Yaşam Büfesinde “İftarlık Soytarılar”

“…Temelin babası oğluna bakmış, bakmış ve “senden adam olmaz” demiş. Temel büyümüş ve vali olmuş. Adamlarını gönderip babasını alıp getirmelerini ve kendisinin vali olduğunu görmesini istemiş. Adamlar Temelin babasını alıp getirmişler ve valinin huzuruna çıkarmışlar. Temel koltuğundan kalkmadan, kasılarak babasına “Baba bak” demiş “Vali oldum“. Babası gayet sakin “Ben sana vali olamazsın demedim ki adam olamazsın dedim ve sen adam olamamışsın“…”

Merhaba

İftar vakti yaklaşınca azıcık Allah kelamı duyalım ve Ezanın ülkenin doğusundan Çeşme’ye gelinceye kadar uğradığı şehirlere bakıp da biraz olsun gözümüz ve gönlümüz şenlensin istiyoruz ve televizyon izliyoruz. Hergün kahroluyorum. AS kanallarında iki profesör var ki gerçekten de “İftarlık Soytarılar”. Birincisinin soytarılığını eskiden beri biliyordum. Diğerinden az da olsa umudum vardı. İkincisini sabahları yayımlanan fantezi programlarında izlerken daha bir uyumlu görüyordum. O da fos çıktı. O da gerçekten “İftarlı Soytarılık” a büründü. Birincisi daha profesonel ve hakkını teslim etmek gerekir ki sevmesem de ve hatta tiksinsem de aldığı paranın hakkını veriyor. Üstelik son zamanlarda yasalardan falan korkusu da kalmadı. Tam bir yalaka ve soytarı ve de üstüne üstlük iyi de müşterisi var. Dün on yaşlarında bir çocuk soruyor: “Hocam oruç tutan ablayı dövmek günah mıdır ?”. Hoca şunu demiyor ” Çocuğum bu nasıl bir soru ? Hiç ablaya el kalkar mı ? Hiç abla dövülür mü ?” Bunu demiyor ve yanıtı “Oruçlu ablayı dövmek günahtır” oluyor ki Ramazandan sonra ablasını rahat rahat dövebilsin diye ! Bu ne biçim hocalıktır ? Bu ne biçim sosyal anlayıştır ? Bu hocanın kılık kıyafetine bakınca vali olabileceğine ve hatta daha da ötede bir rütbeye erişebileceğine inanırım da ne yazık ki adam olmaz. Aynı hocaya geçen gün onbeşinden küçük, tesettürlü bir genç kız soruyor “Hocam nişanlıyken imam nikahı kıyılabilir mi ?” Belli ki kızın nişanlısı ile ilişkileri gelişmekte, niyeti bozmuşlar ve bir kılıf aramakta. Hoca eskiden olsa “Kızım resmi nikahtan önce imam nikahı kıymak suçtur. Önce resmi nikah sonra imam nikahı kıyılır” derdi (belki de demez yandan dolanırdı). Ama şimdilerde korkusu yok; ne yasadan ne de Allah’tan. Şunu net olarak söylemekten çekinmedi: “Nişanlıyken imam nikahı kıyılır ve artık siz karı koca olursunuz. Bundan sonra kocanın sözünden dışarı çıkamazsın“. Aman Allah’ım. Bu ne gözü karalıktır. Bu ne cahil (profesör) cesaretidir. Bir sözü anımsıyorum: “Haziranda yılandan Ramazanda hocadan (imamdan) kork“. Şimdi 7/24 korkmak gerekiyor ve yılandan değil sadece hoca ve şürekasından.

