Yaşam Büfesinde “Denetleyici İçgörü”

“…Amasyalı Ahmet evlendikten bir hafta sonra Almanya’ya çalışmaya gitmiştir. Karısı anası babasıyla beraber Amasya’daki evlerinde kalmıştır. Ahmet karısına, beraberliğe, aşka-meşke doyamamıştır. Bir yıl sonra yıllık iznini alır ve Amasya’ya gelir. Ailecek yenen akşam yemeğinden sonra Ahmet ve karısı üst kattaki odalarına çekilirler. Bir süre sonra üst kattan gelen aşırı gürültüden rahatsız olan baba yukarı çıkar ve anahtar deliğinden bakar ve gördüğü manzara karşısında şaşkına döner. Ahmet ve karısı çıplaktırlar. Ahmet odanın bir köşesinde, karısı karşı köşede koşmaya hazır durmaktadır. Karısı hızla Ahmet’e doğru koşar. Ahmet karısını yakalar; havaya fırlatır ve yere düşmeden havada yakalıp kendine çeker ve sekse devam eder. Babası ya sabır çekip aşağı iner ve ertesi sabah kahvaltıda Ahmet’e “Oğlum Ahmet akşam çok gürültü yaptınız” der. Ahmet “Karışma baba bu benim stilim” der. Bir hafta böyle geçer. Ahmet Almanya’ya döner. İki gün sonra babasından bir telgraf gelir. Telgrafta şöyle yazmaktadır: “Oğlum Ahmet (stop); anan öldü (stop); stilini s….m (stop)”…”

Merhaba

Bu ayıp gibi görünen fıkrayı katılımcılardan izin alıp “COPCU” akrostişinin son harfinin çıpalama öyküsü olarak anlatırım. İlk dört harfin karşılıklarını daha önce açıklamıştım. Kısaca yeniden değinecek olursam:

“C” > Creativity (yaratıcılık) > Dağı delen karınca > Uğruna ölünecek bir amaç edinmek;

“O” > Opportunity (fırsat) > Cama konan kırlangıç > Fırsatlar feryat etmez, fısıldar, duymasını, dinlemesini bil;

“P” > Performance (veya Productivity; Verimlilik, üretkenlik )  > Konyalı Mehmet > Laf değil eylem,

“C” > Competence (Yetkinlik) > Spartaküs sendromu > Sonuna kadar; gölge etkisinden sakın ve bugünün konu başlığı olan

“U” > Uniqness (Özgünlük) > Amasyalı Ahmet > Sizi siz yapan özgün stilinizden vaz geçmeyin, etkili olun (BEE).

Bunu “Başarı Formülümün” ilk “S” olarak başa yerleştiririm: “Self Style”. Her şeyini kopya edebilirler. Yeni kavramlar üretirsiniz; siz IPM dersiniz rakipler bir adım ileri gider “ICM” derler ve sizi geçerler. Yeni yapılar oluşturursunuz; FST adını verip “çiftçi destek ekipleri” kurarsınız; onlar “promoter” derler iki katı elemanla önünüze geçerler. Sizi, sadece sizi ve sizin stilinizi kopya edemezler. Etmeye çalışırlar ancak siz olamazlar. Bu nedenle SSTC Öğrenme yolculuklarına çıkanlara “sizin sahip olduğunuz stili değiştirmek değil amacımız; sadece sahip olduklarınızın farkına varmanız; onları MAS için, daha etkili kullanmanız için, yeme-içme alışkanlıklarınızda değişiklikler yapmanız için ustalık yolculuğunun prensiplerini paylaşıyoruz, öneriyoruz” benzeri bir yaklaşımda bulunuruz.

Şimdi bu “özgün tarz” konusunu orta, üst; deneyimli, deneyimsiz yönetici ve yönetici adayları için biraz açalım. Türkçemizde “Nevi şahsına münhasır”  sözü ile her insanın özgünlüğüne vurgu yaparız. Öte yandan yönetici, lider, lider yönetici için öğretilen, önerilen, uygulamamız beklenen belirli kalıpları da gözden ırak tutmayız.

