Yaşam Büfesinde “Cango”

“…”İt iti ısırmaz” dediler bana yetmiş yıldır; yalanmış. Geçen gece saat 04.00 sıralarında iki büyük beyaz Kangal Cango’yu altlarına alıp boğazından ısısarak öldürdüler. İt iti ısırıyormuş ve hatta öldürüyormuş. Bu değişen inancımla 1725 sokaktaki mal (kayıkçı) kavgasından; 1507 caddedeki birbirini boğazlamaya dönüşen can korkusundaki panikte hemcisnlerini ısırıp parçalayanları gördüm. Cango’ya üzüldüm; GEGA Dörtlüsü ile öne çıkan kavganın olası boyutlarından ürperdim. Sütten ağzı yanmış gibi görünen gafillerin bırak yoğurdu üflemesini süt veren ineklere bile tahammülü olmadığına tanık olunca uykularım kaçtı. Keyfim kaçtı; gülmeyi unuttum. Zaten sessizdim, rahmetli babam gibi ufka bakan dalgın gözlerle şimdi daha da derin sessizliğe büründüm Cango’yu bile koruyamayan çaresizliğimin baskısında…Yaşlı adamın hastalığına doktorlar çare bulamayınca çok yakın bir dostu kendisine evliya denilen birisinin adresini verdi. Dostunun söylediğine göre en ağır hastalar, o zatın duasıyla iyileşiyormuş. İhtiyar adam verilen adresi çaresizlik içinde cebine atıp yola koyuldu. Adreste yazılı olan mahalleye geldiğinde sokağın köşesinde simit satan altı-yedi yaşlarında bir çocuğa rastladı. Çocuk son derece masum gözlerle kendisine bakıyor ve onu tanıyormuş gibi gülümsüyordu. Adam, o yaştaki çocukların tamamen günahsız olduğunu düşünerek yoluna devam ederken aniden duruverdi. Simitçinin üstündeki eski tişörtünün üzerinde bir “E” harfi yazılıydı ve vu “E” mutlaka evliyanın “E” si olmalıydı. Aradığı evliyaya bu kadar çabuk ulaşmanın heyecanıyla yanına gidip bir simit aldıktan sonra “Doktorlar benim hasta olduğumu söylediler” dedi. “İyileşmem için bana dua eder misin ?“. Çocuk bu teklif karşısında şaşırmışa benziyordu. Kafasını olur der gibi sallarken , “Ben de sık sık hastalanıyorum” diye karşılık verdi “Ama dedem Allah’a inananların ölünce yıldızlara uçtuklarını ve oradan Cenneti seyrettiklerini söylüyor. O nedenle korkmuyorum”. Adam içinin bir anda ferahladığını hissetti. Onun soğuktan moraran yanaklarına bir öpücük kondurduktan sonra “Deden çok doğru söylemiş” dedi “Ama ben yine de yardım istiyorum senden”. Çocuk duasının kıymetini anlamış gibiydi. Karşı kaldırımdan geçmekte olan baloncuyu göstererek “Size dua edeceğim” diye cevap verdi “Ama eğer iyileşirseniz bana on tane balon alacaksınız. Tamam mı ?”...”

Merhaba

Hasta adam ve çocuk; Cango ve GEGA Dörtlüsü, Ülkem ve ben…Ağustosun son günü içime erken Eylül hüznü çöktü. Sevgili Utku diyor ki “Ne zaman içime hüzün çökse, www.copcu.com a girip düşüncelerimi dağıtmaya ya da odaklanmaya çalışıyorum”. Bunu duyduğuma sevindim. Tek okuyucum Utku bile olsa özelinde kendimle dertleşme olan blogumdaki yazılarımdan mesaj çıkaranlar oldukça sessizliğimin derinlerindeki yuvarlak masa toplantılarından haz alıyorum. Cango’ya gelince…

