Yaşam Büfesinde “Kuyu”

“…Adam minarenin şerefesine çıkmış intihar etmek üzeredir. Ahali aşağıya toplanmıştır. “Yapma, etme ! Yazıktır in aşağı” benzeri sözlerle ikna etmeye çalışırlar. Adam dinlemez. O sırada Temel gelir ve “Ben onu kurtarırım” der ve kendisine uzun bir urgan (kalın ip, halat) getirmelerini ister. Urganı getirirler. Temel urganı minaredeki adama atar ve “Tut hemşerim” der. Adam tutar. Temel urganı asılır. Adam yere düşer ve ölür. Ahali Temel’e “Sen ne yaptın ya ?” derler. Temel azıcık düşünür, başını kaşır ve söylenmeye başlar: “Ben bir zamanlar bu usulle birini kurtarmıştım. Ama minareden mi yoksa kuyudan mı ?”hatırlamıyorum” der…Bir akşam tiyatrodan çıkmış iki erkek arkadaş yolda yürürlerken önlerinde iyi giyinmiş, şık ve alımlı bir hanımın yürüdüğünü görürler. Erkeklerden biri diğerine dönerek “Bu hanımla bir gece geçirmeye 500 $ veririm” der. Bu sözleri işiten genç hanım başını çevirir ve “Teklifinizi kabul ediyorum” der. Teklifi yapan erkekle hanım beraberce genç ve çekici kadının evine gidip hemen yatağın yolunu bulurlar. Ertesi sabah apartmanı terkederken adam kadına 250 $ verir. Hanım pazarlık bakiyesi parayı ister ve “250 $ daha vermezseniz sizi dava ederim” der. Adam güler “Bunu nasıl ve hangi esaslara göre yapacağınızı görmek isterdim” deyip evi terkeder. Ertesi gün mahkemeden gelen celp pusulasını gören adam şaşırır. Hemen avukatına gidip olayı detaylarıyla anlatır. Avukat “Bu esaslara dayanarak aleyhine bir karar alınabileceğini sanmıyorum. Ancak davanın nasıl sunulup, savunulacağını doğrusu pek merak ediyorum” diye görüşünü söyler. Dava başlar ve ön soruşturmadan sonra hanımın avukatı mahkemeye dava konusunu aşağıdaki şekilde sunar…

NET MID 2014 “Yönetici Adayları” (Hayat, oyun gibi yaşanmalıdır)

Merhaba

Havalar biraz soğuyunca Duru (6) ile çatıda oyun günlerimiz de başladı. Ablası İrem (12) gibi onun oyunlarında da iki senaryo var. Ya doktorculuk ve o doktor oluyor ben de hemşire ki ayak işlerini bana yaptırıyor; ya da iş yeri oyunu ki o patron oluyor ben çalışan. Böylece iş ve insan yönetimi becerileri (!) şimdiden şekilleniyor. Benden daha iyi yönetim becerileri olacağı belli. Allah yollarını açık ve aydınlık etsin. Geçen çatı turumuzda yirmi yıl öncesine giden 1997 yılı ajandamı alıp gelmiştim aşağıya; bu kez de 2001 yılına ait olanını seçti aklımın kıvrımları. Neden 2001 ve 2001 in hangi karakteristikleri var ?

Öncelikle bir yıl önceki by-pass oluşumun ardılı olması önemli. Nekahat (istirahat, iyileşme) dönemini aşıp da günlük iş ritmine uyum normale dönünce sürmekte olan endişeler, kızgınlıklar, hırçınlıklar ve asıl önemlişi iş ile özel hayat dengesini kurmakta zorlanmalar 2001 yılının öne çıkan perspektifiydi. Sanki daha fazla asabi olmuştum. By-pass’ın olası (olağan) etkilerinden sayılsa da “kendine dur” diyebilmeyi öğrenmek şart.

