“…Çaresiz kaldığım zamanlar gider bir taş ustasını seyrederim. Adam belki yüz kere vurur taşa. Ama değil kırmak, küçücük bir çatlak bile oluşturamaz. Sonra birden yüzbirinci vuruşta taş ikiye ayrılıverir. İşte o zaman anlarım ki; taşı ikiye bölen o son vuruş değil, ondan öncekilerdir…Vur ! Fakat dinle… Değerli arkadaşım gönderdiğin “Hayatta kanaatkâr olma hikayeleri” bizim gibi sıfırın altında doğup ancak 50-60 yaşlarında “yaşam gölü”nde sadece yüzmesini öğrenebilmiş namuslu ve çalışkan – mücadeleci dünya fertlerine öğretilen prensiplerdir…Elimde telefonum size mail yazıyorum, sağ bacağımın üzerinde Harari”nin Sapiens”i “…Biz buğdayı evcilleştirmedik, buğday bizi evcilleştirdi”, yanımda ajandam, ajandamda “Her zaman, her koşulda bilgi edin ve bilgileri kaydet…” ile başlayan sözleriniz.“Yaşam büfesinde self servis olan başarılara ulaşma amacıyla SSTCyle sıraya geçmiş olanların sırada kalıp kalmadıklarını kendilerinin öğrenmeleri için, sırada öne geçme çabalarını nicelleştirmek için önerim: Yazın. Okuyun. Yorumlayın. Paylaşın.” demişsiniz, öyle yapmaya çabalıyorum…”
Şu GAT Dünyada MASlaşmak için RAW yolculuğu (Sapanca-1992) > “O şimdi…”
Merhaba
Dün yazdım. Bugün yine yazıyorum. Bazen (çoğu zaman) yazdıktan hemen sonra birşeylerin ya yarım kaldığını ya da daha yazacak sözlerim var gibi geliyor bana ve ruhum kendini hep diken üstünde hissediyor. “Ruhun Diken Üstünde” olması nasıl anlatılabilir ki ?
Bugün Çeşme daha bir fazla sıcak ve sahil geceden gelme günlükçülerle daha kalabalık. Kirlilik giderek artsa da haftada bir veya iki günlük deniz sefası ençok onların hakkı gibi geliyor bana ve “karanlığa küfretmiyor”um (çalışıyorum; ta ki yandaşlarım beni tahrik edilmiş bir ortama sokmazlarsa). Hayatımda ilk kez geçen hafta trafikte tartıştığımı gördüm (Alaçatı pazarı dönüşünde ara sokakta karşıdan gelen aracın hanım sürücüsü evinin önündeki park yeri bir başka araç tarafından işgal edilmiş diye isyan edip aracını stop edip yolun ortasında bırakınca). Görüntü ne kadar mantıksız olsa da tartışmazdım ama nasıl olduysa arabamdakilerin isyan etmesi sonucu ben de onlara katıldım. Sonrasında kendimi affetmesem de günümün “kavga kültürü”nde tartışma-atışma-küfretme-tutmayın (tutun) beni- saldırma olgunlukları yaşanmadan hemen “çek silahı vur adamı” yaygınlaştığı için ya da daha doğrusu “tartışmanın galibi olmayacağı” ya da “galibin keyfi olmayacağı” veya en yalın ifadeyle “tartışmaya değmeyeceği” için kesinlikle trafikte tartışmazdım. Bugüne kadar (1977 den bu yana) kırk yıldır tartıştığımı hiç anımsamıyorum. Herneyse ! Kalabalık ve kirlilik içinde günlük yaşamımın ilk (23-11) vardiyasının ikinci keyfinde (birinci keyif yatmak/uyumak; üçüncü keyif kahvaltı/yemek; ikinci keyif yürümek/yüzmek) birkaç konu iç içe girdi. Bunlardan ilki yazımın girişindeki maviliydi. Ne demek istiyorum ?
Aslında yanıt çok basit. Önemli olan “öncüller” ve bazen “Kılıç Ustası”nın öyküsünde yamulan kılıcı bir oturuşta düzeltip de 100 altın isteyince isyan eden kılıç sahibine verilen yanıttaki “ustalık bedeli” ya da “ustalaşma yolculuğunun bedeli”; bazen de “Good To Great” te Jim Amcanın (Jim Collins) dört metaforundan biri olan “yumurta” daki gibi “kuluçka dönemi”nin önemi ile taşın kırılmasının alt yapısı ya da ustasının sabır ve mahareti anlatılmaktadır. Buradan hemen ruhumun sıkıntısının %51 ni oluşturan darbe girişimi ve ardıllarının kuşkuları, korkuları ve üzüntüleri var. Buzdağının görünen yüzünde ondört yıldan bu yana olsa da yetmişli yıllardaki Enstitü günlerimden (Turhan ve Yıldıray) beri yine en az kırk yıldır tehlikenin boyutlarını anımsıyorum. Ne zaman ki 1725 de “Köy Sandığı”na giderken cukkalanan paraların paylaşımında arıza çıktı ve ne zaman ki “artık zamanı geldi; aman geç kalmayalım” diye sinyaller su yüzüne çıktı; işte o zaman taş çatladı. İkiye ayrıldı. Şimdi alınan önlemler yangını söndürecek mi ? Yetecek mi ? Doğruyu ve yararlı olanı bulduracak mı ? Yoksa bugün Ege beyin Sözcü’deki köşesinde yazdığı ve uyardığı gibi daha tehlikeli artçılar yaşayacak mıyız ? >> (http://www.sozcu.com.tr/2016/yazarlar/ege-cansen/vur-fakat-dinle-1342832/). Ben bu yazıdaki “FETÖ değil; FETO” vurgusunu görünce ve kısaltmanın açıklamasını göremeyince ilk anda “Fethullah Tayyip Ortaklığı” demek istediğini sanmıştım. Daha sonra böyle olmadığını anladıysam da “bilinçaltına yerleşen ilk algımı (top of mind)” değiştiremedim. Yazımın girişindeki kısa yeşilli cümle de bu amaçla yer aldı. Kırmızılıya gelirsem ?
