Yaşam Büfesinde “Basit Sessizlik”

“…Duyularımız fazla mesai yapıyor. Önümüzdeki on yılda lüks bir mal mı istiyorsunuz ? Basitliği düşünün. İşi basitleştirmek yalnızca ustalara özgüdür. Mekanı düşünün: Çin’de nereye giderseniz gidin insanlardan kurtulamazsınız. Kentleşme çağında düşünecek, hareket edecek mekan bulamazsınız. Kendinizle başbaşa kalamazsınız. İnsanlar düşünceleriyle başbaşa kalabilmek için çırpınıyor. Sessizliği düşünün. İPodlar, cep telefonları, arabalar, insan sesleri, müzik…Kent yaşamının durmak bilmez kakafonisi (Seslerin birbirine karışması, uyumsuzluk)  insana pahalıya patlıyor. Bu gidişle kaçış sanatı hayatta kalma sanatı olup çıkacak…”

 

Merhaba

Ne kadar doğru. Bu nedenle Çeşme güzel; bu nedenle Çeşme’de fırsat buldukça çatıya çıkmak güzel. Onyıl önce ilk MAS (Mükemmeli Arayış Sempozyumu 5)’a katıldığımda Philips’in Avrupa Kalite Direktörü Dr.Carlos’un çağrılı sunumunda sürekli vurgulanan iki sözcüklü şirket sloganının anlam ve önemini bugün daha iyi anlıyorum: Sense and Simplicity. İnsanlar yorgun; insanlar televizyon izlerken bile uzaktan kumandanın basit olmasını istiyorlar. Basitlik çok önemli. İkinci Stratejik Üçgenimizin köşelerinden birinde “Simplicity (Basitlik)” yer alıyordu (diğer ikisinde Excellency ve Optimising). Basitleştirebilmek, sadeleştirmek gerçekten çok zor. Çünkü defolar hemen sırıtıyor; yamuklukları gizleyecek dolgu maddeleri olmayınca, şapka düşüyor ve kel görünüyor. Bu nedenle uzayıp giden söylemlere baktığımda “çok sözün yalansız olmadığını” görüyorum. Aynı şekilde sözden eyleme geçenlerin, gözlerinden kin ve nefret akanların, en üst makama gelseler de “Kaybetme Korkusu (Fear of the Lost)” nedeniyle hâla meydanlardan ayrılamayanların kutucu, kasacı, havuzcu ve saatli kucakçı yandaşlarının çok mallarının da haramsız olamayacağı gibi… Hem basitleştireceksin ve hem de sessiz kalacaksın, işin zor, zor zanaat. Önceki yazımın ana fikri olan “hayatta en zor şey bir işin nasıl yapıldığını bildiğin halde karşı tarafın nasıl yapamadığını ses çıkarmadan izlemektir” sözünde olduğu gibi padişah bakıyor ki sadrazam bu işi yeterince beceremiyor ; hem karıştırdıkça batıyor ve hem de diğerlerinin kuyruk suyunda yola devam ediyor, padişah dayanamıyor ve gündem oluşturmak için dört dönüyor. Batıyorlar; çünkü hem basitliği koruyamadılar ve hem de sessiz kalamıyorlar. Her akl-ı selimin zihninde balkonda zafer işareti yapan dört hırsızın görüntüsü var. Umarım bu izler 7 Haziranda doğru seçimlerle ülkeyi aydınlığa çıkarır.

Çatıya çıkınca seçim zor oluyor. Kitaplığıma bakıyorum. Bir kitap alıp rastgele birkaç sayfa açıp aklımın kabulünü test ediyorum. Kimileri için yeni bir gündem oluşmadığını görüp vaz geçiyorum. Dün seçtiğim kitaba ait ilk algılarımın neler olduğunu kronoloji,k olarak inceledim ve,

* 31.08.2012 de Çeşme’den alıp hızla ilk okumalarımı yapmışım;

* 18.03.2013 de İzmir’de yoğunlaşırken zihnimi taramışım ve “aklımda izlerini aradım; bulamadım ve yeniden elime aldım” diye not düşmüşüm. Birgün sonra;

* 19.03.2013 de Netdirekt’te okumalarımı ve notlarla özümsememi sürdürürken KC nin Almanya’da (Frankfurt sunucuları) ve ÜC’nin Pakistan’da olduğu notlarım yanına Sayfa 235 den “Gerçek Lider Baş Öykücüdür” sözlerinin altını çizmişim. Ve…

Her neden etkilendiysem “…kitap dışı anlık bir not: İnsanları limitleri aşmaya zorlarsanız, an gelir aşmamaya karar verirler. Kırmızı ince çizgiye dikkat” yazıp rahmetli babamın bir sözünü de yanına eklemişim: “Hırsızı evine kadar kovalama“. İki sene önce Mart ayında beni etkileyen güncel olay(lar)ın ne olduğunu anımsamıyorum.