İkinci olarak 1999 un son ayının başında ikinci, global birleşme ile İsviçre/İngiltere kültürü çatışmaları içinde “olmak ya da olmamak” mücadelesinin yapılandırmak süreci 2000 de tamamlanıp 2001 de yeni görevler, yeni dostlar ve yeni disiplinler içinde yeni bir “çalkantılı sular” yaşanıyordu. By-pass’ın etkisiyle “M38 Tanklar” gibi iki işi birden yapamıyordum. Ya yürüyordam ya da durup sunum yapıyordum. Hem yürüyüp hem sunum yapamadığım için bana ayrılan yarım saatlik süreyi aşmış ve ancak üç çeyrek saatte bitirebilmiştim sunumumu. Yeni kültür çatışmaları içinde “Pazarlama Ürün Grup Müdürü” olarak yaptığım “Satış Destek Çalışmaları” çerçeveli sunumumdaki ana mesajım “önemli olan kuyunu derinliği değil, ipin kısalığıdır” idi ki amacım da “Yetkinlik Geliştirme Programları” içinde hevesli, heyecanlı ve etkili olabilmeyi ele alıyordum. Her neyse ! İşte bu 2001 yılı ajandamın sayfaları arasına yapıştırdığım bir gazete küpürü dikkatimi çekti. “Gerçekten Olmuştur Davanın Böylesi” başlıklı Murat Birsel’in “İzlenimler” köşesindeki anlatı Av.Orhan Azizoğlu’ndan bir anlatıdır. Bunu yazımın girişindeki kırmızı bölümle aktarmaya çalışıyorum. Devamı az sonra vereceğim.

Üç gün önce Florida’lı Sam’leşmiş Şükrü’nün bir iletisindeki müzik paylaşımına (https://youtu.be/kRiTCIRaLhU) şöyle bir yanıt vermiştim:

“…Teşekkürler Sam (Şükrü), Buradaki “denge” ve “melodi” beni alıp 1965/66 (Fakülte 2/3)lara götürdü. O zaman ders olarak ele alıp ötesine pek önem vermediğim, “Bahçe Mimarisi” dersinde 3 bütünleşik sözcüğü anımsadım: Balance / Harmony / Association ve ben bu üçünden üç tane değil iki tane Türkçe sözcük bulurdum o zamanlar: Denge ve Uyum. “Assosiye olma” sözcüğü de benim dar belleğimde “birlikte olma” ya da “simbiyotik yaşam” dan öteye gitmezdi. Bunu en güzel, en doğru sınıf arkadaşımız Prof.Dr.Ümit Erdem (ya da sen ve Cihan) açıklayabilir; kulakları çınlasın. Bu iletiyi paylaşım listene baktığımda başta Vanessa olmak üzere Türkçe bilmeyen dostlara sen açıklarsın ne demek istediğimi. Çeşme (İzmir/Türkiye) den selam ve sevgilerimle…” ve Şükrü detaylandırarak yanıtlamıştı geç kalmadan (20.08.2017)

…Degerli Mustafa Arkadasim.  Cesme’den ozel selamlarini her zaman aliyorum. Farkettim, “Izmir’den cok selamlar” diye hic yazmadin. Cesme bugun herhalde, benim  60-70’lerde bildigim Cesme’den cok farkli ve son zamanlarda da istisnai  bir cazibe ( distinguished  glamour ! ) kazandi.  Mugla sehrinin ismi son zamanlarda “Mentese” olmus. Her gidisimde Saburhane mahallesine gider, o mahalle kalabaligi ( aralarinda hic kadin yoktur ) icinde kahve icerim. Ilkokul’dan sinif arkadasim Hamza Kadem’e kahveci derhal telefon eder ” Bir adam seni ariyor, Amerika’dan gelmis ! ” diye. Iste o  ” Yoruk ” sinif arkadasim elindeki tasi-taragi birakip mobiletine atlayip benimle kahve icmeye gelir Saburhane’ye. Ben de, yoruk cocuguyum ya !!! Bizim Saburhane mahallesi hic degismemis.. Benim cocuklugumda (1950-60) saganak yagmurlar olursa, aradan bir saat sonra , Goktepe-Dirlivan tepelerinden akan yagmur sulari Karamugla cayi olarak toplanip Saburhane’nin duzlesen  yorelerinde  kirmizi topraklarla kukrerken biz cocuklar da odun ve agac dali toplayip eve gotururduk. Bu Karamugla cayi iki gun aktiktan sonra kurur giderdi.  Iste o cayin yolunu kapatmislar ve ustu kapali bir kanal yapip ustunu otomobil yolu yapmislar. Mahallenin tek degisen tarafi da bu durum…

