Yaşam Büfesinde “Tüneldeki Işık”

 

“…Yazılı anlatamam. Ama o kadar eğitici ve anlaşılır oldu ki %10 şov oranından vazgeçtim. Çok şey öğrendim. Bunu sürekli kılıp geliştireceğim. Gurur duydum; güç buldum…Ben eğitime çok inanırım. Eğitim olmadan birşeyler hep eksik kalır. El yordamıyla , sadece elinizin ulaşabileceği yerlere gidersiniz, başka kapıları zorlayacak cesaretiniz olmaz. Eğitim size istediğiniz tercihi yapma özgürlüğü sağlar. Buna bu kadar inanırken… Öğrenme ve gelişme isteği ve niyeti olduktan sonra bireylerin ve kurumların gelişim potansiyelinin sonsuzluğuna yürekten inanıyorum… Çalışmalarımızı ve çabalarımızı etkin biçimde yoğunlaştırabilmek için öncelikle hayatta bir amacımız olması gerekir. Başarıya giden yolda odağınızı, seçtiğiniz hedeften ayırmayın. Asla taviz vermeyin, Asla yılmayın…”

COPCUs2017 (C10/13): Eğitim, yaşamın renklerini doğru seçmeyi öğretmelidir >>> Eğitimli insanların 9 düşüncesi vardır: 1. Baktıklarında berrak görmeyi düşünürler > 2.Duyduklarında iyi dinlemeyi düşünürler > 3.Görünüşlerinde sıcak olmayı düşünürler > 4.Davranışlarında saygılı olmayı düşünürler > 5.Konuşmalarında doğru olmayı düşünürler > 6.İşlerinde ciddi olmayı düşünürler > 7.Kuşkuya düştüklerinde soruları nasıl soracaklarını düşünürler > 8. Öfkelendiklerinde olasılıkları düşünürler ve…> 9.Kazancı gördüklerinde adaleti düşünürler >>> Eğitim, Tchaikovsky yaratıcılığını algılama yeteneğini geliştirmelidir

Merhaba

Aklımın kıvrımlarında birikenler flu ve karmaşık; net değil. Hata yapmaktan korkuyorum. Bu nedenle geçen sekiz yılın Mayıs aylarından seçmeler yaparak yeni bir yazı oluşturmaya çalışıyorum. Duru’lu ve Duru ile mutlu üç günde beklentilerimiz eksik gerçekleşse de sağlık ve esenlik için dualarımız artarak sürüyor. Uzun yollar ötesinden üç günlük kutlama için gelen Sevgili Ümit’imizi Haziran ayında görebilmek umuduyla rahmetli babamı anımsıyorum. Zeytinlik’te iki yolun köşesinde şahin yuvası gibi evin penceresi önünde divana tünerdi kuş gibi. Sigarayı ardarda yakar ve sessizce Alsancak limanına kadar engelsiz görünen ufka bakar dururdu. Ben de yetmişi aşalı iki yıl olunca daha bir sessizleşiyorum. Bereket etrafımda sesler var; mutlu ve umutlu. Üstelik bir de Nezuş’un her koşulda sürekli olumluluk aşılayan sesi ve bu sese eklenmiş özverili girişimleri olunca sessizliğimin baskısı pek fazla hissedilmiyor. Geçen akşam son günlerde özlem duyduğum düzeyde fazlaca ve yüksek sesle güldüm. Nezuş da güldü. Güldüren de Duru idi. Hem de öylesine içten ve doğal bir tepkiyle güldürdü ki Allah razı olsun. “Yarın İzmir’e döneceksin; oyuncakları toplar mısın ?” dediğimizde öylesine hızlı ve düzenli topladı ki ardından bir soru daha sordum: “Sen bu düzenli olmayı kimden öğrendin ? Kerem’den mi, yoksa Zeynep’ten mi ?” Kısa bir süre düşündükten sonra “Zeynep’ten” dedi, kesin ve net bir ifadeyle. Sorularım sürdü: “Peki bize bakarsan; hangimiz daha düzenliyiz ? ben mi babaannen mi ?”. Bundan sonrasını Nezuş’tan dinlemelisiniz. Çünkü sözcükler kadar sesin yükselen tonu ve jest ve mimikler gerçekten de anlatılana %90 dan fazla güç katıyordu.

