapılıyorsa, pronoya durumunda ise bunun tersine, her şeyin hatta evrenin bile kendisinin iyiliği için var olduğu sanrısına kapılır…Takdir-i ilahi…”

Etkili Toplantı Yönetimi / Check-in “Bu toplantıdan ne bekliyorsun ?” / Ben ne bekliyorum ?

Merhaba

Bugün hızlı bir gündü. Çeşme’den İzmir’e gidiş ve hemen dönüş. Neden gittim ? Daha doğrusu “gittik”. Neden hemen döndüm ? Osmangazi mahallesiyle tanışmak için gittik. İyi de oldu. İç mi, kalp mi derken doğru için yolu şaşırtmıştı dost bildiklerim. Mavişehir’in gelişmiş ilişkisi Çeşme-Devlet’te çözüm yerine soruna yöneltti. Urla’da daha da beter olabilirdi. Uzmanından yardım istedim. “En iyisi“ne ulaşmak için “Duyarlılık Artışı“na sevindim. Daha iyisi kendiliğinden gelişti. Sadece “Biyometrik” olarak Osmangazi’ye gitmek gerekiyordu. Gittik. Bir de “Yan Ürün” oluşturduk. Hangisi yan ürün hangisi “Ana Ürün“dü ? Kişiye göre değişir sorunun doğru yanıtı. Osmangazi’den Çandarlı’ya uzandı yolumuz. Hızla geri döndüm. Çünkü İzmir 39 dereceydi. Yusuf’ta soluklandık. İzban’da ayrıldık. Şimdi serin Çeşme bahçemde yazıyorum. Bugünüme baktım. Kendimi değerlendirdim. Eskiden “verici” idim; şimdi “alıcı” mı oldum ? İşte bu net soru beni TED’e yöneltti. Çünkü TED’te bu soruyu sunum kılan birini anımsıyorum: Adam Grant. Kimdir bu Adam Bey ?

Alan da kaçan mı ?” sorusuna kendi yanıt veren “dili yanmış” ne yapıyordu ? Parmağının gözünün alt kapağına bastırıp “pışşıkk !” diyordu. Seksenli yılların başları. Enstitüde son yıllarım. Suyumu ısıtmaya başlıyorum. Her konuya maydanoz oluyorum. Markası “Bedford” olan kamyondan bozma arızalı bir servis otobüsümüz var. Kamunun ödenekleri kısıtlı. İkide bir bozulunca tamir masrafını karşılamak ayrı bir dert. İdareden izin aldık. Üç kişi grup kurduk. Servise her binenden beşer lira topladık. Bunu uyduruk bir bilette yaptık. Tıpkı “Camiye Yardım” gibi. Bununla tamir masraflarını karşıladık. Laf aramıza bu izni otorite “kerhen” verdi. Sorun çözülsün ama ya başım derde girerse korkusu gün geçtikçe arttı. Bir süre sonra para birikmeye başladı. Karşılayamadığı diğer harcamaları için biriken paraya göz koydu. İşte o zaman “alan da kaçan mı ?” dedik ve bu isteği “Langırt köy sandığına” benzettik. Parayı verdik; bilet işine de son verdik. Ne kadar yersizmiş hem yaptığımız hem de tepkimiz ! Bir süre sonra istifa edip net “AKUKASOS Kardeşliği” olan özel sektöre geçtim. Orada para toplamak gerekmiyordu. Neyse dünden bugüne dönelim. Ben neden bu kısa öyküyü araya sıkıştırdım ?

Adam Grant bir soru soruyordu: “Veren taraf mı yoksa alan taraf mısınız ?”. Kasım 2016 da yaptığı TED konuşmasının sonundaki sözcüktür: Pronoya. Konuşmasına “Paranoya” ile başlar Bay Adam ve “Pronoya” ile bitirir. Pronoya ise yazımın girişindeki mavili kısımda yazılandır. Habertürk, 21.02.2016 da Bay Adam’ın “Originals” isimli kitabını tanıtmaktadır. Bu tanıtımda birkaç dikkat çekici soru var. Örneğin “Çocuğunuz mükemmel bir koyun mu ?“. Bu soruyu tüm ülkem halkına sormak gerek. Ayrıca sorudaki “mükemmel”i çıkarıp da sormak gerek. Daha da ilerisi aslında sormak gereksiz. Millet Kıraathanelerinde bedava çay ve kek uğruna uçuruma gidişe güle oynaya oy verenlere davar demek doğru olur mu ? Açıklanan programa bakınca hâla israf, hâla betonlaşma ve “inadım inat k*çım iki kanat” tutumu. Bir süre sonra ateşin yaktığı anlaşılacak. O zaman bu söz değişecek. “Ben diyorum Çanakkale Boğazı, sen diyorsun yandı g*tümün ağzı“. Bu gidişle bu yangın kaçınılmaz. Sadece orası yanarsa yine de iyi. Hani çok bilinen masalın son sorusu: “Orman ne oldu ?” nun cevabı “Yandı bitti kül oldu” ya…Külliyen kül olmaktan nasıl kurtulucaz ? Çocukluğumda tek bir masalım vardı. Rahmetli annem anlatırdı. Ben de çocuklarıma anlatmıştım. “Tülü Kuzu“nun annesi sonunda kuzusunu yiyen kurdu kazdığı kuyunun içindeki ateşe düşürmeyi başarmıştı o masalda. Kurt bağırıyordu “Yandı bacaklarım, yandı bacaklarım” diye ve anne üzüntü ve öfkeyle “Sen benim kuzumu yerken iyi miydi ? Yan geber, yan geber” diyordu. Yine gümbürtüye gitti Adam beyin konusu. Ben yine çocukluğuma gittim. Yetmiş dört civarında böyle oluyormuş. Kim söyledi ? derseniz.  Floridalı dostum Sam söyledi. Selam olsun Sam’leşen Şükrü’müze. Adam beye geri dönüyorum. “Stratejik Tembellik” kavramını duydunuz mu ? Acaba Kerem’in fakülteyi uzun yıllar bitirmemesi bundan mıydı ? Şimdilerde Netsgilli, Yunt’lu, İngiltere uzantılı Kafa Toplu oluşun içinde bu tür tembelliğin kümülatif etkisi var mı ?