Kitabın adına gelince: “Sonuna Kadar Delifişeklik (Funky Business Forever)

(http://bochica.org/wp-content/uploads/2012/03/funkybusinessforeverRESUMEN.pdf) > Bu linkten kitaba pdf formatlı olarak erişebilirsiniz. İlk görüntü aynen şöyle: “Built to Blast: It was love at first sight…Patlamaya Hazır Bomba: İlk görüşte aşk gibiydi...”

Kitabın 231-254 ncü sayfalarına yoğunlaşmışım ve Delifişek Liderlik için 4 özellik özetlemişim:

1.Yön > Döndür beni;

2.Denemeler > Bağıoşla beni;

3.Eğitim > Geliştir beni;

4.Kişiselleştirme > Gör beni

Bunların etkisiyle kitabın başına dönüp 14ncü sayfadan başlayan “Zihnimizi Süsleyen Post itler” bölümüne aklımı çıpalamışım (anchoring). Dikkatimi çekenler:

1.Ucuzluk tsunamisi: Ucuzluk çağındayız ve korsan ürünler orijinleri öldürmeden yan yana satılıyor.

2.Kadınlaşma: Bütün insan faaliyetleri kadınsılaşıyor. Kadınlar her yerde tırmanış halinde (Las Vegas dahil).

3.Moda bekarlar: Çevrenize bakın, böyle giderse sonunda bütün konutlar bekarların olacak.

4.Kentler dünyası: Ulus devletlerden çok kentler öne çıkıyor; ilerleme uluslarda değil kentlerde.

5.Eğlence dolu: En iyi fiyatı eğlence getiriyor.Kullanım işlevine eğlence katılıyor. Basit sessizliğin temelinde eğlence var. İki gün önce Güzelbahçe’de torunum Eren’in 15nci yaşgününü kutlarken üç yaşındaki torunum Duru sadece elindeki basit sessizliğin verdiği eğlence keyfi ile hem karnı doyduktan sonra bir köşede dakikalarca kendini oyaladı ve hem de akıl arşivine yararlı bilgiler kattı (kuşkusuz ebeveynlerinin doğru seçimleri ve yönlendirmeleriyle).

6.Genel rekabet: Artık benzer ürün ve hizmetleri olan başka şirketlerle değil bankacılardan, yatırımcılardan ve müşterilerden para kapabilmek için rekabet ediyoruz.

7.Amerika über alles: Hindistan ve Çin’in hızlı gelişmelerine rağmen ABD hâla dimdik ayakta. Çünkü onun başarısı en büyük yetenekleri silip süpürme becerisinden geliyor (über alles: Almanca; herşeyden çok, herşeyin üstünde demek).

8.Örtük bilgi hüküm sürüyor: Açığa vurulmuş bilginin hiçbir türü rekabet üstünlüğü getirmiyor; örtük bilgi getiriyor.

9.Çalışanın uzmanlaşmasının yeni düzeyi: Şirketler yaratır ve faydalanırdı. Artık böyle gitmeyecek. Yaratma ve faydalanma eylemleri gittikçe birbirinder ayrılıyor. Bunun en somut olarak Netdirekt’te ve yeni projelerinin yapılanmasında görüyorum.

10.Anonim kapitalistler: Artık hepimiz kapitalist olduk. Artık klasik anlamda şirket sahibi diye birşey kalmadı. Her şirketin arkasında bir başka şirket. Büyük kapitalizm gitgide anonim hale geliyor.

11.Herşey etkileşimli: İletişim ve zevk doğrusal ve ayrı olurdu. Şimdi tüm faaliyetler akıl almaz bir bileşimler yelpazesinde içiçe giriyor. Çeperdekinin ana akımla karıştığı, öğrenci profesör ilişkilerinin başkalaştığı bir dönemdeyiz.