Yazımın girişindeki mavili alıntı 16 Mayıs 2009 daki “Toplantının Gücü” başlıklı yazımın girişinden. Birkaç satır daha alıntı yaparsam;

“…Göynük’ün heyecanları sürüyor ve biraz önceki grup postalarımla bir adım daha ilerlediğimizi görüyorum…Malatya ve Isparta’da zorunlu satış destek çalışmalarındaki paylaşımlar da kurum içi iletişimin gelişmesi adına umut veriyor…Seralarda yaptığım çekimler ve montaj filmlerimdeki mesajların kurum içi izleme çalıştaylarının etkinliğini artıracağını hissediyorum…”

ve yine aynı yazının ileri-geri sarımlarından bir anı aktarımı “…Biraz daha geriye baktım ve ajandamın tozunu alırken onbir yıl önceki bu günleri okudum (13.05.1998). Ekte isimleri kapatarak verdiğim defterimdeki sayfanın ana mesajını görmeye çalışıyorum. Ajandamın dışında o geceye ait yirmi sayfa not tutmuşum ve belki elli yerine “Nol’cek&Nap’cez” diye not düşmüşüm.  Ve işte algılarım:

  • Fırtına geliyor.
  • Otorite gecenin bir saatinde isyan edip “alın çantalarınızı gidin” diyebiliyor.
  • Otorite yardımcıları sürekli çatışarak sahra gücünün moralini bozuyor…”
Dün televizyon ekranlarında da aynı sözler çınlıyordu. Fırdöndüde “hepsini al” gelmişcesine muhtarlardan parti başkanlığına kadar herşeyi alan otorite %49.5 yetmez; %50+1 olacak derken ne kadar gerçekçi ise “bunu yapmazsak dükkanı kapatmak gerek” yaklaşımıyla tıpkı 1998 Afyon toplantısının gece yarısını aşan sürecini anlatıyordu. Bu oyunu iyi biliyorlar. Karşı tarafın (!) beceriksiz oyuncuları ise yine ekmelettin efendi benzeri ve bu kez deniz gören bir çıkmaz sokakta oyalanarak aynı oyunun piyonları olduklarını gözümüze sokuyorlar. Neyse ben bugünden kurtulup Mayıs 2010 dan da birşeyler bulayım.
Onbir Mayıs 2010 da “El Yordamı” başlıklı yazımın girişini yazıma kırmızılı olarak aldım. İşte yedi yıl önce bugünlerdeki mutluluk olgularım:
…Hep dillendirdiğim geleneksel sorumun (Şu GAT dünyada MASlaşmak için RAW mısınız ?) girişini oluşturan penguenvari ifadedeki GAT( Give And Take/ Ver ki Alasın) inancımla ve GAT (Gold.AnadoluTuru) ı tamamlamanın iç huzuruyla şimdi Bursa’dan yazıyorum. Sevgili Eray’ın doğum gününe denk gelen yola çıkışımın ilk etabında Aydın’da Tıp Fakültesi’nin yeni binalarında Dekan beyin sıcak ilgisi eşliğinde Dekan Yardımcısı sevgili Eray’ın 41nci yaş gününü pastayla ve sevgiyle kutluyarak mutlu-mesut başladı GAT serüvenimiz (MNC). Kırkbir yıl önce bu günlerde Erzurum’da lojmanlardaydık ve Eray ilk yaş günü kutlanırken ateşlenmişti. O günlerde dostluğumuzu perçinleyen Aydınçelebi’gillerle de GATın sona doğru olan etaplarında yine birlikte olacağız; olduk. Onüç gün süren seyahatin içinde çok güzel insanlar var; çok güzel hareketler var…”
Beyin ne ararsa onu buluyor ? Bu yılın Mayısında da hep güzellikler aradı gözlerim. Bulabildiklerine şükretti ve daha fazlası için sabrı kendinde sınadı. Şimdi yine yedi yıl öncesinin Mersin toplantısına döneyim. CINOS’ta isteyip de gerçekleştirme cesareti ve desteği bulamadığım bir adımı gerçekleştirdim. Müşterim (alıcı) olan gruba “Satış Becerileri Eğitimi” vererek düzeyi yükseltmeye giriştim. Düşünün ki becerilerini geliştirdiğiniz grup bu becerileri satarken olduğu kadar (ve hatta daha fazlasıyla) sizden satın alırken size karşı da kullanacaktır. Bu oluşum belki de işiniz kolaylaştıracaktır. Aynı düzeyde ve aynı dille iletişim kurarken siz sürekli öğrenme ile hep bir adım ilerde olmayı hedefleyip gayret gösterirseniz. Şimdi o günlerden biraz alıntı yapayım:
“…Önceki yazımda da belirttim, bu öylesine kolay verilebilecek bir karar değildi. Evet, hedefteki üç grup bugün bizim dağıtım kanallarındaki iş ortaklarımız; ancak aynı zamanda becerilerini keskinleştirdiğin bir gruba satmaya çalışacağını da unutma… İlk çağrımda üç gruptan da üçer dörder kişi gelirse, ben de kurumumdaki gruba yeni eklenen üç sahra gücü çalışanını da katarsam toplam 12-16 kişiyle bu beraberliği etkinleştirim diye düşünüyordum. Bir de ne göreyim; üç grup da dükkanları kapadılar; tüm çalışanlarını ve üstelik çocuklarını da katarak Mersin’e geldiler. yirmiyedi kişi olduk. Daha ne ister insan. Üstüne üstlük hem uzak diyarlardan geldiler ve birbuçuk gün gün ışığı gören Sultaşa’nın amaca uygun salonunda “konuşma halkası” içinde oturdular. Konuşarak yarattılar (abrakadabra). Ve de … Bir Mayıs gibi bir tatil gününde. Helal olsun. Hiçbir emek boşa gitmeyecektir…
Bir yıl daha bugüne doğru yaklaştığımda 12 Mayıs 2011 de “Zerduş Palan” başlıklı yazıma takıldı gözüm (yazımın girişindeki yeşilli alıntı). Anılar birbirini kovalayıp 2011 Mayısında Adana’dan 1999 yılında Nevşehir Dedeman Oteli salonlarına uzandı. Ve aklıma sadece “zerduş palan ursan eşek yine eşektir” sözleri ile “merd-i kıpti şecaat arzederken sirkatin beyan eder” sözleri buluşup aynı potada erimeye başladı. Ha 1999 Nevşehir, ha 2011 Adana ve ha bugün ülkemdeki görüntü. İşte altı yıl öncesi Mayısında Adana’dan esintiler (buz gibi bir Karayel ya da Keşişleme veya Poyraz altında)
“…Hani derler ya “dinime dahleden bari moselman olsa !”; ben bunu da demeyeceğim. Çünkü bu sözün anlamından medet ummamı gerektirecek bir durum görmüyorum. Yine de Nevşehir’den, CINOS’un “NO” sunun son günlerinden bir görüntüyü paylaşayım. Evet gerçekten çok güzel çalışmalar yapılmış ve rakibin hemen ardından pazara mükemmel bir ilaç verilmişti. “Her koşulda çalışan” ve “Hasada kadar koruyan” sözlerinin arkasını dolduran “O” nun duyarlı çalışmalarıydı. Bu çalışmaların bir başka versiyonunu da Fransa’nın Toulose kentinde tüm Avrupa ekibine ve üst düzey yöneticelere poster şov olarak sunmak da yine bana nasip olmuştu. Emekle yoğurduğu ve 15 g dozunda ruhsat almasını sağlayarak uygulamaya verilen ilacın lansman sunumunu da yine ben yapıyordum. Nevşehir Dedeman Oteli toplantı salonu her kesimden seçilmiş müşterilerle tıklım tıklımdı. Benim ve proje liderlerimin hepsinin üzerlerinde kırmızı yelekler vardı. Sunumumu yaparken “O” birden sahneye fırladı ve katılımcılara dönüp “ 15 g değil 5 g lık doz da yeterli olur” deyiverdi. Ben idare etmeye çalıştıkça bu konudaki ısrarını sürdürdü. Adama demezler mi “abicim bu denemeleri sen yaptın; bu raporu sen yazdın; bu etkiket ona göre hazırlandı; tüm yayım çalışmaları, promosyon malzemeleri ve demolar bu  doza göre yapıldı ve biz bu doza göre sahneye çıktık. Şimdi nerden çıktı bu 5 g demezler mi adama; adam olan adama…” Yandı gülüm keten helva. Bu ve benzer densizliklerinden dolayı o günden sonra seçilmiş hedef kitle gruplarına yapılan hiç bir sunumda yer alamadı ve sahneye çıkamadı. Bugün bana imajdan söz eden ve haddi olmadığı halde imajı ölçmeye kalkıp nicelleştiren “O” kişinin kendisi için, kendi kurumu için ve kendi iş arkadaşları için yarattığı felaketi bir gözünüzde canlandırın. Tüm o anların video kayıtları hâlâ elimdedir…”
 
