Yaşam Büfesinde “Olumlu/Olumsuz (Yalınayak)”

“… Yaşlı Kızılderili reisi çadırının önünde torunuyla oturmuş, az ötede birbiriyle boğuşup duran iki kurt köpeğini izliyorlardı. Köpeklerden biri beyaz biri siyahtı ve on iki yaşındaki çocuk kendini bildi bileli o köpekler hep dedesinin çadırı önünde boğuşup duruyorlardı. Dedesinin sürekli göz önünde tuttuğu, yanından ayırmadığı iki iri kurt köpeğiydi bunlar. Çocuk çadırı korumak için bir köpeğin yeterli olduğunu düşünüyor, dedesinin ikinci köpeğe neden ihtiyacı olduğunu ve renklerinin neden illa da siyah ve beyaz olduğunu anlamak istiyordu artık. O merakla sordu dedesine. Yaşlı reis bilgece bir gülümsemeyle torunun sırtını sıvazladı. “Onlar” dedi “Benim için iki simgedir evlat”. “Neyin simgesi ?” diye sordu çocuk. “İyilik ve kötlüğün simgesi. Aynen şu gördüğün köpekler gibi, iyilik ve kötülük içimizde sürekli mücadele eder durur. Onları seyrettikçe ben hep bunu düşünürüm. Onun için yanımda tutarım onları”. Çocuk sözün burasında “Mücadele vars, kazananı da olmalı” diye düşündü ve her çocuğa has bitmeyen sorulara bir yenisini ekledi: “Peki” dedi ” Sence hangisi kazanır bu mücadeleyi ?“Bilge reis derin bir gülümsemeyle baktı torununa “Hangisi mi evlat ? Ben hangisini daha iyi beslersem“…”

Yaşam Mimarlığı (Boston ve Duşanbe Hasretliğinde Nezuş’un Melekleri)

Merhaba

Acayip bir şey oldu. Köpeklerle ve iyilik ve kötülükle yazıma giriş yaptım ama iki gündür aklıma “eşek” ve eşeklik” takıldı. “Olumlu/Olumsuz” sözleri de 1987 de başladığım SSTC Öğrenme Yolculuğunun temel öğretilerinden biridir. Biz müşteri ile görüşmede; diyalogta kesinlikle “olumsuz” bir respons/yanıt görmeyiz. En fazla “seemingly negative/olumsuz gibi” dir ve çoklukla da “olumlu/olumsuz” beraberdir. Bu nedenle ustalık yolculuğunda deriz ki “pick-up positive; ignore negative / olumsuzu duymazdan gel, olumluyu yakala ve kullan”. Bunu yapabilmek bir beceri işidir. Bu beceriye geliştirecek olan “yetkinlik” alt yapısı Allah tarafından size bahşedilmiştir. Size düşen görev eşeklikten sıyrılmaktır. Nerdeee … Aynı yolun yolcusu, aynı yağmurda ıslanmışların pastanın paylaşımında birbirlerine düştükleri mücadelenin bugünkü roundunda şimdilik “Hero” lu tişörtü görünce havlayan/anıran kahramanın neden kendine bakmadığını düşündüm. Rahmetli Demirel de en tepeye oturup İlksan Davasında hesap vermekten yırtınca “Verdiysem ben verdim” demişti ve bizimkisi de benzer şekilde “Dediysem ben dedim; sözümden dönmem” tavrındaki utanmazlığı gördüm. “Baba, ben de büyüyünce senin gibi eşek mi olacağım ?” sorusu ile eşekliğin genetik geçisini irdelemeye çalıştım. Aslında iki gün önce eşeklik konusunda sadece küçük bir sinyal vardı zihnimin kıvrımlarında. Ettiği sözü duyunca ” Why high one why ? ” diye düşünüp unutup gidecektim. Öyle rüzgar gibi gelip geçecekti. Ta ki bu sabah deniz kenarında Eşek Adasındaki dostlarından mesaj getirince denizin meltemi, beynimin ön lobuna yerleşiverdi eşeğin türküsü. Anırtısı kesilmedi. Ben çocukken eşekler daha sevimli görünürdü gözüme. Somada deve kervanının önünde giderlerdi. O zaman eşekler grup lideriydi. Hoş şimdi de liderlik edenler var… Hem de zerduz palan vurulmuş olarak. Ne demişti Ziya Paşa Terkib-i Bend’inde “bed asla necabet mi verir hiç üniforma /zerdüz palan vursan eşşek yine eşşektir” (http://www.siirparki.com/ziyapasa6.html).

