Yaşam Büfesinde “Kişisel Kalkan”

“…İlk kez Londra’ya gelmiş bir adam sabah otelinden çıkarak kenti dolaşmaya karar verdi. Henüz yola çıkmıştı ki, çevresi kalın bir sis tabakasıyla çevrildi. Adam, nasıl olsa birazdan geçer diyerek yoluna devam etsiyse de, sis kalkmak şöyle dursun, daha da yoğunlaştı. Bir süre sonra çevreyi beyaz bir karanlık kapladı. Geri dönmeye karar verdiğinde adam, burnunun ucunu bile göremez haldeydi. Yolunu kaybedeceği korkusu içinde “Hey bir yol gösteren var mı ?” diye bağırmaya başladı. Biraz sonra omuzuna bir el dokundu ve “Bir şey mi istiyorsun ?” diye sordu. Adam ise biraz korkmuş bir halde yanıtladı: “Affedersiniz siste yolumu şaşırdım. Otelime dönmek istiyorum”. Omzuna dokunan yabancı “Elinizi verin, otel biraz ötede” dedi ve adamı götürmeye başladı. Bir süre sonra bir aydınlığın önüne geldiler. Yabancı durdu ve “İşte oteliniz” dedi. Adam sisin içinde yüzünü fark edemediği kişiye dönerek teşekkür ettikten sonra “Siz, sise alışık olmalısınız...” dedi. “Nasıl oldu da yolu bulabildiniz ?” Yabancı yanıt verdi…”

 

Merhaba

Bugün 8 Hazirandan sonrası. Havandaki sular döğülmek için hazır bekliyor. Şimdi dördü de zaferlerini özümsemeye ve pazarlıklara hazır olma sessizliği içindeler. En ilginci sarayın sessizliği ki kuzuların sessizliğine benzer mi ? Dank etti mi ? Kendini en akıllı alemi sersem sanmaktan vaz geçecek mi ? Yerini ve haddini bilip makamının hakkını verecek mi ? Kur’an, yalan ve talan uyaklarıyla devletin yaptığı uyarıdan ders alıp rahmetli Prof.R.Pausch’un öğrettiği gerçek özrün üç aşamasıyla bağışlanma dileyecek mi ? Kibrinden vaz geçecek mi ? Yoksa rahmetli Özal’ın dediği gibi “alışırlar alışırlar” deyip bildiğini okumayı sürdürecek mi ? Hem de baltasını bileyerek, uzun ipi beline bağlayarak ormana yeni bir saldırı mı düzenleyecek ? Don Kişotluk ya da Maho Ağalık yakıştırmalarının beklentisini mi göreceğiz ? Yazımın girişindeki kısa öykü “Beyaz Karanlık” tan söz ediyor ki ülkemde yakın günler ne renk karanlıkları gösterecek bilmiyorum.Uzun çalardan aşağı kalmayan, sözde politikacı olarak, politik olması, esnek ve hazımlı olması gereken YA gözlüklerinin arkasında öfke saçan gözleriyle “şimdi artık çözümün ancak filmini çekerler” sözlerine benzer tehditlerle hangi kızıl karanlıkların fitilini ateşlemekten çekinmeyecekler… Bu sabah bir de ne göreyim 258 den 256 a düşmüşler ve barajı yıkıp geçenler 82 ye çıkan sayılarıyla üçüncü olmalarından artık daha bir fazla çekinmeleri ve dikkatli olmaları gerekirken anlıyorum ki henüz onlar için çalan “kalk borusu“nun farkında değiller.

