Yaşam Büfesinde “En Küçük”

“…Kardeşim olsun istiyorum; çünkü abla olacağım, ablası olacağım. Ama kardeşim olmasını istemiyorum; çünkü “En Küçük Copcu (EKC)” olmanın avantajını kaybedeceğim. Aramızda şu soruyla küçük bir test yaptık: “Bu görüşlerine göre sizce DC kaç yıl sonra evlenir ?” Görüşlerimiz 15 ila 25 yıl arasında değişti. Kiminle evleneceğine gelince; sınıfının en yakışıklılarını seçmiş. Dört adayı var. Hiçbirinden vazgeçemiyor. Evlenmeyi de bir seçme testi gibi görüyor. “İçlerinden en iyi koca hangisi olur ?” sorusuna yanıt bulmak için “yaşa ve gör” düşünce tarzını tartışmasız savunuyor. Geri kalan bir düzine seyirci de “hop kardeşim, ne oluyor ? Olur mu öyle şey ?” demiyor. Bu keyifli anlar yarınlarda nelerin sinyalleridir bilinmez. Şurası bir gerçek ki bizden fersah fersah ilerde; özgüveni çok yüksek; akıl sınırları çok geniş. Evlenince kocanın soyadını alacaksın “Copculuğun kalmayacak” görüşlerine de şiddetle karşı çıkıp “Copculuğu Ömür Boyu Sürdürmek” için çareler, çözümler üretiyor, buluyor ve şiddetle savunuyor…”

Maşallah, maşallah biz burda okula gidelim; emekliler Çeşme’de keyif sürsün” (En Küçük Copcu)

Merhaba

Hava güzel olunca biz…” diyerek Çeşme’ye geldik. Geçen yıl da Mart başında açmıştık Çeşme’de yaz sezonunu. Bu yıl bir hafta sonra geldik. Yaz gibiydi. Ada yürüyüşünde laleler topladık. Papatyalar geçmek üzere. Nevruzlar açmış. Etraf yemyeşil. Geçen yıl baharın tamamında büyücek bir onarım ve geliştirme işiyle geçtiği için telaşlıydık. Bu yıl camlı bölmenin keyfinde, C13 Grubumuza günlük bir kare fotoğraf ekinde ana mesajım “Sizi de bekleriz” oluyor ki gerçekten de “sizi de bekleriz” diyorum özellikle de brunch türü keyifli ve leziz olduğu kadar sağlıklı bir grup beraberliğinde. Eren ve Barış’ın okullarındaki sınav yılı haklı duyarlılıkları ; İrem ve Duru’nun okul ilişikleri; Eraygillerin Mestleşme girişimlerindeki yeni yapılanmalar; Keremgillerin İngiltere beraberlikleri derken şükür ve şükranla da olsa pek fazla gerçekleşmiyor “sizi de bekleriz” çağrısının meyveleri. Hayat meşgalesi; göründüğü kadar kolay değil yükselen başarı çıtasının üzerinden atlamak. Yeter ki sağlık olsun; her işin başı sağlık. Olmazsa biz uzanıveririz İzmir’e. Ne kadar yol ki şunu şurası. Bir de Netgillerde bir işe yarıyor olmanın gururu olunca ayak ağrılarımız artsa da şükür ve şükranlarımız sürüp gidiyor dualarımızla.

Hava güzel olunca biz…” diye başlayınca söze ellili yılların başlarında (1952) ilkokula başladığımda elimdeki iki okuma kitabına uzandı aklımın kıvrımları. Biri benim, o yıla ait güncel Alfabe, diğeri de en 1945 lere ait olan ablamın kitabı. O günlerden beri aklıma hep takılan şu olmuştur: Neden Ablamın kitabı benim kitabımdan daha kaliteliydi ? “Kalite” sözcüğü hem kağıdından hem de aklımda kalan içeriğindeki birkaç okuma konusundan dolayıdır. Kendi kitabımdan aklımda kalan sadece “Ali top al. Al sana top. At Ali at” gibi öğretilerken ablamın kitabından üç konu başlığı aklımda, konulara eklenmiş olan resimler de zihnimde daha dün gibi capcanlıdır. Bunlar,

* “Hava güzel olunca biz bahçeye çıkarız” diye anlatıma başlayan evcil hayvanlara ait konudur. Bu baştaki söz bir tekerlemedir aklımın kıvrımlarında: “Hava güzel olunca biz bahçeye çıkarız” sözcükleri nedense bana şiir gibi gelir. Anılarımla birleşmenin anımsatıcı etkisinin verdiği hazdan olsa gerek.