Marcus Buckhingham “Büyük Yöneticiler Ne Yaparlar ?” başlıklı HBR daki on yıl önceki kitabının özetinde (The One Thing You Need to Know (2005):   “Bir yöneticinin işi, bir kişinin belli bir yeteneğini performansa dönüştürmektir” der. Bay Marcus’un şu video kaydındaki dört sorusu üzerinde düşündüğünüzde ( https://www.youtube.com/watch?v=1d622aqo0Ro); içten başlayıp kuruma uzanan dört liderlik aşamasının (L1:Lead Self > L2:Lead Other > L3:Lead Team ve > L4:Lead Organisation) değerlendirmeye alınan birey için sorgulandığını anlarız.

 

Şu an (27.10.2015 Saat 17.00) hava karardı. Gün geceyle buluşuyoruz. UNÖY ikilisi yarın buluşur mu ? bilinmez. Henüz bir haber yok. Çıkmayabilir de. Eğitim, üretimin stratejik bir girdisi olarak kabul görmedikçe ara sıra patronun hevesi gelişir ve kısa zamanda önceliğini yitiren bu heves unutulur gider. Ta ki aynı sıkıntı yeniden can sıkmaya başlayınca ısıtılıp masanın üstüne konur. Bu kadar; daha fazlası değil. Olacakmış gibi yaptığım hazırlıklar hiçbir zaman boşa gitmez. Tıpkı Kerem’in “hiç bir emek boşa gitmez” dediği gibi ki en azından bu çerçevelendirmeler beni mutlu eder. Yukarıdaki filmi izlerken iki farklı bakış açısıyla alt yazıların yazıldığını göreceksiniz. İlk bölümde verilmek istenen mesaj “Yaşlı ya da genç ol, önemli olan etkili olmaktır (BEE)“. “Never be alone” fon müziği eşliğinde tekrarlanan ikinci bölümde ise L1 den L4 e uzanan liderliğin dört aşaması vurgulanmaktadır. Buradaki temel mesaj da “değişim yolculuğunun içten ve kendinizden başlayacak olmasıdır“. Diğer bir deyişle, “imam ve cemaat” meselesi.

Bu düşünceler beni hiç unutmadığım bir kıyaslamaya götürdü. İkisi de rahmetli başarılı iş adamı arasındaki görüş ve tutum farkını hep düşünmüşümdür. Birinin paradigmasını ve bunun yarattığı türevlerini yetmişli yıllarda Adana’da görmüştüm. Derneğimizin (Türkiye Fitopatoloji Derneği) düzenlediği “Türkiye Fitopatoloji Kongresinde” bildiri sunmak için geniş bir grup şeklinde Adana’ya gitmiştim. Biz, çoğumuz (Sümbülgiller hariç) gariban devlet memurları olarak hangi misafirhanede bedava yatacak yer buluruz derdindeydik. Konfor ve hatta temizlik umurumuzda bile değildi. Adana ZMAEnstitüsünden ayrılıp (emeklilik mi yoksa istifa mı şimdi anımsamıyorum) otelde müdür olan Nedim Abiyi ziyaret etmek için Koza Oteline gittiğimizde otelin tüm odalarının Sabancı’da çalışan elemanlarca (çoğu mühendis) dolu olduğunu gördük. Bardaki beraberliklerine ve “kahve başı sohbetlerine” hayran kaldık. İmrendik. Rahmetli Sabancı’nın kurmayları çoktu. İyi bir ekip kurmuştu. İşleri ekiplerine delege etmişti. Ve kırk yıl sonra Sabancı’nın ülkemdeki durumu…