Soma sokaklarında ellili yıllarda köfteci Fahrettin’in oğlu Mustafa’ydım ben ve deve kervanları çok olurdu. Çokca da dağ köylerinden odun kömürü getirirlerdi….Ben yaramaz taşralı sokak çocuğu olarak kervanda yürüyen develeri birbirlerine bağlıyan yularların altından karşıya geçerdim. Benden cesur olanlar (örneğin Hancı Ali’nin oğlu) develerin ayakları arasından karşıya geçerlerdi. Eşekler benimle beraber Soma’daki deve kervanının önünden İzmir’e geldiler (1958). Ben büyüdüm ve büyüdüğümde de eşekler gözümün önünden gitmediler. Ne var ki ellili yılların sonlarında ve altmışlı yılların ortalarında eşekler iş yaşamının “mütemmim cüz”leriydiler. Sanal ortamın baskın olduğu, boyunlara kravat takıldığı (çağın zerduz palanı) ve hain gözlerden ateş püskürtüldüğü, eşek yüküyle cukkalanan servetlerin gözlerini doyurmadığı günümüz eşeklerine oranla gerçekten masumdular. Eşekler bile “İkinci Masumiyeti” yakalayıp Buridanvari ikilem içinde kalıp da ölmeyi göze alıyorlardı. Onların masum bakışlarıyla “Sıpa Gözlü” demek bile bir iltifat sayılırdı. Ortaokula (İzmir Tilkilik Erkek Ortaokulu) giderken (Zeytinlik-1145 sokak ve ellili yılların sonları) arada bir haylazlıklarım artar ve babam beni tehdit ederdi. “Bak okumazsan…” diye başlardı söze, bakkal dükkanımızın hemen karşısında briket taşıyan eşek takımını göstererek ve şöyle devam ederdi “Bak okumazsan; sana eşek alırım sen de briket taşıyarak yaşarsın”. Babamın bu tehditleri beni korkutur muydu ? Sanmıyorum. Belki Barış gibi (kulakları çınlasın şimdi ABD-Boston’da Harvard’ın Yaz Okulunda napıyordur acep ?) “Umurumda değil” diyordum sessizce yüzüne karşı içimden. Ben ne babam kadar, ne de Barış kadar cesur olamadım. Bugün aklıma takılan, zihnimi meşgul eden eşek konusu sadece utanmaz adamın arsızlığından mı kaynaklandı ? Hayır. Utanmaz adamın sözleri alt yapıyı oluşturdu ve üzerine bu sabah deniz kenarındaki “crocs” serüveni yerleşti. Neler mi oldu ?

Ustalık yolculuklarımda “İlgi Alanı; Etki Alanı ve Odak Noktası” olarak içiçe geçmiş üç çemberden söz ederim. Amacım sınırları belirlemek ve odaklanmayı sağlamaktır. Kutuplarda eriyen buzdağları da benim ilgi alanımda; yeni seçimde Meral Hanıma oy verip vermemek de benim etki alanımda ve asıl önemlisi C13 veya C13Plus benim odağımda. O halde…

Silkinmeliyim; bu yaygın ve kanıksanmış eşeklik etkilerinden sıyrılıp da sahip olduğum güzelliklere dönmeliyim. Şükredecek binlerce güzelliğe sahibim. Farkındayım. Mutluyum. Gurur duyuyorum. O halde…

Öğrenmeye aç ve sorgulama ustası Duru (6 yaşın güzelliği ile)