Fort Pierce bu aylarda cok sicak. Gunduzleri 90F ‘nin uzerinde, geceleri 78-80F.  . Sehrin cevresindeki evlerin cogunda hala kuyu suyu ( well water, pumped ) kullanilir. Benim hanim Nisan ayinda 110 bin dolara ( mortgage  $723.00/month ) bir ev almisti ( 3 bedrooms,  2 baths, 1 acre of land=4,000 m2 ) . Kusadasi donusu, evin su-electric, kapi-pencere boya islerini yaptirttim. Masrafi $4,000.00 dolari gecti ve Temmuz 21 gunu de $1,300.00/month kiraladik. Hanim 3 sene sonra emekliye ayrilinca, hayatimizin son safhasini bu evde yasamak istiyoruz. Simdilik plan boyle. 22 Temmuz gunu de Kanada  yoluna cikacaktim. Kiraci aile eve girer girmez ilk problem su oldu. Mutfak suyunda kum varmis. Depo ve filtreyi degistirdik.  $325.00 dolar gitti. Arkasindan ” Septic tank ” tikanmis. Onun tamiri de $850.00 dolar tuttu. Arkasindan benim evin arka bahcesindeki  birikmis agac dallari arasinda boyu bir metreyi gecen cimenden komsulardan birisi Belediye’ye sikayet etmis. Iste o problem de yarin hallolacak. Muteakiben de arabami ( 1996 Plymouth Grand Voyager, Van diyorlar bu tip minibuse ) hazirlayacagim. Montreal’e ( 1,500 miles ) uc gunluk yol. Gunde 10-12 saat direksiyon sallarim ve geceleri  ” Truck-Stop ” denen yerlerlerde uyku tulumumda yatarim. Eski otostopculardan biriyim ya, boyle maceralari hala becerir ve severim…

Bizim Amcaoglu Ismail, son zamanlarda ummetine 1400 sene once icad edilen ahlak vaizlari veriyor. Okudukca gulumsedim. Tahminim, elinden gelse, yeni nesilleri 1400 sene geri goturup deve sirtinda dag ve col hayati yasatacak. Anladigim kadariyla insanoglunun sosyal yonden evrimini hic goze almiyor. Boyle ulema’nin gozunu Allah bile acmak istemiyor herhalde… Selam ve sevgilerimle. Sam…”

Şükrü’yü Mayıs başında Kuşadası’nda gördünüz. Sağlık sorunları açıkca dikkat çekiyor. Buna rağmen uğraştığı günlük işlerin fiziksel yüküne bir bakar mısınız ? Ev tamiri, bahçe düzeni, yaşlı araba onarımı ve Kanada vatandaşlığını korumak adına hukuken gerekli işlemler için sıkça 2500 km yol yapmak. “Seviyorum” dese de benim bile gözüm yemiyor artık yetmişinden sonra onca yolu. Üstelik konaklamaya bakarsanız ne denli ekonomik davranmak zorunda olduğunuzu hissedersiniz. Kırkbeş yıldan beri (1972) Kanada-ABD ikilisinde verilen yaşam gölü mücadelesi ile “beklentilere kavuşma” ve “yurt özlemi” çekme arasındaki gelgitlerde semleşmenin (Şükrü>Sam) hiç de kolay olmadığı ve asıl önemlisi yetmişinden sonra bile kolaylığın yer almadığı acı ama gerçek. Ülkemde bana, bize bakıyorum da binlerce şükrediyorum. Ah bir de racon kesmeler, havuzlar, kucağa oturtmalar, ayakkabı kutuları, yatak odasında para kasaları, tipsizlerin gemicikleri olmasa ülkem gerçekten cennet olacak. Şükrü’nün son sözü anlamlı: “Böyle ulemanın gözünü Allah bile açmak istemiyor herhalde“.