Kıyaslama yaptığım bir diğer örnek. On yıl sonraydı. Mayıs 1985 de ben de Bornova ZMAE den istifa etmiş ve CINOS’un ilk evresinde özel sektörlü olmuştum. Yine bir Ulusal Fitopatoloji Kongresinin sponsoru olarak ve kongrenin gezi programında yer alan İzmir-Torbalı’daki Beşikçioğlu Çiftliğini ziyarette grupla beraberdim. İmrenmiştim. Mükemmel, modern bir tarım işletmesi (2000 dekar bağ) içindeki köşk gibi işçi evlerine hayranlıkla bakmıştım. Aradan iki sene geçti (1987). Sevgili Ahmet henüz Beşikçioğlundan ayrılmamıştı (şimdi EÜZF de profesör). Sevgili Ayhan belki ayrılıp Gömeç’in yanına gitmişti (ICI lı olmadan önce). Bir bağ programı için çiftliğe gidip Alpaslan Beşikçioğlu beyi aradım. Rahmetli elinde kürek ahırda bok kürüyordu. Bunu bile çalışanlarına delege edememişti. Yurt dışından virüslü (ve topraklı köklü) asma fidanlarını yurda sokabilmek için karantina yönetmeliğini değiştirme girişimlerinde bile enstitümde hep onu görüyordum. Her şeyi kendisi yapmaya çalışıyordu. Ve şimdi…Ortada Beşikçioğlundan eser kalmadı. Onu siyasi otoriteye hısım olma gelişmesi bile kurtarmadı. Ve yine şimdi… Düne kadar can ciğer kuzu sarması olan iktidar ve cemaat bugün Koza Grubunda apaçık görüldüğü gibi can düşmanı oldular… “İnsan ne oldum dememeli ne olacağım demeli” der büyüklerimiz (benim yaşım yetmişi aştığına göre bu sözü edilen büyüklerimiz kimler oluyor ki ? Yoksa meşhur “akiller” mi ? Hadi canım sende !).

Sözün özü: Ekibinizi kurun. Ekibinizi tanıyın. Lider yönetici olun. İşe göre zaman ve meakana göre önem ve önceliğe göre (hep kullandığım laptopum Windows 10 için güncelleniyor ve ben eski Dell’i kullanıyorum. “Virgül” ün yerini bir türlü bulamıyorum. Bu nedenle noktalam işaretlerim eksik. Hoş görüle) dört liderlik rolünden en uygun olanını uygulayın: Showing/ telling > Coaching > Participating > Delegeting... Baktınız ki ast anlamıyor; beceremiyor, delegeting’den başa showing’a dönebilirsiniz. Çünkü siz patronsunuz; otoritesiniz. Siz ne derseniz o olur. Laf aramızda sadece kendime söz verdiğim için bugün yarım gün mesai olmasına rağmen yine Netdirekt’e geldim. Sanki diğer ikisi de gelecekmiş gibi. Yine en azından kendim için bir fayda ürettim. Mutlu oldum. İnşallah uzak diyarlardan gelen ve doğal olarak öncelikleri değişen otorite de birgün Beşikçioğlu gibi değil de Sabancı gibi ekibine “güven” duyar ve işleri gereğinde delege edip hem yükünü azaltıp sağlığını korur ve hem de verimliliği artırıp MAS laşarak örnek olur. En önemli konu: “İmam ve Cemaat” meselesi ki bunu da “zarf ve mazruf” ile birlikte bir sonraki yazıma başlık yapayım. Ne var ki öncelikle (beklemeden ya da beklerken) hem geribildirim konusunu işlemeliyim ve hem de DANS etmeliyim. Görelim Mevlam neyler neylerse güzel eyler…

Buluşma ertelense de ben yarın Netdirekt’te olacağım. Biraz önce posta kutuma düşen on saniyelik filmde Yunt dağındaki kanatların nazlı, ahenkli, mutlu, umutlu keyifli dönüşlerinin mesaj başlığı “we feel good” idi. İçim pırpır etti. Bu sefer olacak gibi geldi bana. İnşallah Akropol’den Kızılcahamam’a gitmek gerekmeyecek gibi. “Aman nazar değmesin” diyerek ben tekrar yazıma döneyim.

Yarın için olur da gerekir diye ben yine de birkaç sayfa word dökümanı hazırladım. Ondan bir pasajı copy/paste yapayım:

“…NETBEE ve PLN 2015

“Biz, Netdirekt olarak tüm internet servislerinde müşterilerimize “Kesintisiz Kolaylık” sağlarız.”

Çok güzel ! Bravo size ! Kırk yılı aşkın deneyimden damıttığım “Başarı Formülüm”ün sağ tarafındaki çıktılardaki “10S” in ilk yarısı şöyledir: “Self Style as Strong Sound & Steps” ve anlamı da “Güçlü Söylem ve Eylemlerle Özgün Tarz” oluşturmak.