* Diğer bir konu da deniz kenarından bir anlatımdır. Tıpkı Ortaokulda okuduğum İngilizce kitabındaki “Brown’s family went to the seaside. The sea was calm…” anlatımında olduğu gibi ikisi kıyıya yakın, biri biraz daha uzakta demirlemiş olarak duran üç kayık anlatılırdı ablamın okuma kitabındaki o yazıda. Yakında duran kayıklardan biri yenidir ama kayıkçı yaşlıdır. Diğeri eski bir kayıktır ama kayıkçı gençtir. Uzakta duran kayığın ise tentesi vardır. Yazının ana fikrini anımsamıyorum. Belki de tercihler ve kabullerdir. Karar vermeye etki eden nedenlere dikkat çekmektir. Bilmiyorum hangisi. Önemli olan zihnimde silinmeyen yerleridir.

* Anımsadığım üçüncü konu elektrik telleri, rüzgarlı bir hava ve kurusun diye asılmış olan çamaşırlarla davranış biçimi konusundaki anlatımdır. Bu yazıdaki mesajı çok iyi anımsıyorum. İç içe girmiş iki mesaj vardı: İlki elektrik tellerine çamaşır asılmaz. İkincisi asılan çamaşırları toplamak (ya da sermek) için dokunanı elektrik çarptığında kurtarmak için tutup asılmayasın yoksa sen de çarpılırsın. Ya ne yapasın ? sorusuna verilen yanıtı anımsamıyorum. Bırak çarpılsın akılsız mı deniyordu; yoksa eline bir sopa al vur kafasına mı ? bilmiyorum. Bildiğim tek şey varsa ablamın kırklı yıllardaki okuma kitabı benim ellili yıllardaki kitabımdan daha kaliteliydi. Belli ki kırklı yıllarda eğitim ve öğretime verilen değer daha yüksekti. Buna şüphe yok; en azından hâla Köy Enstitülerinin etkileri, rahmetli Tonguç babanın emekleri sürüyordu kırkların başlarında.

Gelelim yazımın girişindeki “Copculaşma“ya ve “En Küçük” olma isteğinin neden bu denli güçlü olduğuna. Geçen ayın sonlarına doğru Ümit emekli olup da yurda dönünce Nezuş yine hünerlerini döktürdü ve C13Plus grubuna bir ziyafet verdi. Baş rollerde Duru ve Ümit vardı. Amca/Yeğen her koşulda hepimize baskındı. İki gün önceki diyaloglarında da “Kum Saati” vardı; sınırları zorlayan. Copcuların en küçüğü olan Duru, nedense hiç bir koşul altında “Copcu” soyadını ve “Copcu” soyadlı “En Küçük” olma konumunu yitirmek istemiyor. İlginç ! Gerçekten çok ilginç ! Kendimi, çocukluğumu, ergenliğimi ve hatta daha sonrasını anımsıyorum örnekleriyle ve itiraf etmeliyim ki fırsatını bulsam soyadımı değiştirmeyi bile düşündüğüm anları unutmuyorum. Kimi zaman “Copcu” yerine “Cop” dediğimiz olmuştur; hem de ailecek. Örneğin babam Soma’da köfteci iken tabelada “Köfteci Fahrettin Cop” yazardı. Tabela vergisi az olsun diye, tabela küçük tutulduğu için, “Copcu” nun “..cu” su sığmadığı için mi bilmiyorum; ama çoklukla “Çöpçü” diye dalga geçtikleri için sevememiştim soyadımı. Şimdilerde, bizimkilerden her hangi bir serzeniş duymadığım gibi özellikle Duru’nun “Copcu” soyadını kaybetmemek için türettiği çarelere bakınca açıkçası keyif aldığımı hissediyorum. Ümit, Eray ve hatta babası Kerem takılıyorlar “Evlenince kocanın soyadını alacaksın; Copcu soyadın olmayacak” sözlerine sınıfından seçim yaptıklarından birinin soyadını kullanıp (örneğin Kaya olsun) cevabı hemen yapıştırıyor “Duru Copcu Kaya” olacak, iki soyadını birlikte kullanacağım” diyor. Grup bunu kabullenip de “Olabilir ama çocuğun bu soyadını, Copcuyu alamayacak ki…” dediklerinde de “Olmazsa çocuğumun adını Copcu koyacağım; soyadı kocamın soyadı olsa da Copcu devam edecek” diyecek kadar ısrarcı “En Küçük Copcu Duru“. İlginç ! İşte şükredecek, sevinecek bir başka birlik, beraberlik, sevgi, paylaşım, özgüven ve motivasyon nedeni daha ve “Hava güzel olunca…” Daha ne ister insan ?

Çeşme’nin parlak baharından selam ve sevgilerle yolunuz hep açık ve aydınlık olsun dileklerimle.

Öykücü