Gelelim ikinci iftarlık soytarıya. Benim çok sevdiğim iki genç dostum var. Karı koca drama öğreticileri: Hakan ve Yeşim. Hoca bunlardan ders almalı. Bizim iftarlık soytarımız ikinci profesör (tıpkı balondaki adamın yön için çare ararken bisikletliye sorduğu iki sorudan sonra “Hemşerim sen profesör müsün ?” deyişindeki gibi) dün ekranda sözde bir drama sergileyecek ve “önce insanı bütünleştirmek” ya da “insan tamamlandığında dünya tamamlanır” benzeri bir mesajı vermek için yaptıkları tam bir komedi idi; hatta profesörlük adına trajikomik bir durumdu.  Dinleyicilerden bir kız çocuğunu sahneye aldı. “Ben senin babanım, şimdi sen bana koşarak gel ve babacığım de” dedi. Karşısında yüzlerce seyirci ve milyonlarca (evet kabul etmek gerek ki güruh gibi artan taraftarlarıyla milyonlarca) izleyici beceriksizliğin daniskasına tanık oluyorlar. Kimse ne olanı ve ne de iftarlık soytarının vermeye çalıştığı mesajın ilk adımlarını anlayabiliyor. Hoş anlamaya çalışan da yok. Milletin derdi orada olmak ve kendini televizyon ekranında gösterebilmek. Kız çocuğu ifarlık soytarının dediğini yapıyor ama neyi neden yaptığını bilmediği için ne yaptığının hayrı var ve ne de mesaj yerine gidiyor. “Şimdi git bir daha babacığım diye gel” diyor hocamız. Bu sahne üç kez tekrarlanınca hoca sözde içinden konuşmasını mikrofona yansıtıyor. Hoca uzunca bir süredir ekanlarda ve ne bu aşamalardan ve ne de okulundaki hocalık görevlerinden iftarlık soytarılık dışında birşey geliştirememiş. Öykü bilinen bir öykü. Kızını başından savmak için bir dünya haritasını kesecek ve kızına parçaları tam yapıştırıp geldiği zaman kendisiyle ilgileneceğini söyleyecek. Bunu da yapamayacağına inandığı için çocuğunu başından savdığına inanan bir görüntü sergilemeye çalışacak sözde…Bunu tam anlatabilmekten de aciz hoca. Koltuğuna oturmuş; elinde küçük bir kağıt parçası, boş ve beyaz. Kız gitti ve geldi. Sözde haritayı tamamlamış ama sahne aynen şöyle “Kızım şimdi sen bana baba haritayı tamamladım. Çünkü arkasında bir insan resmi vardı. Resmi tamamlayınca dünya tam oldu diyeceksin“. Kız eveleyip geveliyor. Hoca elinde beyaz küçük kağıt parçası ve boşa giden zaman. Tam bir soytarılık. Bu hoca vali olabilir ama… “Böyle de olmaz ki; böyle de yatılmaz ki…” El insaf be hoca. Hani nerde hazırlık ? Hani nerde etkili görsel kullanımı ? ” Bu iftarlık soytarının okuldaki tarzı da böyleyse yandı gülüm keten helva. Acaba dün eve gidince kendinin televizyondaki halini izledi mi ? “Aman Allah’ım ben ne yapmışım ?” diye üzülüp kendini düzeltme yoluna gitti mi ? Adam olmaya niyeti var mı ? Umut var mı ? Niyet var mı ?

Elimde iki kitap var: Birini geçen gün aldım. Mevlana/Mesnevi’nin tamamı (911 sayfa) ve diğeri de Aralık 2010 dan beri elimde: Oğul Covey’in babasının öğretileri odağında kendi görüşleriyle dantel gibi işlediği “Güven” kitabı ( The Speed of Trust). Mesnevi’nin 580 nci sayfasında “Hz.Musa’nın Allah’a Sorusu”başlıklı yazısında şu satırlara takıldı aklım:

“…Musa dedi ki “Ey soru hesap gününün sahibi Allah, yapıp düzdün, neden yine bozar yıkarsın ?…Allah dedi ki ” Bu suali inkar yüzünden , yahut gafletle, nefsine uyup sormuyorsun, biliyorum. Yoksa hoş görmez gazap eder, bu soru yüzünden seni incitirdim. Fakat bizim işlerimizdeki hikmetleri, varlık sırlarını araştırıyorsun…Bunu bilip sonra da halka bildirmek ve ham kişiyi bu şekilde olgunlaştırmak istiyorsun. Sen bunu biliyorsun ama halka da bildirmek için sormaktasın. Çünkü bu sual yarı bilgidir. Hiç bilmeyen bu bilgiden dışarıdan kalan bu soruyu soramaz. Sual de bilgiden doğar cevap da …”

Bizim iftarlık soytarıların ne sorusu ne de yanıtı bilgiden gelmiyor bence; sadece ve sadece para ve düzülmüş kılık kıyafetle boyun bağından gelse gerek. İkisi de vali olabilir ama adam… Allah hem onların hem de bizim yardımcımız olsun.