Yukarıdaki öyküde burnunun ucunu göremeyen adam ilk defa bulunduğu bir yerin acemiliği içindeydi; bizimkilerin körlüğü ise beyinde, görme duyusunun, duyma duyusunun bulunduğu bölümler dumura uğramış durumda olmalı ki  hâla balkonda nutuk atarak “geri dönülemeyeceğini” anlamıyorlar. Onların yolunu kaybetme korkusu yok olmalı ki kuyruğunu kıstırarak palas pandıras palaslarına dönmenin yanında hâla erkeklik, kabadayılık yapıyorlar. Onların omuzlarına dokunan elin kendilerine verdiği iki mesajdan birini yapmalılar. Ya sözlerinden şereflice dönmenin kurallarını uygulayacaklar ya da madem ki yalan söyleyecek kadar cesurlar o halde gerçekleştirecek kadar da cesur olacaklar. İkincisinin bedelini hem sorumlulukla ve hem de hesap verebilirlikle çok iyi düşünmeliler. Allah akıl vermiş ama kullanma kılavuzunu birlikte vermemiş. Ekmelettin efendi meclise girdi ve tekmelettin efendi palasına çekildi; palasını bilemekle meşgul. Kibrini düşünüp de “ben nerde hata yaptım” diye başını ellerinin arasına alsa yanıtı “Nerde yapmadım ki !” olur muydu acaba ? Devletin dediklerini düşünse ürperirdi, kabus görürdü, geceleri uyku tutmaz, inme inerdi “Elinde Kur’an, dilinde yalan hedefinde talan” bunu sıradan birisi bile hazmedemezken kendisine gösterilen teveccüh ile en üst makama getirilen kişinin Allah yardımcısı olsun.

Kızım Pınar’dan gelecek tam doğru çevirisini beklerken, Mayıs 2005 de Paris’in doksan kilometre kuzeyindeki bir şatonun gün ışığı gören salonunda çıktığım bir haftalık öğrenme yolculuğunun mirası olan “Micro-skills / Küçük Beceriler”in 4×8=32 maddelik setinden “Lead Self / Kendine Liderlik > S5:Personal Shield / Kişisel Kalkan” konusunu ele almayı uzun süredir düşünüyordum. Amacım kendimi ele almaktı. Yaşam gölünün karşı kıyısına kulaç atarken geçen 70 yılı onar dilimlik bölümlerle açıklarken “öğrendikklerimi uygulamaya aktarmaya örnek” olmaktı. Korkum hem anıları süslerken doğrulardan sapmış olmak, hem de aşağıdaki sözün verdiği verdiği mesajdan sakınamamaktır. Yani bir miras bırakamaya çalışırken bir çuval inciri berbat etmenin farkında olup zaman zaman kendime “dur” diyebilmek en duyarlı konu. Uzun çaların sahnelerde yaptığı, yaptığının farkında olmadığı ve dikkatli olunması gereken konu: “Merdi kıpti şecaat arzederken sirkatin beyan edermiş” den sakınmak.

Adına “Kişisel Kalkan” dediğimiz konu kendine bakmak, kendini tanımak, Johari Penceresindeki koordinatlardan birinde yer alan kendi hakkındaki düşüncelerini çevresiyle paylaşıp kim olduğu konusunda güven vermek ve dürüst geribildirim alarak etkili olma yolunda ilerlemektir. Bu konu bir gazete yazısına eklenmiş güzel bir hanımın mayolu fotoğrafının arkadan görünüşündeki “çevre mücadelesi g.t ister” mesajına benzer özgüven istese de ben 2005 yılının Paris, Bolu, Çeşme ve diğer yörelerinde yinelediğimiz “Çerçeve Çalışmaları F2″ toplantılarındaki video çekimlerimle yazımı süslediğimde yazdıklarımın bir anlam, bir değer taşıyacağına inanıyorum. Ne var ki 7×10= “Seven Decades (Yedi Onluk)” başlıklı bu yazım yaş yetmişi aştığı için biraz uzun olacağı için şimdlik sonraki yazıma kalsın. Burada bir duyuru yapmış olayım.

Bunu yaptığımda hangi faydalara dikkat çekmiş olacağım; hangi sorulara yanıt vermiş olacağım ?