Kekeme değilseniz, söylemek kolay, yapmak zordur. 

……

2.Birey olarak yaptığınız işte (üretim, işleme, satış, ıslah, finans, IK, vb) kendinizi ve yaptıklarınızı ne kadar yeterli, verimli, etkili görüyorsunuz (BEE katsayınız kaç) ?

“İnsanlar, öğrenmek için gösterdikleri hevesi, uygulamak için göstermezler.”

Neden acaba ? Öğrenip, uygulamak aslında “değişmek” demektir; “gelişmek” demektir. Gelip hevesle “neyi ve nedeni” öğrenirler ve geri döndüklerinde buna direnç gösterirler ve öğrendiklerini uygulamada hevesleri düşer. Neden acaba ?

Şimdi bu bölümün başlığına geri dönelim ve yaptığınız işe bakıp düşünelim. Şöyle diyor mu iç sesiniz ?

  • Ben, yapmam gerekeni tam olarak yapıyorum.
  • Ben, daha fazlasını yapabilirim.
  • Ben, daha fazlasını yapmalıyım.
  • Ben, daha fazlasını yapmak istiyorum.
  • Ben, daha fazlasını neden yapayım ki !
  • Ben, daha fazlasını yapabilirsem de…!
  • Ben, daha fazlasını yapmak zorunda olsam da…!
  • Ben, daha fazlasını yapmak istesem de…!
  • vb

Lütfen dikkat, buradaki “daha fazlası” ifadesi geniş anlamlıdır; geniş kapsamlıdır.

Bunu “MAS (More And Smarter > Daha çok ve daha farklı) olarak düşünün. Şöyle ki “More” için iyi yaptığınız şeyleri daha çok yapmak ve sahip olduğunuz potansiyelden daha çok yararlanmak olarak değerlendirin. Özet anlamı, “kapasite kullanımı”…

Smarter” için de istenen, beklenen daha becerikli, daha akıllı, daha farklı iş yapma becerilerinizi etkinleştirip “yaratıcı enerjinizi açığa çıkarmanız”dır. Bunun özet anlatımı da “kapabilite kullanımı” dır.

Şimdi ikinci bir test yapalım. Yaptığınız işe bakın; yaptıklarınızı irdeleyin; yapabileceklerinizi hayal edin; yapmak zorunda olduklarınızı kendinize itiraf edin; yapabilecekleriniz için isteğinizi, inancınızı, tutkunuzu tartın. Bu dört konuda (yaptığınız, yapabileceğiniz, yapmak zorunda olduğunuz, yapmayı istediğiniz) sizden (1) ila (10) arasında bir değer vermenizi istiyorum. En düşük değer olan (1) in “Çokaz/Kötü” ve en yüksek değer olan (10) un “mükemmel” olduğunu aklınızda tutun. Ancak bu kez sizden değerlendirmenizde sınırları daraltmak ve dört konu için (5,6,7 ve 8)değerlerini kullanmanızı istiyorum. Şunu da unutmayın ki bu dört değerden herbirini sadece bir defa kullanacaksınız. Bir örnek verecek olursam:

  1. Yaptığım                                      5,
  2. Yapabileceğim                           8,
  3. Yapmak zorunda olduğum      7  ve
  4. Yapmak istediğim                    6         olsun.

Böyle bir sıralama bana şuna benzer mesajlar verir:

“…Yaptığım, yapabileceğimden çok aşağıda  (5vs8). Kapasitemin yarısını kullanıyorum. Aslında daha fazlasını yapmak zorunda olduğumu biliyorum (5vs7). Yapmak zorunda olduğumdan daha fazlasını bile mevcut bilgi ve becerimle yapabilirim (8vs7). Ancak yapmayı istemiyorum (8vs6). İstediğim sadece yaptığımdan birazcık daha fazlası (6vs5). Neden daha fazlasını yapayım ki ?…Ne fark ediyor ki ? Ben bu görevde harcanıyorum (8vs5). Kariyer umudum da yok. Ne var ki azıcık da olsa kapasite kullanımımı artırırsam iyi olur; en azından kendimi motive etmiş olurum (6vs5)…”

