Yaşam Büfesinde “Karoshi”

“…Doksanlarda Japonya’da borsada patlama yaşandığı sıralarda rutin biçimde haftada doksan saat çalışan başarılı borsacı bay Kamei’nin insan üstü gücünü haber bültenleri ve eğitim kılavuzları göklere çıkarıyordu. Şirketi onu tüm çalışanların tüm örnek alması gerektiği altın bir standart haline getiriyordu. Arta kalan ender zamanlarında üst düzey meslektaşlarına satış sanatı konusunda eğitim vermesini istiyorlardı. Bu da bay Kamei’nin sırtına ekstra bir yük daha bindiriyordu. Doksanların başında Japon borsası çökünce bay Kamei daha fazla çalışmaya başlamıştı. Aynı yıl sonunda bay Kamei ani bir kalp krizinden öldüğünde sadece yirmi altı yaşındaydı…”

Carl Beyin TED konuşması

Merhaba

Carl Honore’nin “In Praise in Slow (> Yavaş)” isimli kitabını 29.11.2011 de kitaplığıma kattığımda ABG taki danışmanlık serüvenimin yirmisekiz aylık sürecini çok değerli deneyimlerle tamamlamış ve özüme dönmüştüm. Temmuz 2011 in 47 dreceye varan sıcağında Kırıkhan’daki pamuk tarlasında kırmızı tulumumla demoları gözleyip etkileyicinin (uzman bayi) görüşlerini kaydettikten sonra otele döndüm ve kendime sordum: “Ne işin var buralarda ? Ne yapmaya çalışıyorsun ? Değer mi ?” ve bu sorulara verdiğim yanıtla otelde “Otorite kim ?” konulu bir iletimi patron ve yandaşlarına gönderdim. İzmir’de döndüğümün hafta başında şirketteki danışmanlık görevimden ayrıldım. Herkesin aksine sorunsuz, güzelliklerle ve helalleşerek ayrıldık. Ben yavaşlamıştım; peki ya patron ! Tıpkı rahmetli Beşikçioğlu gibi herşeyi kendisi yapmak istediği için işleri yeterince delege edemediğinden (güven eksikliğidir büyük olasılıkla) o yavaşlayamadı ve bir süre sonra patronun havaalanında kalp krizi geçirdi. Bunu öğrenince samimiyetle ve elimde çukulata paketi ile geçmiş olsuna gitmek isteğimi iki kez yinleyerek görüşme talep ettiysem de olumlu yanıt alamadığım için görüşmek nasip olmadı. Her işte bir hayır vardır. Yavaşlayınca bu tür hayırların artacağına inanaır mısınız ?

Gazeteci genç bay Carl’ın TED konferansını yazıma ekledim; Türkçe alt yazılı olarak izleyebilirsiniz. İki milyonu aşkın izleyicinindikkate değer bulduğu bu görselden kimi mesajları daha sonra aktarmaya çalışırım. Neden bugün, Cizre’de yine bir katliamın yaşanıp da yüreklerimizi dağladığı, neden Nezih abinin vefatından sonra hâla dispoze (gardını kaybetmiş) olan aklımın köşelerinde hüzün varken beş yıl öncesinin kitabı çatıdan elime düşüverdi ? Neden ?

Bay Carl ne güzel bir ironi yapmış: “Herkes nasıl yavaşlanacağını öğrenmek istiyor ama bunu da hızlıca öğrenmek istiyor..O kadar hızlı bir dünya ki yer çekimi bile çok zaman alıyor…Hız kültürüyle marine olmuş hayatımız için ödediğimiz bedeller korkunç… Doğunun ve batının zaman kavramlarındaki fark ve batının felsefesi: Zaman düzlemseldir, ya kullanırsın ya da kaybedersin yargısının yarattığı iç yarış..” Oğluna masal anlatmasındaki hızına bakıp da bunu bir gladyatör savaşına benzetmesi ve “my speed and his slowness” sözleri beni alıp iki yıl önce adına YBGE dediğimiz öğrenme yolculuğunun (bence ikisi de çok hızlı olmasına rağmen hız uyumunu yakalayamamış olan) iki önemli otoritesinin ilişkisini düşünmeye itti; FE/HG ikilisine götürdü. Neler görebildim ?