Şimdi davamıza dönelim ve devamına bakalım:

“…Bir akşam tiyatrodan çıkmış iki erkek arkadaş yolda yürürlerken önlerinde iyi giyinmiş, şık ve alımlı bir hanımın yürüdüğünü görürler. Erkeklerden biri diğerine dönerek “Bu hanımla bir gece geçirmeye 500 $ veririm” der. Bu sözleri işiten genç hanım başını çevirir ve “Teklifinizi kabul ediyorum” der. Teklifi yapan erkekle hanım beraberce genç ve çekici kadının evine gidip hemen yatağın yolunu bulurlar. Ertesi sabah apartmanı terkederken adam kadına 250 $ verir. Hanım pazarlık bakiyesi parayı ister ve “250 $ daha vermezseniz sizi dava ederim” der. Adam güler “Bunu nasıl ve hangi esaslara göre yapacağınızı görmek isterdim” deyip evi terkeder. Ertesi gün mahkemeden gelen celp pusulasını gören adam şaşırır. Hemen avukatına gidip olayı detaylarıyla anlatır. Avukat “Bu esaslara dayanarak aleyhine bir karar alınabileceğini sanmıyorum. Ancak davanın nasıl sunulup, savunulacağını doğrusu pek merak ediyorum” diye görüşünü söyler. Dava başlar ve ön soruşturmadan sonra hanımın avukatı mahkemeye dava konusunu aşağıdaki şekilde sunar: “Muhterem hakim beyefendi, müvekkilem, bu hanımefendi, itina ile yetiştirilip çimlerle örtülü bahçe niteliğinde bir gayrimenkule sahip bulunmaktadır. Bu arazi parçasını belli bir süre için davalı beyefendiye 500$ karşılığında kiralanmıştır. Davalı gayrimenkulü kira amacına uygun olarak kullanmış ve kira müddeti sonunda tahliye ederken kira bedelinin yarısı olan 250 $ ı ödememiştir. Kira tutarı yüksek bir bedel değildir, kaldı ki kiralanan yer özel ve yasal bir bölgedir. Dileğimiz adaletin yerine gelmesi ve davalının müvekkileme anlaşmanın bakiyesi olan meblağı ödemesidir“. Davalının avukatı bu beklenmedik savunma karşısında şaşırır fakat bir avukat olarak işin ilginçliğinden haz duyar ve hemen daha önce hazırladığı savunmasını bir kenara koyarak davayı şöyle savunur: “Muhterem hakim beyefendi, müvekkilim bu genç beyefendinin bu genç hanımdan sahibi olduğu gayrimenkulü bir süre için kiraladığı doğrudur ve müvekkilim bu anlaşmadan son derece memnun kalmıştır. Bununla beraber müvekkilim arazide bir kuyu bulmuş ve bu kuyuyu örgü taşlarıyla donatmış, kuyuya boru indirmiş ve pompa yerleştirmiştir. Bütün bu uğraşların işçilik masraflarını müvekkilim üstlenmişir. İnancımıza göre bütün bu arazi geliştirme çalışmaları ödenmeyen meblağı karşılayacağından aleyhimize açılan davanın düşmesini talep ediyoruz“. Genç hanımın avukatı tekrar söz alır: ” Muhterem hakim bey, müvekkilem davalının beyan ettiği gibi arazi üzerinde bir kuyu bulunduğunu ve gerekli gelişmeleri yaptığını kabul ediyor ve herhangi bir itirazda da bulunmuyor. Ancak bahis konusu kuyu zaten arazide mevcut idi ve kuyu olmasaydı davalı muhtemelen bu araziyi kiralamayacaktı. Ayrıca arazi tahliye edildiğinde davalı, söz konusu ettiği taşları, boruyu ve pompayı sökerek beraberinde götürmüştür. Bu bakımdan davamızda ısrar ediyor ve vereceğiniz kararın adalete uygun olmasını diliyoruz”…”

ve hanım davayı kazanır.