Takmayacaksın kafana tokadan başka bir şey; eğer bu (ve öteki) dünyada yaşam büfesinin önündeki sıranın heyecanlarında ya da yaşam gölünün karşı kıyısına atılan kulaçların keyfinde sana biçilen ömre bir anlam, bir değer yüklemek istersen…
Demem o ki; yolunuz açık ve aydınlık gibi görünse de öylesi akıl almaz soytarılıklar olacaktır ki kızmaya bile zaman kalmayacaktır. Dudaklarınızda acı bir tebessüm ve yazık olan anıların gücüne sığınıp “ya sabır” çekmek tek kurtuluş olacaktır. Zaman herşeyi çözümlerken artık yaşam gölünün karşı kıyısı görünürken sizin azalan günlerinizde tek yapacağınız rahmetli babanız gibi gözünüzü ufka dikip sessizliğin derinlerinde kaybolmak olacaktır. Çok şükür ki “Ben Musto Dede olarak...” sahip olduğum “C13Plus Gücü” tüm bu konularda şikayetçi olma konumunda değilim ve Duru’nun sorduğu “Neden ben onüçüncü Copcuyum da birinci değilim ?” benzeri soruların çerçevesi içinde Çeşme-Mavişehir güzergahının yan yollarında da mutlu, mesut, bahtiyar olarak dualar içindeyim. Daha ne ister insan ? Binlerce şükür. Sağlık ve esenlik dileklerimle Çeşme’den sevgilerimle yolunuz açık ve aydınlık olsun.
Öykücü