Dün akşamdan anlaştık ve sezonu kapatan Copcugillerin Tacgiller grubunun (ÜPABC> 4C) İzmir’e dönüşlerine yardımcı olmaya çalışacaktım. Yaptım da. Görev başarıyla tamamlandı. Gittik ve geldik salimen. Benim altımda Ümit’in Audi’si, Ümit’in altında Astra otoyolda ilerledik. Ben 128 km/saat cruise kontrola bağladım ve en sağ şeritten devam ettim (yakın geçmişte yediğim radar cezasının sürmekte olan kalıcı etkisiyle). Demek ki artık zamanla, kendimle, mekanla ve zeminle yarışmayı bırakmıştım; gerçekten de. Bir ara Ümit’le koptum. Ne de olsa gençlik; ben de yapardım o yaşlarda hem de 68 Anadol’la… Yaş yetmişi aşınca yaş almışlık, yaşam gölünün karşı kıyısına atılan kulaçların gücü düştükçe ve kıyı göründükçe daha bir “slow” olmak gerekiyor. Özellikle de  “slow city(village)” seçilmiş olan Germiyan’dan geçerken. Herşey iyi güzel de neden şimdi rahmetli Kamei yazıma konu oldu ?

Hani geçen yazımda iki kaza (Hayriye ve Kazım > ~kırklı yaşlar) üç kanserden (İkbal > kırkı yaş; Hanife ve Nezih > 70 yaş ve taze acılarımız 16.08.2016) yitirdiğim üç baldız ve iki kayınbiraderime bakınca geride kalanların yaşamlarına hangi mesajları bıraktıklarına değinmiştim. Baktım ki oğullarım Ümit ve Kerem’le son kayınbiraderim Nâzım abinin ellerinde birer elektronik sigara var; demek ki mesaj yerine gitmiş; demek ki Nezih abinin vefatını hızlandıran ve dört “K” dan üçünün (Kalp, Koah ve Kanser) net nedeni olan sigarayı bırakma niyetleri eyleme dönüşmüş. İnşallah. Dördüncü “K” ise “Karaktersiz”in (kayınbiraderin kayınbiraderini yaptığı gasptan döndürme gayretinin yarattığı aşırı stres ve öfkenin süreci hızlandırması) kaçınılmaz yan etkilerinin stresinden sakınabilmek ki bunun için de “yavaş”lamak gerek. Yapabilene ne mutlu ! Benim için şimdilerde kolay; çünkü “emeklilikte en zor şey (ya da maharet) para harcamadan vakit geçirebilmek” ki Nezuş’la beraber oldukça ve de ne zamanla, ne zeminle ve ne de insanlarla yarışmadıkça (ki yarışmıyorum) benim için kolay. Biraz önce duydum ki END2 ve END3 (önceki yazımda açıklamaları var) ün görüşmesinde bir sıkıntı yaşanmamış, her şey yolunda geçmiş ve sevindik.  Peki 2011 in sonlarına doğru ile bugünler arasında “hız ve yavaş” bağlamında nasıl bir ilişki kuruyor ruhum ?

Bir süre önce kısa bir merhaba deme beraberliğinde sağlık durumunu iyi gördüğüm 28 aylık beraberliğimin odak kişisinin son darbe olayından sonra herhangi bir sıkıntı yaşayıp yaşamadığını merak ettim. İnşallah yaşamamıştır. Sanırım iki yıl önce hiç de yavaş olmayan ve hatta hızlıdan çok daha fazlası olan iş yaşamında hava alanında bir kalp kriziyle sarsılan sevgili FE inşallah iyidir ve esenlik içindedir. Ona ve varlığına bağlı çok iş ve çok kişi var. İki yıl önce yeni bir kanla yönetim becerileri gelişmiş bir ekip lideri ile hızlıdan daha hızlı bir iş sürecine imrenerek bakarken kısa süre sonra patronla otoritenin yollarının ayrıldığını gördüm. İkisi de yavaşlayamazdı ve “Allah bana değiştirebileceğim şeyleri değiştirme cesareti; değiştiremiyeceğim şeyleri kabullenme sabrı ve ikisi arasındaki farkı anlama bilgeliği ver” duasını ikisinin de bildiğine eminim. Ya biri fazla cesurdu; ya birinin ya da ikisinin sabrı yetmedi ki her iki şekilde de nerede kaldı duanın ana teması olan bilgelik…Bence asıl tema sabırsızlık ve yavaş olamamak ki ben özellikle 24 yıllık CINOS sürecinin hiçbir aşamasında bu sabrı yeterince gösteremedim. Buna rağmen iki düzine yıl aynı kurumda ve iki global birleşmenin öğüttüğü çarkların dişlileri arasında sağ ve yükselen kariyer yolculuklarıyla salimen kalabilmiş olmayı sadece SSTC Kurallarını yaşama aktarmış olmama borçlu olduğumu biliyorum. Sabırsız olunca neler oluyor ?