Onaltı Yıl Önceydi…

Onaltı yıl önce, ben henüz altmışa varmamışken, Kerem fakülte yıllarında sallanırken ve bu sallantının tesellisi okurken para kazanmaya dönük gayretlerin somutlaşması olarak umut sinyallerini güçlendirirken, Bursa yolculukları fazlaydı yaşamımızda. Yine bir Bursa seyahati sonrasında defterimde kendime, kendimi anlattığım notlarımın başlığı şöyleymiş: “When it rains it pours !” ki Söke’li HES Üçlüsünün Suat’ı bunu “Felaket tekil gelmez” diye tercüme etmişti. Başlığın altında sözcükler şöyle dökülmeye başlamış: “Bursa’dan erken yola çıktık. Sakin bir yolculuk. Tüm hatalarıma karşın radara yakalanmamıştım. Yine de çok sıkıldım. Çeşme’de kapı aralığına sıkıştırılmış kaçak yapı cezası sıkıntıma tuz biber ekti. Son günlerdeki güzelliklere (Fiesta almak gibi) bakıp da şükrederken bu tür sıkıntılar içinde hata yapmaktan daha fazla korkar oldum. Kerem’in okulun takıldı aklım ve “Okul nasıl ?” diye sormaktan çekinir oldum (Yine de Mustafa Paşanın İkinci Venedik Çıkartması yaşanacakmış)…” Bu satırlar uzayıp gidiyor ve bir sayfayı aşıyor. Arkasında da Kerem’in bana yazdığı bir mektup var. Siz hiç birlikte yaşadığınız fakültedeki oğlunuzdan bir mektup aldınız mı ? Mektup size “ateşin yaktığını, taşın sert olduğunu anlattı mı ?“. Satırlar şöyle başlıyor: “Dün Bursa’dan gelip Çeşme’ye doğru yola çıktığınızda annem aşağı inerken “Baban derslerini öğrendi, temkinli ol” uyarısı yaptı. Dün öğleden beri aklımda bu konu. Böyle bir tepki ya da uyarı göstermen de çok normal. Genel olarak kendimi okulda değerlendirdiğimde %80 ninden daha üstün görüyorum. Şu anda kendime ait bir iş yerim, arabam, düzenli bir ailem ve kız arkadaşım var…

Mektup iki sayfa ve son satırı da aynen bitiyor: “…Korkulacak hiçbir şey olmadığını göreceğiz hep birlikte. Genel olarak ders durumumu şematik olarak da anlatabilirim. Tek isteğim benim için endişelenip üzülmemen, evde suratı kapkara, canı sıkkın birisini görmek istemiyoruz. 06.05.2001″

Şimdi (2017 Ağustosunda KIDZ Dörtlüsünün C13 Plus’a verdiği onca güzelliğin etkisinde bu satırlara baktığımda neler görüyorum:

* Kerem hayatı boyunca her zaman “kediye kedi” dedi. Evirip kıvırmadı. Şu anda da doğru bildiğini söylemede hem çekinmedi ve hem de “hayır” diyeceği şeye bizi veya birilerini memnun etmek uğruna hiçbir zaman “evet” demedi; demiyor.

* Özgüven yüksekliği mektubun her satırından, her sözcüğünden kendini gösteriyor. Ebevyn olarak buna hazır olabilmek; yeri geldiğinde “sınanan sabır sınırlarını” koruyabilmek pek kolay olmadı bunca yıl. İşte bugün erişilen yer gerçek anlamda: “win-win” durumudur.

* Öylesine kızgın bir ortamda bir gün bekleme sabrı gösterip “ani etkinin (knock-down) yakıcılığının” azalmasını sağlamış.

* İmla hatası hiç yapmamış. Cümle düzeni, özel isim yapılandırması (büyük harf ve apastrof) çok güzel. Cümleler kısa. Vurucu. Parantez yok (bu konuda beni hep eleştirir ki bunu yazarken bile bakın yine parantez kullanıyorum).

* Onaltı yıl önce yine defterime yapışık kartvizitinde “Borem / Marketing Manager” yazıyormuş ki hem benden önce “Pazarlama Müdürü” yapmış kendini ve hem de gerçekten de 2009 kurdukları Netdirekt’te gerçek anlamda “Pazarlama Bölüm Müdürü” rolünün gereklerini tam olarak yapabilme becerilerini daha o günlerde kazanmış.

* Sahip olduğu güzelliklere, değerlere dikkat çekmiş ki bugün yetmişinden sonra şükür ve şükranla andığım o değerleri (iş, eş, aile) tek tek sayarak anlamamı sağlamaya çalışmış.

* Sonunda “merak etme” derken, korkulacak bir şey olmadığı (ki olmadı) mesajını verip, bana da sadece kendisi için değil ailesi adına (Nezuş ve hatta Zeynep) da en sert şekilde uyarıda bulunmuş: Yüzün gülsün.

Daha ne ister insan. Binlerce şükür. Allah herkese C13 Plus yapısında aile ve “Plus”landıran akraba, hısım ve dostlar nasip etsin. Yolunuz açık ve aydınlık olsun.

Öykücü