Dün geceden bir küçük anı (hani enstantane derler ya işte öyle bir şey). Bizim evin çevresinde bir pis su sorunu çıktı ve Kerem & Ümitgillerin havuzlu evlerinde akşamı yaptık. Aslıhan uyuyordu ve biz MIND Dörtlüsü (Mustafa-Irem-Nezahat-Duru) olarak Ünlü’nün yolunu tuttuk. Lahmacunları beklerken Duru’nun isteği üzerine cami ziyareti yaptık. O ana ait iki fotoğraf görüyorsunuz. Cami avlusundaki şadırvanı merak etti Duru. Musluğu açtı ve babaannesinden gördüklerini anımsayıp abdest aldı ben hiçbir şey söylemeden. Ve de bizim evde böyle şeyler konuşulmaz. Sonra ayakkabılarını çıkarıp camiye girdi ve taa imamın yerine kadar gitti. Orasını sevdi. Mihraba bağdaş kurup oturdu ve beni sorgulamaya başladı. Bu güzellikleri özümserken yazımdaki eşeklikten sıyrıldığımı düşündüm; rahatladım. Bu iki fotoğrafı önce kendi WhatsApp Grubumuzda paylaştım ve altına da “adam olacak çocuk…” yazınca ilk geribildirim ablası İrem’den (12 yaş) geldi: “Duru, oğlan değil; adam olmayacak dede…” dedi. Haklı. Sözün gelişi.

 Merak duygusu yüksek olunca öğrenmeyi kalıcı kılması daha güçlü

Bir o kadar da muzip Duru. Eve döndük. Gece yarısına az kaldı. Havuzunun yanından yola bakıyoruz . Bir marketin broşürünün her sayfasından seçme oyunu yapıyoruz ve “alsam alsam ne alırdım ?” diyerek seçtiklerimizi kıyaslıyoruz. Amaç arkadaşlarıyla olan ablası İrem’i rahat bıraksın ve onun yanına gitme hevesini köreltmek. Oyunu renklendiriyor; tadlandırıyor ve uzun süre beraberlikten keyif alıyor. Ben ister bahçede ister çatıda onların (dün İrem, bugün Duru) iş çerçeveli oyunlarında her zaman partnerim (aslında suitim; yardımcı elemanım). Elindeki broşürü bıraktı ve yoldan geçen, yokuşu çıkarken yorulmuş orta yaşlı kadına bakıp “Yaşlanmış” dedi. Uzaktan havai fişek sesleri gelince yüksek sesle “Korkma teyze korkma silah değil” dedi. Kadın gülümsedi. Biraz ara verip (diyalogta sessizliğin gücünü de biliyor; buna “sus payı” veya “es zamanı” mı demeli) sözlerini : “Korkma teyze korkma silah değil; bomba” diye tamamladı. Allah için bu kadar olur yani; pes doğrusu. Gelelim “Crocs” serüvenine; benzerini birkaç yıl için İrem küçükken de yaşamıştık. Ne olmuştu ? Korkarım bu açılım beni yine eşekliğe götürecek. Ne yapmalı (ya da yapmamalı) ?

“Crocs” modaydı (hâla da moda) ve pahalı bir terlikti (hâla da pahalı). İrem terliklerini çıkardı. Sahilde bıraktı. Biz de sandalyemizin yanına alıp korumayı ihmal ettik (sonradan anlıyoruz hatamızı). Bir süre sonra terlikler yok oldu. Eve “Yalınayak” döndük. “Yalınayak” güzel bir sözcük. Bu sözcük beni alıp TED Konuşmalarından birine götürdü. İnşallah ileriki yazılarımdan birine görsel olarak eklerim ve “Güneş Nineleri”ni kabul etmeyen burnu büyük medyamıza da değinme fırsatım olur. İrem’in “crocs”larını bir daha görmedik. Dün de böyle oldu. Bizde geceleyen Duru ile kahvaltı sonrası sahile gidince ne o, ne de biz Duru’nun “Karakterli Crocs”larına dikkat etmedik. Dönüşte baktık ki terlikler yok olmuş. Aradık, taradık bulamadık. Boynu bükük, kös kös Duru’yu eve bıraktık. Duru üzgün değildi; ebeveynleri de “canınız sağolsun” dedi ama yüreğimiz (ve yüzümüz) kapkara. Yinelenen bir hata; ders almamışız. Kendimize (daha çok ben kendime ve beni gören Nezuş da kızgınlığıma kızgın) kızgınız. İçimize sinmedi. Tekrar sahile gittik. Meğer Fethi’nin baş adamı Apo terlikleri görüp bir yere saklamış ki sahibi sorarsa versin. Ben sahili taradım. Bulamadım. Nezuş doğru adrese gitti. Apo’ya sordu ve anında terlikler geldi. İrem’in bir zamanlar Trakya’lıların yazıp da söylemedikleri “H” harfini de ekleyerek söylediği gibi “Hoh be !” dedik. Rahatladık. Mesele Crocs’un bedeli (ikiyüze yakın) değil; kendimi affetmemekti ve işte tam o sırada dünden kalan “eşek muhabbeti”ne yenisi eklendi: “Allah fakirin önce eşeğini kaybettirip sonra buldurarak sevindirirmiş” diye düşündüm. Diğer bir bakış açısı da “Helal parayla alınmış”mış. Yazımın girişindeki “Hangi Eşek Terimi”ni ele alıp da yazımı bitirsem acep ?