Şimdi de oğul Covey’in kitabından kısa bir alıntı ile mesajımı sağdan soldan açmaya çalışayım (bir blog yazısının olması gereken sınırlarını zorlamadan). Oğul Covey bireyin kendisinden başlayan beş dalga ile güveni zenginleştirmeye çalışır. En içteki dalga, odak “Özgüven” dir ve ikisi “karakter” den ikisi de “yetkinlik”ten beslenen dört özden söz eder. Bunlar:

1.Bütünlük > Uyumlu musunuz ?

2.Niyet        > Gündeminizde ne var ?

3.Yeterlilik  > Uygun musunuz ?

4.Sonuçlar   > Nasıl bir siciliniz var ?

Güvende ikinci dalga “İlişkide güven” dir ki buradaki 13 davranış (Başarı formülümdeki S1S2: Self Style) sizi siz yapan değerler, eylemler ve sonuçlar olacaktır. Bunları çok sevdim ve umarım ki yeni bir “üretici> yönetici öğrenme ve ustalık yolculuğu çerçevesi”nde ağırlıkla yer alacaktır. Bu davranışları sadece isimleriye yazıp geçeyim ve ilk beşinin “karakter”, ikinci beşinin “yeterlilik” ve son üçünü de her ikisinin karması olmasıyla oluştuğuna değinmiş olayım.

İlişkide güven için 13 önemli davranış:

1.Açık konuşmak (Başarı formülümdeki S3S4S5: Strong Sound & Steps)

2.Saygı göstermek

3.Saydamlık yaratmak

4.Hataları telafi etmek (Prof.R.Pausch “Son Ders” < Gözünüz profesör görsün)

5.Sadakat göstermek (Başarı formülümdeki D3:Dedication/Adanmışlık ya da RAW dan RAF’a geçiş “W>F: İstekten inanca yükseliş)

6.Sonuç üretmek (Pusulanın güney ucundaki “drive results”)

7.Daha iyisini yapmak (Kaizen ya da better is not sufficiently good)

8.Gerçekle yüzleşmek (eleştirilmek acıdır ama eleştirilmemek çok tehlikelidir)

9.Beklentilere açıklık getirmek (Mutluluk tanımı ve khi-kare testi)

10.Sorumluluk göstermek (Responsibility > Accountability : Hesap verebilirlik aşaması)

11. Önce dinlemek (selling by listening)

12.Sözünü tutmak (ya da W.Safire’nin sözünü dinlemek)

13.Güven göstermek

İşte tüm bunlardan sonra (ki bizim iftarlık soytarılar bunlardan yoksundurlar) “Akıllı Güven Matriksi (AGM)” ile yerinizi bilirsiniz; yönünüzü çizersiniz ve eylemlerinizi sürdürürsünüz. AGM de Safdil misiniz (Körü körüne güven) ? Yoksa Kararsız mısınız (Sıfır güven bölgesinde) ? veya Güvensizlik içinde kuşkucu musunuz ? En son olarak da bol güven eğilimli ve yüksek analiz becerisiyle “Akıllı Güven” bölgesinde yargı içinde misiniz ?

Sonuç biraz emek biraz gayret, azıcık iyi niyet ve zihniyet ve bolca hazırlık ve dinleme ile iftarlık soytarılığa yakalanmadan İngiltere’de bir numara olan “Kafa Topu” nu bu aşamaya eriştiren SEKİ Dörtlüsü (Semih-Erdem-Kerem-İbrahim ise de aslında Seki Fethiye’nin şirin bir yaylasıdır ve biz -Ben, Öğüt, rahmetli Coşkun, Ayhan ve Komser Osman yetmişli yıllarda bu yaylada Karapasın ara konukçusu olan Berberis bitkilerini arıyorduk. Bulduk ve hem türleri ve hem de pasın ara konukçudaki gelişme evrelerinin görüntülerini The Journal of Turkish Phytopathology Dergimizde yayımladık.) gibi yolunuz hep açık ve aydınlık olsun.

Öykücü