Yaşam Büfesinde “Oyun Bitmesin”

“…Berber sokakta oynayan çocuklardan birini yanına çağırdı ve o gelince cebinden biri yüz liralık diğeri on liralık iki banknot çıkardı çocuğa uzattı. Berber saçlarını kestiği iş adamının kulağına eğilerek yavaş sesle, çocuğun aptallığını izlemesini söyledi. Sonra da çocuğa döndü ve “Bu iki paradan hangisini istiyorsan alabilirsin Ali “ dedi. Çocuk her iki banknota da dalgın dalgın baktıktan sonra on liralık banknotu bir çırpıda kaptı ve hızla dükkandan fırladı, arkadaşlarının yanına koştu. Berber, müşterisi iş adamına döndü: “Daha önce de söylemiştim ya bu çocuğun ne kadar aptal olduğunu” dedi. “İşte şimdi de gözlerinizle gördünüz onun aptallığını“. Saçının kesilmesi bittikten sonra iş adamı berber dükkanından çıktı ve biraz ileride arkadaşlarıyla oynamakta olan Ali’nin yanına gitti…Bir İngiliz gezmek için Afrika’ya gitmişti. Amacı uygarlıktan payını hemen hiç almamış bölgeleri adım adım dolaşmak ve burada uygarlığın olanaklarından yoksun halkın yaşam biçimini gözlemekti. Rehberleri onu kıtanın en vahşi bölgesine götürdüler ve orada kamp kurdular. İngiliz yanına iki rehberini aldı ve onlarla beraber yürüyerek çevredeki köylerden birine gitti. Kamışlardan yapılmış kulübelerin oluşturduğu bu köyde gözü birden çıplak bir yerliye takıldı. Adam bir kütüğün başına oturmuş elindeki tokmakla kütüğe gelişigüzel vurarak tamtam çalıyor, anlamsız sesler çıkarıyordu. İngiliz adamın yanına yürüdü ve onu bir süre dikkatle inceledikten sonra sordu: “Bu tamtamı neden çalıyorsun ?”  Yerli bir yandan tokmağını kütüğe vurmayı sürdürürken bir yandan da İngilize yanıt verdi: “Bu yaz kurak geçti, köyümüz susuz kaldı” dedi. “Tamtamı çalmamın nedeni bu kuraklık nedeniyle...”İngiliz elini kaldırdı ve yerliye susmasını işaret etti. “Devam etmene gerek yok, anladım ne diyeceğini” dedi ve piposundan birkaç nefes çektikten sonra sürdürdü konuşmasını “Yani mevsim kurak geçti, nehirler kurudu, köyünüz susuz kaldı ve sen de şimdi tamtam çalıp ruhları yardıma çağırıyorsun ve aklın sıra dua edip, ruhların yardımını sağlayıp yağmur yağdıracaksın. Öyle mi ?” Yerli tamtam çalmayı bıraktı ve…”

 

Merhaba

Nasıl olduysa geçen gece “kırmızı ince çizgiyle” bir kez daha tanıştım. Yaş yetmişi aşınca oluyor böyle şeyler. Önemli olan tetikleyenleri bilip de sakınabilmek. “Kanunsuzlar” isimli filmi izledikten sonra uykuya daldığımda gece yarısına birkaç dakika kalmıştı. Bir ihtiyaç molası için uyandığımda bana sorsalar sabah ezanına az kalmış derdim. Meğer öyle değilmiş. Bir baş dönmesi ve mide bulantısı ile kıvranmaya başladım. Kusmayı pek beceremem. Başımı klozete soktum ve kusmayı bekledim. Olmadı. Birden bir ateş bastı bedenimi ve terlemeye başladım. Bunların hepsi belki beş dakika içinde olanlar; ancak bana bir saat gibi geldi. Sonra hiçbir şey olmamışcasına herşey geçti; normale döndü yaşam. Hiçbir ağrım sızım kalmadı ve saate baktığımda 00.23 idi. Meğer henüz REM’e bile girmeden bir uyarıyla kalkmışım. Daha önce de “kırmızı ince çizgiyle” buluştum. Birinde ambulansa bile binmek nasip oldu. Nerde hata yaptım ? Üşütmemek birinci dikkat konum; yemek ise herzamanki önem ve önceliğini koruyor. İçki desem özel bir kutlama olmadıkça bizden ırak. Herşey normal görünse de bir yerde bir şey tetikledi. Kızartma olmasa da fırında da olsa acılı patlıcan yememeli. Acı patlıcanı kırağı çalmasa da postacı kapıyı ara sıra çalıyor. Dikkatli olmak gerek. Ertesi gün Nezuş aynı belirtilerle rahatsızlandı; telefonda öğrendik ki yeğenlerimiz Seval ve Aysun da sırasıyla İzmir ve Antalya’da aynı dertten muzdariplermiş. Demek ki genetik. Allah şifa versin; bize de biraz daha akıl fikir.