Tam otuz senedir Çeşme’deyiz. Kapımızın önüne koyduğumuz sudan, yemeğimizin artıklarından beslenen pekçok sokak köpeği tanıdık. Bunlardan kimisi siyahtı; kimisi kahverengi. Çoğu sabah yürüyüşlerimize eşlik etti ve bu beraberlik hep yürüyüşümüzde bize genel bir sıkıntı yarattı. Çünkü kendi baskın yerlerinden uzaktaki, diğer köpeklerin hakim alanlarına giren yürüyüşlerimizle hep köpek kavgaları oluştu ve biz hep korktuk. Nedense bizimle yürüyen köpekler (Rüzgar hariç) hep uysaldılar ve saldıran diğer köpeklerden arkamıza sığındılar. İki rakip köpek arasında kalan biz çoğu zaman hem korktuk, hem kızdık hem de çaresizliğimize (korkaklığımıza) hayıflandık. Rüzgar adını verdiğimiz köpeğin bir kulağını komşumuz Taştan keserken can havliyele kaçıp bize sığınmıştı on yıl önce. Kapımızdan ayrılmadı. Tek kesik kulağıyla hep yanımızdaydı. Cesurdu. Saldıran diğer köpeklerden hiç kaçmadı. Demek ki kulağı kesmek işe yarıyormuş. Demek ki GEGA Dörtlüsü de eski kulağı kesiklerden olup darbe, marbe onlara vız geliyormuş (tırıs gidiyormuş. Bakalım dörtnala kalkacakları zaman gelecek mi; ateşin yaktığını, taşın sert olduğunu onlar da anlayacaklar mı ?). Nasıl olduysa bir süre sonra ortadan yok oldu; belli ki bir yerlerde öldü kaldı. Cango yaklaşık beş yıldır bizim kapımızdaydı. Gözleri çok güzeldi. Yeşildi. Her gören durup gözlerine bakar ve bu güzelliği dillendirmekten kendini alamazdı. Hiç köpek gibi bakmıyordu. Hep mahzundu. Zeynep bu bakışı “ezik” olarak tanımlasa da derine işliyordu sakin ve hüzünlü bakışları. Bahçe kapımızdan içeri girmezdi. Son günlerde nedense bahçeye girip yatmaya başlamıştı. Demek ki onun da korkuları vardı. Belki de köpeklerin de benzer GEGA Dörtlüsü vardır. En çok çatıştığı komşumuzun Paşa isimli siyah ve genç köpeğiydi. Paşa daha hırçındı ve gençti; Cango’yu hırpalıyordu. Cango yaşlanmıştı. Ne kadar kaçınsa da özellikle kış günlerinde yiyecek kavgasında ve çiftleşme dönemlerinde mutlaka bir köpek kavgası içinde oluyordu. Hemen her köpek kavgasında özellikle kalçalarından ısırılıyordu. Birkaç defa da boğazından ısırılmış ve bir süre bir şey yiyememişti. Her zaman yaralıydı. Kerem iki defa boynuna tasma aldı. En azından boynundan ısırmasınlar diye. İki tasmayı da ya düşürdü ya da birileri boynundan aldı. Çünkü uysaldı; her elini uzatana gider ve kendini sevdirirdi.

Geçen kış en rahat soğuk sezonunu yaşamıştı Cango. Kızımız Pınar geçen yıl bu vakitlerde tüm kış sezonuna yetecek hazır mama almıştı. Biz İzmir’e döndüğümüzde sağolsun komşularımız Elif ve Yalçın Cango’yu beslediler. Geçen kış ilk defa Cango zayıflamadı; güçten düşmedi. Belki de diğer köpekler daha bir fazla kıskanıp daha güçlü düşman oldular. Bahar ve yaz boyunca her Cumartesi Alaçatı pazarından ona tavuk boynu/sırtı alıp her akşam üzeri kaynatıp veriyordum. Bu arada Pınar ve Zeynep’den de tam Cango’luk yiyecekler geliyordu. Cango mutluydu. Biz de farkına varmadan günlük yaşamımızda Cango’nun bir boşluğu doldurmasına alışmıştık. “Gelme” desek de sabah yürüyüşlerimizde yanımızda yer alır; adada yürüyüşün yarısında biz nefeslenme eksersizi yaparken Cango da sırt üstü yapıp bizim hareketlerimizi taklit ederdi. Hiç unutmuyorum ki birgün torunum Barış (! veya İrem) istedi diye mantı yaptık; tepsiye koyduk; streçleyip arabayla İzmir’e doğru yola çıktık. İzmir’e vardık ve bir de ne görelim mantı tepsisi yok. Meğer Nezuş arabanın kapılarının açılmasını beklerken mantı tepsisini duvarın üstüne koymuş ve orada unutmuş. Hemen Çeşme’ye yeğenimiz Bülent’e telefon edip “Aman teyzem git mantı tepsisine bak ve al” dedik. Bülent gittiğinde bir de ne görsün: Cango tepsinin olduğu duvarın önüne yatmış ve ne tepsiye dokunmuş ve ne de kimseyi tepsiye yaklaştırmış. Cango bir sokak köpeğiydi; ama kanında bir asalet vardı. Her ezan okunuşunda hocaya eşlik ederdi. Şimdi ezana eşlik edişini neden videoya almadığım için üzülüyorum. Torunum Duru bile bu ezana eşli edişine hayrandı ve her seferinde “Cango da ezan okuyor” diye onun sesini uzun uzun dinlerdi. Kimi sabahları ya bir bizim uykumuzdan ya da hocanın sesinden veya haporlör arızasından ezan sesini duymasak bile Cango’nun kapımızın önünde ezana eşlik eden sesinden uyanır ve sabah namazını zamanında kılardık (Nezuş). Ve…

Pazartesi gecesi (saat 04.00 sularında) evimizin önünde kısık köpek hırıltılarıyla uyandık. Pencereden baktığımızda Cango’nun beyaz bir köpeği altına alıp hırpaladığını gördük gecenin alaca karanlığında ve uyku mahmurluğu ile. Yanlış görmüşüz. Kısa süren bir mücadeleden sonra iki büyük beyaz Kangal köpeğinin Cango’yu boğazladıklarını, parçalayıp öldürdüklerini anladık. Kahrolduk.Üzüldük. Çaresizliğimize kızdık. Şimdi dipfrizdeki tavuk sırtlarına baktıkça daha bir fazla üzülüyorum. Evet, bana söylenenler yalanmış; it iti ısırıyormuş hem de öldürünceye kadar. Sanırım ülkemin içinde yaşadığı düşmanlıklar, kızgınlıklar ve travma insanın da insanı ısırdığını gören itlerin de huyları değişiyor. Bu gidişin sonu iyi olur inşallah.

Kimsenin kimseyi ısırmadığı aydınlık yollarda, karşılıklı güveni yaniden inşa edip aydınlık ufuklara erişmek umuduyla.

Öykücü