Bugün dünden güç bularak yarınlara uzanır (Nezih abimize geçmiş olsun dileklerimizle)
Sınıf arkadaşım Samleşen Şükrü 1972 den bu yana Kanada ve ABD de yaşamaktadır. Öyküsü hazindir. Başlangıcı sıfır altıdır. Başarısızlıklar kadar sağlık sorunları da peşini bırakmamıştır. Şimdi Florida’da yaşamaktadır. Yine bir diğer sınıf arkadaşım Antalyalı Amcaoğlu İsmail ile yazışmalarında her zaman görüş teatisinde (alış veriş ve tartışma) bulunurlar ve beni de bu iletişim ağında tutarlar). “Pisagor Kupası” ya da “Dikea Kupa (Adalet Kupası” kavramı ve Tolstoy’dan bir öykü ile başlayan yazışmaları Şükrü’nün yaşam öyküsünden pasajlarla Şükrü tarafından günümüze uyarlanmıştır. Biz çocukluğumuzda benzer bir mürekkep hokkası götürürdük okula çantamızın içinde; ağzı açık olurdu. Kapağı olmazdı ama devrilse de dışarı mürekkep dökülmezdi. Onun adının ya da prensibinin Lisede tanışacağım Pisagor’dan geldiğini bugün öğrendim. Demek ki daha çok öğrenecek şey var. Tolstoy’daki öyküyü yazıma aktarayım:
“Tolstoy’un “İnsan Ne İle Yaşar” adlı kitabında, çiftçi Pahom’un hazin ve ibretlik öyküsü yer alır. Sıradan kendi halinde bir çiftçi olan Pahom, daha zengin bir hayatın hayalini kurmaktadır. Uzak bir yerlerde, cömert bir reisin karşılıksız toprak verdiğini duyunca, daha çok toprak elde etmek için reise gidip talebini iletir. Gerçekten de Reis herkese istediği kadar toprak veren cömert biridir. Pahom’a “Sabah güneşin doğuşundan batışına kadar katettiğin bütün yerler senin fakat güneş batmadan yeniden başladığın yere dönmen lazım.” der. “Yoksa bütün hakkını kaybedersin.”
Pahom güneşin doğuşuyla beraber başlar yürümeye. Tarlalar, bağlar, bahçeler geçer. Tam geri dönecekken gördüğü sulak bir araziyi es geçemez. Şu bağ, bu bahçe derken bakar ki güneşin batmasına az kalmış. Koşar, koşar, ama kesilir takâti. Halsiz adımlarla yürümeye devam ederken, Pahom’un burnundan kanlar damlamaya başlar. Tam başladığı noktaya yaklaşmışken, bir an yığılır yere ve bir daha kalkamaz…Reis olanları izlemektedir. Çok kereler şahit olduğu olay yeniden vuku bulmuştur. Adamlarına bir mezar kazdırır. Pahom’u bu mezara gömerler. Reis Pahom’un mezarının başında durur şöyle der: “Bir insana işte bu kadar toprak yeter!”