Hayran kaldığım karizmatik kel S.Covey, “Hayat Kısa, öyleyse…” isimli üç dakikalık filminde dört motivasyon nedenine değinirken ve yetmişi aşınca “hastalıkta ve sağlıkta” çok iyi anlıyorum ki;

* Doğumumuzda okunan ezan ölümümüzde kılınan namaz içinmiş ve

* İnsanlar iki şeye mecburmuş:

1.Ölmeye,

2.Ölünceye kadar yaşamaya.

Bu durumda kırmızı ince çizgilerden uzak durmayı öğrenmek gerek.

Bu ruh yapısıyla çatıya çıktığımda dört sene önce Antalya’da bir grup meslektaşımın bir ustalık yolculuğuna ait görsellerindeki ana mesajlara ve sevgili Alev’in sözlerine takıldı gözüm. Aynı anda kitaplığımdan Bütün Dünya’nın Haziran 2001 sayısının sayfalarında işaretlemiş olduğum birkaç küçük öykü geldi aklıma. O yıllarda Bütün Dünya’yı daha çok Malatya’dan İzmir’e gelirken gecenin ilerleyen saatlerinde Ankara-Esenboğa’da aktarma yaptığımda büfeden alırdım. Hele 2001 yılının CINOS‘un üçüncü evresinde birkez daha yakalandığımız ülkesel krizin şirketimizdeki türbülansında apayrı bir öğreticiliği vardı. Bir önceki yılın başarılı satışının ardından hakedilmiş primle popüler olan ilacımızdan almak için siparişini vermiş olan meslektaşımız (ve CEO’muzun sınıf arkadaşı) bayimiz sevgili Ali’ye birden artan döviz kurlarıyla zarar etmemek için sözümüzden dönmüş ve mal vermemiştik. Ali kırılmıştı. Mehmet yanına gitmekten çekinmişti. Bir yıl sonra Battalgazi’den sonra barajın kenarında öğle yemeği yerken Ali “Aramızda kan davası yok ki neden ilişkinizi kestiniz ?” diye sitem ederken korkularımızla ne tür varsayımlar içinde kalıp hata yaptığımızı birkez daha anlamıştım. Bu nedenle SSTC Ustalık Yolculuklarında hep dediğimiz gibi “varsayımda bulunmamak” uyarısına uymamak bizi tamtam çalan yerli karşısındaki İngiliz gibi çok b…n bir durumda bırakmıştı. Bu nedenle kırmızılı ikinci öyküyü seçtim. Devamını yazacağım.

Yazıma PLN ile Aralık 2011 de Antalya’da buluşmamızın ilk gününden seçmelerle ikinci güne başlarken yaptığım özetleme ya da “My Key Learnings From Yesterday / Dünden Öğrendiklerim” açılışına ait video karelerimden bir film ekleyeceğim. Amacım “milestones/köşe taşları“mdan bir demet sunabilmek. Bu filmde beni ve Alev Kutay’ı göreceksiniz. Sunumlarımız bir danışıklı döğüş değildir. Tamamen tek bir sözcük çerçevesinde bakış açılarını ortaya koymaktır ve pekçok kısmı o andaki oluşumlarla şekillenmiştir. Böyle yaptığımızda “aklın yolu bir” benzeri tam bir uyum ortaya çıkmaktadır.

Bu tam uyum nasıl oluşmuştur ? Hoşgörüyle zenginleştirilmiş ve sunum modunu bozması olası katkılar (kimisi yırtık d…n çıkar gibi) nasıl ve neden kabul görmektedir ?