12.Basit sessizlik: Duyularımız fazla mesai yapıyor…

13.Medya malzemedir: Piksellerle oynayabilir ya da pastel kalemler kullanabilirsiniz. Tercih sizin, ancak unutmayın ki tek bir tercihiniz var.

14.Hayatınızı kendiniz monte edeceksiniz: Tıpkı Prof.M.Yunus‘un “Mikrokredi“si gibi; tıpkı IKEA’dan aldığınız yayvan kutular içindekiler gibi yaşamınızın montajı size bırakılmış ve artık bundan sonra montaj talimatı da olmayacak.

15.Ruhun gıdası: Makine yapısındaki piyasa kapitalizminde yol alırken biz kapitalizme duygulu eklentiler yapmalıyız (gerçek lider baş öykücüdür).

16.Duygusal iş: Pazar tuzağından kaçınmanın yolu akılcı insana değil, duygusal insana seslenmektir.

Üç madde daha var. Bu kadar alıntı yeter ve son maddeyi öyküleştirip “basit sessizlik”in hem basitliğini hem de sessizliğini koruyayım (tıpkı Bay Gates’in boşanma davasındaki savunması gibi oldu: “Hem mikro hem soft hakim bey” demişmiş).

Yirmiki yıl önce alınan her önlem, atılan her adım bir başka dengeyi altüst etti. Dünün çözümleri (henüz çözüm bile olamamışken) o günün sorunları oldu. CINOS’un ilk evresinin olgunlaşma sürecindeydik. Ege Bölgesi kaynıyordu. Merkez kaynıyordu. Bölge müdürü “Kornişon yetiştiricem“bahanesiyle istifa edip hızla gelişmekte olan rakibe pazarlama müdürü oldu. Pazarlama müdürü istifa edip altın sektörüne geçti ve karısını boşayıp patronun kızını aldı. Meslektaşım patron da kalp krizi geçirdi (bereket sonucu kabullendi ve hâla yaşıyor). Adana’dan başarılı satış elemanını getirip bölge müdürü yaptılar. Adana özlemini aşamadı ve bir yılı dolmadan, ilk fırsatta Adana’ya geri döndü. Bölgemde kaos durulmadı. Beni bölge müdürü yapmak istiyorlardı. Karar verici iki üst otoriteden biri Ankara’dan telefon etti: “Seni müdür yapmak istiyoruz ama fazla duygusalsın”. Sonrasındaki (1993-2009) onaltı yıldaki tüm görevlerde bu duygusallığım zaman zaman üzüntü yaratsa da ben (ve sonuçlarıyla şirketim) her zaman bundan yarar gördü(m) .

Kitabın yazarları olan iki İsveçli (işletme doktorası yapmış) Kjell ve Jonas’ın bence bu noktadaki can alıcı soruları şu:

“…Bugün pekçok şirketin kendisine yöneltmesi gereken soru şu: iş arkadaşlarımızı ve müşterilerimizi seviyor muyuz ? Beğenmek ya da hoşlanmak değil: SEVMEK…

Benzer soruyu CINOS sonrası 28 aylık danışmanlık sürecimde Trakya’daki satış destek çalışmaları yapan hanım arkadaşımızla CINOS kültüründen gelen hırslı yöneticinin arasındaki gergin, kopuk ortam ve iletişimi azıcık da olsun geliştirmeye çalışırken kullandığım “sevgi” sözcüğü üzerine elektronik postamın şu kısa mesajla “sanırım bu ileti yanlış adrese gönderilmiş” geri gönderildiğini görünce anladım ki “umutsuz vak’a”. Sevmek neden bu kadar zor gelir insanlara ? anlamak zor. Sanırım yanıtı da şu dizede saklı: Sevgi bakım ister.

Erzurum’daki yedek subaylık anımla desteklediğim “HIT” ana mesajlı kısa video filmimde “lider yöneticinin iletişim modeli” nin önemini vurgulamaya çalışıyorum. Satır aralarında “Johari Penceresi” kavramına ait ilk sinyalleri de görebilirsiniz.

Nice sevgi dolu ilişkilerinizin, kumsaldaki iki çift ayak izlerini sürekli koruyarak sizi aydınlık yollarda sağlık ve esenlik içinde basit sessizlikle etkili kılsın.

Öykücü