Şeyhi’nin Lisede (İzmir Atatürk Lisesi / Rahmetli Kalın’ın hocası olan rahmetli Zeki Baran hocamdı; 1960-63) okduğum “Harnamesi” ne düşündüğümde:

HAR-NÂME

Bir eşek var idi zâif ü nizâr / Yük elinde katı şikeste vü zâr

Gâh odunda vü gâh suda idi / Dün ü gün kahr ile kısuda idi

Ol kadar çeker idi yükler ağır / Ki teninde tü komamışdı yağır

Bugünkü Türkçe ile Şeyhi demek istiyor ki;

Zayıf bir eşek vardı / Yük çekmekten anası ağlardı

Bazen odun çeker, bazen su taşırdı / Gece gündüz sıkıntılıydı

O kadar ağır yükler taşıdı ki / Yaralardan tüyü kalmadı

Geçen yaz Rodos adasına gittiğimde Yunan eşekleri pek de süslü ve güçlüydü. Şimdi aptal kutusunda kapasam da gözüme sokulan modern eşekler de sağlıklı. Sadece ruh sağlıkları şüpheli. Kırk yıldır Çeşme’deyim ve ne ayıptır ki karşımda “Eşek Adası”na gitmedim. Bundan sonra da Yunan makamlarından izin alarak mı gideceğiz Eşek Adasına acaba ?

Yalınayaklar Koleji ve Güneş Ninelerine Türkiye’nin aymaz yaklaşımı (istemezük)

Eşeklere ayıp etmeden, eşekliklere takılmadan, padişahın eşeği gibi ağlak olmadan, eşek aksesuarlarına gerek duymadan, başçavuşun eşeği durumuna düşmeden nice öğrenme ve ustalık yolculuklarınız, nice safraları atarak mükemmelleşme gayretleriniz hep açık ve aydınlık yollarda keyif, huzur ve esenlikle geçsin. Kalın sağlıcakla.

Öykücü

Yazıma önce “Eşek(lik)” diye bir başlık atmıştım ekrandaki utanmaz yüzleri görünce ve sonra eklediğim filmle “Sünnetçinin Vitrinindeki Çalar Saat” gibi olacağı için “eşek odaklı” başlangıçtan vazgeçtim. Yine de kıyamadım ve yazımın sonuna “Bakın ruhumun perişan haline” der gibi ekledim çöp kutusuna gitmesin diye…

“…Buridan’ın Eşeği; Nasrettin Hoca’nın Eşeği; Kıbrıs Eşeği; Birketçinin Eşeği; İzmir’in Kadrolu Eşekleri; Aslanlı Eşek; Kervan Lideri Eşek; Kahraman Eşek; Manço’nun Eşeği; Sıpanın Sorguladığı Eşek; Eşeğin Aksesuarları (AKE); Katırın Babası Eşek; Ağlayan Eşek; Harname’nin Eşeği; Adalı Eşek; Arılı Eşek; Minyatür Eşek; Şakacı Eşek; Dondurmalı Eşek; Soyu Tükenecek Eşek; Eşek Yarışı; Eşeğin Türküsü; Eşek Cenneti; Anıran Eşek; Eşek İnadı; Kindar Eşek; Zerduz Palanlı Eşek; Eşek Arabası; Başçavuşun Eşeği; Eşek yükü; Utanmaz Eşek; Boşboğaz Eşek; Hain Eşek;… https://www.youtube.com/watch?v=NErjd-EhHwk)