Bu örneği de düşünüp aşağıdaki testi yapar mısınız ? Size, görevinize uygun gelen değeri yuvarlak içine alınız…”

Bir yandan bunları yazarken diğer yandan sevgili Utku’nun verdiği bir geribildirimin kızım Dr.Özgen’den geri dönüşünün güzelliği ve iletişimi sürdürünce bu kez Utku’dan anında geri dönüşün güzelliğinden “Mest“leşiyordum. Bu da yetmedi telefona sarıldım ve eskimeyen dostum Dr.M.D. i arayıp yazıma ekleyecğim film için iznini aldım.

 

*** 25 Eki 2015 tarihinde 18:52 saatinde, Mustafa COPCU <mustafa@copcu.com> şunları yazdı:

Merhaba Çocuklarım,

Ben Utku gibi öğrenme hevesi böylesi yüksek bir genç tanımadım. Blogumdaki eski bir yazıdan yola çıkarak ustalık yolculuğunun “geribildirim” kısmını zenginleştirirken aşağıda paylaştığı anlatımın özellikle Özgen’in hoşuna gideceğini umuyorum. Selam ve sevgilerimle. 

*** Merhaba Babacığım

Bahsedilen önseziler bizlerde önceden var olmuş olduğu için bizler anestezi bölümünü seçmiyoruz ama seçtikten sonra bu yeteneğimiz gelişiyor. Bundaki en belirleyici neden bizim diğer branşlardan farklı olarak geribildirimleri net bir şelilde alıyor olmamız. Bu geri bildirimler sayesinde yapılan hataların farkına çabucak varabiliyor ve aksayan noktaları düzeltme şansı yakalayabiliyoruz.

One who works with his hand is a #CRAFTSMAN > One who works with his mind is a #SCIENTIST; > One who works with his heart is an #ARTIST; > But one who works with his hand, mind and heart is a  #SURGEON > One who works with his hand, mind, heart and a SURGEON is an ✨#ANAESTHETIST❗️ Sevgilerimle

***27 Eki 2015 tarihinde 12:53 saatinde, “Mustafa COPCU” <mustafa@copcu.com> şunları yazdı:

Merhaba Özgen

Hızlı, samimi ve zenginleştirilmiş  geribildirimin için teşekkür ediyorum. El, akıl, yürek ve Eray’la çalışmalarınızın bir ömür boyu sağlık, esenlik, mutluluk ve başarı getirmesi dileklerimle öpüyorum.

(NOT: Bu arada bilmeyenler için yazayım iletide adı geçen Eray, oğlum, Prof.Dr.Eray Copcu’dur ve kendisi “Plastik Cerrah” tır.)

*** ve hemen ardından (27.10.2015 16.13) Utku’dan gelen mesaj

Sağ olun Mustafa Hocam,

Mailinizden 20 dakika önce İzmir Ticaret Odası”nda Yaratıcı Düşünce ve Problem Çözme Eğitiminde “Deneyimi nasıl güce dönüştürürüz?” Sorusunu yanıtlıyordum. “Ben bunu bir dahiden öğrendim, olağanüstü bir yöntem. Birazdan anlatacağım, sizce Deneyimi nasıl güce dönüştürebiliriz?” diyerek AİDA yı kullanıyordum. Ardından da sizi anlatıp ( Canlı uygulama ) KAİZEN”in üç sorusunu paylaştım.

Anestezi uzmanlarına bakış açımı derinleştiren mail oldu. “… geribildirimleri net bir şekilde alıyor olmamız…”, “…yapılan hataların farkına çabucak varabiliyor…”, “…düzeltme şansı” …Eğitimlerde, yaşamda, çocuk yetiştirirken “çabuk ve doğru geribildirimin” değerini “içselleştirmeme” büyük katkı sağladı. Selam ve saygılarımla …

Daha ne ister insan ! Binlerce şükür. Öğrenme ve ustalık yolculuklarınızda hızlı, hevesli, içten ve zenginleştirilmiş geribildirimleriniz hep yolları ve yürekleri aydınlatsın.

Öykücü