Bu konuda spor ve jimnastikteki sakatlanmalardan örnekler veren Carl beyin şu benzetmesini sevdim: “bedeni hazır kılmadan amuda kalkmak“. Milan Kundera da 1996 yılında “Yavaşlık” isimli bir kitap yazmış ve kitabında “Olaylar çok hızlı geliştiği zaman kimse ne olduğunu tam olarak anlayamaz ve hatta hiç kimse kendisi de dahil olmak üzere hiçbir şey hakkında emin olamaz...” Bu nedenle Japoncada “İş sebebiyle ölüm” demek olan “Karoshi” yi düşünüp yavaşlamak gerek tıpkı Aborjinlerin yaptığı gibi “Dur dinlen, ruhun sana yetişsin”.

Darbe girişimi sonrasında korkularla alınan önlemlerin kimi absürdlüğündeki hız, Yunt Dağında dönen kanatların “avare kasnakvari” durumundaki hüznün yüreğimdeki hızı, Nezih abinin vefatı ile biraz daha sakinliğe, yavaşlığa dönüşünce ne aksayan çimlerin sulanması ve ne de hayallerimdeki dayalı döşeli, tam teşekküllü tek odalı yaşam planlarımın aklı zorlaması eski etkisine sahip değil. Biraz daha fazla gülüp geçiyorum (gibi geliyor bana). Sahi mi dersiniz ?

“Her daim hayat gelgitli / Her daim hızlı bir ırmak gibi / Şehirde hele daha hızlı, daha kuvvetli / Gel gör ki hiçbir yerde yok o huzur / O berraklık temiz taşra sularındaki gibi” Beni Mavişehir yerine Çeşme’ye daha bir fazla bağlayan bu sözlerin sahibi William Cowper (1782) mış (adını ilk defa duydum). Ta ki internetten araştırıp da şu satırları görünce aklım karıştı: “God made the country, and man made the town.The Task (1785)–‘The Sofa’ (Book I, line 749)”. Neden aklım karıştı ? Çünkü ben bu satırları ezberlemiştim Gatenby’in Lise İngilizce kitabındaki şehirler ve kırsalı anlatan okuma parçasından (altmışlı yıllar ve İzmir Atatürk Lisesi). Ve çok eminim ki o kitapta bu satırlar “William Worstwood’a ait olarak yer almıştı. İki isim arasına hem benzerlik var (adları) ve hem de önemli bir farklılık (soyadları). Wikipedia yanılıyor olabilir mi ? (https://tr.wikipedia.org/wiki/William_Cowper). Neler neleri tetikledi ve 2016 dan elli dört yıl geriye gitti aklım ve de bence yavaşlamak yerine hızlanarak. Böylesi gelgitler sürmenaj yapar mı; yoksa alzhemirdan korur mu ?

Yaşam büfesinde sıraya geçmek, sırada kalmak ve sırada öne ilerlemek için gençlerin yüksek hızlarının yıpratıcı etkilerinden sakınmaları için “carpe diem” derken yakın çevremde yaz sezonunda uykusuz gecelerin azalması umutlarımı artırırken elektronik dumanın gliserinli özütünün yeni sağlık sorunları yaratmaması dualarımla yolunuzun hep açık ve aydınlıklarda yaşam konforunu azaltmayacak hızlarda, yavaşlıklarda olmasını diliyorum.

Öykücü