Mütemadiyen biriktirmek istiyoruz. Yiyemeyeceğimiz kadar erzak, giyemeyeceğimiz kadar kıyafet, kullanamayacağımız kadar eşya, oturamayacağımız kadar ev… Gözlerimiz midelerimizden, arzularımız ihtiyaçlarımızdan daha büyük…Bazen insan ömründen daha çok borç biriktirir. Bazen de elinde olan ama fark etmediği nimetleri hoyratça harcar durur. Ve insan yaşlandıkça besler, gençleştirir arzularını. Biriktirdikçe hayata olan bağlarını artırır. Öyle bağlanır ki hayata, bir gün bu diyardan göçüp gideceği fikri zamanla yitip gider aklından…
Tüketmeye de çok meraklıdır insan. Biriktirdiği paranın, eşyanın, malın mülkün yanında zaman tüketir, söz tüketir… Benlik biriktirirken, benliğini tüketir… Sofraya koyabildiğimiz bir bardak çayın; zeytine, ekmeğe ulaşabilmenin bir zenginlik olduğunu ne zaman fark edeceğiz. (MC: Yazıma bir fotoğraf ekliyorum. Görünen begonvil altında Çeşme bahçe kahvaltımızdır ki bu bölüm 23-11 vardiyasının üçüncü keyfidir. Masada görünenler nicel ve nitel olarak haftanın altı gününden farklıdır. Daha zengin ve daha bolcadır. Peynir üç kibrit kutusu olarak %50 artmıştır. Birer yumurta vardır. Masaya ev yapımı kayısı reçeli de gelmiştir. Zeytin kabı ile yer almıştır ki dileyen istediği kadar yesin (yine de ben dört tane yerim). Bu kahvaltı haftanın yedinci ve ayrıcalıklı öğünüdür. Çünkü “Pazar Keyfi”dir (kendimizi ödüllendirmek olarak da görüyoruz). Böylesi güzellikler için bilmem nereye gidip onca para vermeye ve ne idüğü belirsiz gıdaları yemeye gerek yoktur ki. Üstelik domates ve biber de kendi bahçemdendir. Domatesler Nezara emgisi nedeniyle Galatasaraylı olsalar da Hasanın hayvan gübresinden ve kuyumun suyundan başka hiçbir ek besin maddesi ya da tarım ilacı bahçeme girmemiştir; yabancı hiçbir şey değmemiştir. Daha ne ister insan )
Hepsi (C13 / ABİDE) ödüllerimiz ve 23-11 Vardiyasının Son Keyfimiz (Pazar Kahvaltımız)
Doldurabildiği bir cüzdanı olmasa da, bir evi muhabbetle, kanaatle dolduran bir kadının, akşamları evine gelen, ekmek getiren, eline sağlık diyen bir erkeğin, iman dolu bir yüreğin zenginlik olduğunu ne zaman anlayacağız?
Gören bir gözü, tutan bir eli, yürüyen bir ayağı satın alamayacak ve kaybedince tekrar sahip olamayacak kadar fakiriz hepimiz.
Aldığı maaşı yetiremeyenlere, modayı takip edemeyenlere, evini beğenmeyenlere, mekanı dar bulanlara, daha çok para için, hesabı daha fazla kabartmak için çırpınanlara da yeter toprağın altı. İhtiraslarımız, bitip tükenmeyen arzularımız için, az bir toprağa İhtiyaç var…”
Samleşen Şükrü’nün kendi gayretleri ve elde ettiklerine bakınca bu öykünün mesajına itirazları olması doğaldır; hele bir de ABD de yaşıyor olmanın etkisiyle. Şükrü haklı olabilir; olmayadabilir. Önemli olan Yaşam Büfesinde sıraya girerken, sırada kalıp, sırada öne geçmeye çalışırken “Şu GAT dünyada MASlaşabilmek için RAW olabilmek“tir. Bunu yapabiliyor musun ? Bunu yap ve daha sonra kadere inan ya da Allah’a tevekkül et. Allah hepimize akıl vermiş ama ne yazık ki kullanma kılavuzunu beraberinde vermemiş. Bu nedenle kimileri dünyanın GAT (Give And Take / Ver ki alasın) olduğunu anlayıncaya kadar hep almaya, almaya çalışıyorlar (onların duasında Rabbena’dan sonrası “Rabbena atena fiddünya…” olarak sürmüyor; gözleri doymuyor; dostlarını bile satıp “Rabbena hep bana” demekten utanmıyorlar). Ne zaman ki yaşam gölünün karşı kıyısı görünüyor işte o zaman “Tüh Allah kahrettin, keşke daha önceden MAS (More And Smarter / Daha çok ve daha akıllı) laşmış olsaydım “ diye pişmanlık yaşıyorlar. Son pişmanlıklar fayda vermezken onları görenler “Ben RAW (Ready-Able-Willingness/Hazır, yetkin ve istekli) mıyım acaba ?” diyerek kendilerini sorguluyorlarsa eğer, sahip olduklarının değerini biliyorlarsa eğer yine de son pişmanlıkların L4 boyutunda (Leave A Legacy / Bir Miras Bırakmak) bir faydası oluyor. Bu mesajımın sevgili Utku tarafından benimsendiğini görüyorum ve biraz önce aldığım iletisinde yaşam biçimi kılmaya çalıştığı gayretini de görüp mutlu oluyorum (morlu kısım).
Daha ne ister insan ? Binlerce şükür ! Allah hepimizi taş çatlamadan, Pisagor Kupasındaki üst sınır aşılmadan, elimizdekileri yitirmemize neden olabilecek daha fazlasını isteme hırslarından korusun ki kıskanç kişinin kıskançlığının şerrinden de sabahın aydınlığının Rabbine sığınabilelim (önceki yazımda Felak Suresinin son ayetini anımsayın). Her şey bizim elimizde. Yeter ki isteyelim ve hazır olup, yetkinlik için bedel ödeyip ısrarla, sabırla, inatla ve inançla yola devam edelim >> (3Dx2P)+4H= 10S formülümün anlamını açık ve aydınlık yollarda düşünürseniz…
Öykücü