Adam Grant’ın “Originals” kitabında değindiklerinden bir pasaj:

“....STRATEJİK TEMBELLİK BAŞARI GETİRİR >“Erken kalkan yol alır” doğru. Ancak Adam Grant bazen ve hatta aslında stratejik tembelliğin, yani bilinçli bir yayılma halinin başarı getirdiğini söylüyor. İlk örneği Martin Luther King. King tarihi konuşmasını, yazmaya, konuşmayı yapacağı sabaha karşı saat 3’te başlıyor. O saate kadar önündeki boş kâğıt ona, o boş kâğıda bakıyor. Grant’e göre King aslında ne konuşacağını elbette biliyordu ve sadece yazması gerekiyordu. Grant bazen fazla beklemenin de riskler taşıdığını, atı alanın da Üsküdar’ı geçtiğini söylese de, yavaş hareket etmek her zaman beraberinde hata ya da başarısızlık getirmiyor. Ağırdan almak üretkenliğin en büyük düşmanı olsa da yaratıcılığın kaynağı aslında bu! Araştırmalara göre Leonardo da Vinci, Mona Lisa tablosuna başladığında sene 1503, bitirdiğinde 1519’du !…” Sabredecek kadar cesaret, cesaret edecek kadar sabır. Yapabilene ne mutlu. Victor Hugo da demiş ki: There is no stronger army in all the world than an idea whose time has come …Bu fikir geldiğinde kapıyı çalmıyor. Gürültü etmiyor. Sadece tıklatıyor. Duydun duydun; duymadın “Geçmiş Olsun”. Adam Bey TED konuşmasında neler söylemiş ?

Kimi TED kayıtlarını download etmek (laptopa kaydetmek) olanaklı; pek çoğunda değil. Kaydetmek gerekli mi ? Değil. Neden kaydetmek istiyorum ? “Sahiplenmek” mi; “Mülkiyet Duygusu”nu aşamamak mı ? Hayır. Kare kare izliyorum. Alt yazıları defterime yazıyorum. “Hadi be ! Ne gereksiz işler !” dediğinizi duyar gibiyim. Haklısınız. Ben bunu hep yapıyorum. Neden yapıyorum ? Yazarak öğreniyorum. Yazdıklarımı her zaman ve mekanda tekrar okuyabiliyorum. Yetmiş dört civarında ne işe yarayacak ? derseniz. Sizce yanıtım ne olmalı ? Nasıl bir yanıt size doyurucu gelir ? Hangisi inandırıcı gelir ? “Emeklilikte en zor şey…” ya da daha sevdiğim şekliyle “Emeklilikte hüner…”. Boş yeri siz dolduracak olsaydınız ne yazardınız ? Sizce emeklilikte hüner nedir ? Ya da emeklilikte en zor şey nedir ve siz bunu nasıl aşarsınız, aşıyorsunuz ? Ya da aşabiliyor musunuz ?

Kurumsal bir psikolog olarak...” diye sözlerini sürdüren Adam bey, şirketlerde çalışanların %19 nun alan taraf, %25 nin veren taraf ve %56 sının da dengeci olduğunu saptamış. Bunun için otuz bin kişiyle konuşmuş. Ve size tarzınızı soruyor. Ben de “Başarı Formülüm“ün çıktısı olan “10S” in ilk iki “S” inde “Self Style” olarak “Özgün Tarzınız” ı esas alıyorum. Bay Grant sözlerinin sonunda benim “GAT Dünyası” sözlerimle buluşuyor. Sözlerini “Veren tarafların başardığı bir dünyada yaşamak istiyorum” diye bitiriyor. Sözlerinin arasında “Vermek ve almak iç dürtüleriniz olarak ele alınırsa değerleriniz ne; başkalarına karşı niyetiniz ne ?” diye soruyor. “Vermek” ve “Almak” konusuna “Uyumluluk” faktörünü de ekleyen Adam bey güzel analizler yapıyor. Verenleri tükenmişlikten kurtarmak için “beş dakikalık iyilik” diye bir kavram da yaratıyor. Nasıl bir şey ?

Meraklısı TED’ten on altı dakikalık konuşmayı izler. Bir blog yazısı olarak bu kadarı yeter. Sağlıcakla kalın. Yolunuz açık ve aydınlık olsun. Vermek ve almak ilişkisi için şu sözler aklınızda kalsın: Ne verirsen elinle, o gider seninle. Ver ki alasın. Veren el, alan elden üstündür. Ne ekersen onu biçersin. Gülün kokusu veren ele bulaşır. Elleriniz gül kokulu olsun.

Öykücü