Tek kelimeyle: “Niyet ve Zihniyet” ve sonrasında “Güven”. Nasıl kazanılmıştır ?

* Ellibeş yıl önce İzmir Atatürk Lisesinde pek fazla beraberliğimiz olmamışsa da ardından gelen beş yıllık sıkı dostluk (EÜZF / 1963-1968) ve bunu pekiştiren;

* Şirinyer’de kapı komşuluğunda talebeyken evli olmanın ekstra ailevi düzeyde sosyal destekleri ve

* Doğrudan Alev’in elinde bir bond çanta ve araba anahtarı ile Nisan 1985 in son Cuma sabahında Enstitü Araştırma Komitesi toplantısından sonra beni Enstitüdeki odamda bekliyor olması ve

* Bu buluşmadan birkaç ay önce İnciraltı’nda mahkumlar restoranında Cumartesi akşam yemeklerinde görüşüyor olmamızın ısıttığı bir algı oluşum sürecidir. Annem vefat etmiştir; rahmetli babam yarı felçli gibi bizimledir ve sözünü ettiğimiz yerde onu biraz olsun eğlendirmeye çalışırız. Kerem dört yaşındadır. Eline beşyüz liralık bir banknot veririz ve şarkıcıya götürüp “parmağında yüzükler kolunda bilezikler” çalmasını söyler; biz de piste çıkar oynarız.

* Ve CINOS yıllarımız başlar. Hocam olur bana SSTC öğretir. Sonra ben bana verilen elle CINOS’taki iki düzine yılımda ve hala SSTC Öğrenme Yolculuklarımı güncelleyip sürdürürüm. Örneğin bu Cumartesi günü Netdirekt’in toplantı salonunda kalem satışı ile yeni bir grupla yola çıkacağız. Bugün bunları yaparken beni kimileri berberdeki Ali gibi görseler de amacım “L4/Legacy” ve “Bilginin de zekatı vardır” sözüne inancımla Platon’un dediği gibi “Hayatı oyun gibi yaşamaktır“. Ancak böyle yapınca kırmızı ince çizgilerle bile “satmışım anasını ben bu dünyanın” tekerlemesine gönülden inanabilirsiniz. “Legacy/Miras” bırakmak konusunda ise en büyük teselli kaynağım sevgili Utku ve öğrenme, öğrendiğini içselleştirip öğretme hevesi ve gayreti. Benzerini CINOS’un son evresinde bir yıllık bir süreçte her aşaması için yoğun emek verdiğim “TÖ/İA/KA/VÇ” dörtlüsünün hiçbirinde göremedim. Sağlık olsun.

Yazımın girişindeki öyküleri sonlandırayım:

Saçının kesilmesi bittikten sonra iş adamı berber dükkanından çıktı ve biraz ileride arkadaşlarıyla oynamakta olan Ali’nin yanına gitti. Ve ona neden yüz liralık banknotu değil de on liralık banknotu aldığını sordu. Çocuk hiç de aptalca olmayan bir ifadeyle iş adamının yüzüne baktı ve hafifçe gülümsedi: “Bu oyunu ben de çok seviyorum” dedi “Yüz liralığı alırsam oyun biter“..

“… piposundan birkaç nefes çektikten sonra sürdürdü konuşmasını “Yani mevsim kurak geçti, nehirler kurudu, köyünüz susuz kaldı ve sen de şimdi tamtam çalıp ruhları yardıma çağırıyorsun ve aklın sıra dua edip, ruhların yardımını sağlayıp yağmur yağdıracaksın. Öyle mi ?” Yerli tamtam çalmayı bıraktı ve şaşkınlıkla İngilizin yüzüne baktı: “Demek ki bu çağda hâla ruhların yardımıyla yağmur yağdırılabileceğine inanıyorsunuz” dedi hafifçe gülerek ve sonra da tamtam çalmasının nedenini açıkladı “Komşu köyden su tesisatçısı çağırıyorum“..”

Sözün özü; sabırla dinleyin ve sorun. Varsaymayın. Yaşam Büfesinde “Oyun Bitmesin” diye kazanırken iyilik yapın ki aydınlık yollardaki ustalıklarınızda yandaşların, yoldaşlarınız, karındaşlarınızla yolunuz hep aydınlık olsun.

Öykücü