İlk aklıma gelenler:

  • Karşındaki (ekip, ast, üst, amir, müşteri, eş, çocuk, ebeveyn) sana neden geribildirim versin ki ? Sana neden güvensin ki ? Sen nasıl birisisin ki ? sorularına yanıt bulabilmek;
  • Böylece sen (yani ben) “disclosure / açıklama, ifşa” ile kendini ortaya koyacaksın ki karşı taraf buna göre davranıp uyum gösterecek ya da itirazlarını dile getirecek ve diyalog inançla gelişecek;
  • Asıl önemlisi kişisel kalkanla sen geçmişinden geleceğe bir köprü kuracaksın.
  • Kişisel kalkanın ortasına yerleştireceğin bir sembolle geçen 70 yıl için seni anlatan tek bir mesaj verip odak oluşturacaksın.

Ben çok düşündüm; 1945 den 2015 e uzanan çocukluk, gençlik, delikanlılık, okul, aile, iş ve pek çok rolümde beni tanıtan tek bir sembol ne olabilir ? diye. Böylesini sadeleştirmek gerçekten çok zor. Eksik kalması, yetersiz olması kaçınılmaz tek bir özelliğimi ortaya koysaydım bu ne olabilirdi ? sorusunun yanıtını umarım sonraki yazıma kadar bulurum ve “Seven Decades / Yedi Onluk” yazımı faydalı bir çerçeveye oturturum.

Sağlık ve esenlik dileklerimle 8 Hazirandan sonrasına söz verilen asık suratlı ağır abinin kişisel kalkanından çok dağarcığında neler varmış görürüz inşallah yollarımız sisli değil de aydınlık olur ve omzumuza dokunan elin sahibinin şu sözleriyle yazımı bitirirken :

Yabancı yanıt verdi: “Sisin benim için hiçbir önemi yok. Çünkü ben körüm...”

Ama ben kör değilim. Bu nedenle hem uzun çaların ve MEZE ekibinin ve hem de kasacıların, kutucuların, saatli havuzcuların ve kucağa oturtmaya meraklı olanların hesabını görmede, defterini dürmede yapılacakları 256/132/82/80 dörtlüsünün kombinezonlarında görmek istiyorum.

Yazımın sonuna geldiğimde içimde birşeyler eksik kaldı hissi oluştu. Elie tutuşturulmuş iki metini yanlış okuyan yeri ve zamanı hâla seçim meydanları sanan ve karşısındaki kitleden medet uman sadrazamın “günügeldi”ğini düşünerek kavak ve kabak fıkrasını da araya sıkıştırıvereyim istedim. Sonra vazgeçtim. Olumsuzluklara olan yoğunlaşmamdan sıyrılmak istedim. Güzel şeyle aradı ruhum. Flex programı NetEbil beraberliğine ait karelerden iki dakikalık bir film montajını transcode etmeye çalışırken ben Bütün Dünya’mı okumayı sürdürdüm. Bir sayısında Tonguç Baba’nın 1940 lı yıllardaki “Köy Enstitüleri” gayretine hayran kaldım; bir diğer sayısında rahmetli vali Yazıcıoğlu’nun “Mamudizmle Savaş” adını koyduğu kırk yıl sonraki benzer çabaların meyvelerine bakıp imrendim. Bu yola baş koyanların, halka ve ülkeye hizmet edenlerin uğradıkları haksızlıkları ve her dönemde var olan kasacı ve kutucu soyguncuların karalamalarına bakınca kahroldum. Kırk yıl arayla benzer iki örneğin iktidar olmanın soygunlara hak kazanmak gibi algılandığı toplumumuzda neden değer bulmadığını anlamakta zorluk çektim.

Hayranlık, imrenmek, kahrolmak ve anlamakta zorluk çekmek son dört tümcemdeki gelgitlerim ve yarısı kutuda sıkışmış kalmış olan yarım “umut”la aydınlık yollarda bir şarkı tutturup önüme bakmaya çalışıyorum 8 Haziran sonrasının haberleriyle…

Öykücü