Yaşam Büfesinde “Nisan Aşkları”

“…Lillian Fransız kökenli, Kanadalı genç bir kadındı. Onaltı yaşındayken babası onun yeterince eğitim almış olduğuna karar verdi ve aile bütçesine katkıda bulunması için onu okuldan alarak çalışmasını istedi. Ancak sınırlı bilgisi ve yetenekleri, Lill’in kendine güvenini ve saygısını azaltıyordu ve Lill ne iş yapacağını bilemiyordu. Lill, işe girme umutları zayıf olduğu halde, hergün otobüse binip büyük şehirlere gidiyor ama bir “yardımcı aranıyor” ilanına bile cevap verecek cesareti bulamıyordu. Hergün gittiği şehirde avare avare dolaşıyor ve gün batımında eve dönüyordu. Günler geçerken Lill şehre gidip gelmeye, babası iş bulup bulamadığını sormaya devam ediyordu. Sorular giderek daha ısrarlı oluyordu ve Lill, yakın zamanda bir kapıyı çalmak zorunda kalacağını biliyordu. Şehre yaptığı yolculukların birinde Lill, Detroit’in içindeki Charhatt Overal şirketinde bir ilan gördü. İlanda “eleman aranıyor. Sekreterlik için içeriye başvurun” yazıyordu. Lill, Charhatt şirketinin bürolarına ulaşana kadar birkaç kat çıktı. Önüne gelen ilk kapıyı temkinli bir şekilde çaldı. Karşısına büronun yöneticisi, Margaret çıktı. Lill, zayıf İngilizcesiyle sekreterlik işi için geldiğini belirtti ve 19 yaşında olduğu yalanını söyledi. Margaret yolunda gitmeyen bir şey olduğunu sezdi ama kıza bir şans vermek istedi…”

Merhaba

Motivasyonun Etkisi” başlıklı kısa öykümü yazımın sonlarına doğru tamamlayacağım. Bugün Nisan’ın ilk Çarşambasında yine Balçova Termal’de Nezuş’u beklerken yazıyorum. Hafta sonu yaza dönen ve Çeşme’nin doyumsuz bahar güzelliklerinde ada çevresindeki yürüyüşle sağlık dolu anlar bugün Mavişehir’den Balçova’ya gelirken yine bir hüzünlüydü. Hava pusluydu. Biraz çiseleyen yağmur damlaları sadece havanın tozunu bronz kahverenginin üstüne indirdi. Yine de yazın müjdesi var havanın sıcaklığında ve pusunda. Herşey çok güzel; yeter ki o gözlerle bakmasını bil.

 

Ruhumda neler esiyor ?

Kumsaldaki ayak izleri” isimli kırk dakikayı aşan montaj dvd’me İtalya’dan yanıt veren sevgili Alev beni mutlu ediyor. Dün Pancar’da kadim dostum ÜG ile AS çerçevesinde yaptığımız görüşmenin dayandığı güven ve içten paylaşım beni mutlu ediyor. Geçen Cuma günü onaltılık Selimşahlar beraberliği sonrasında sevgili Adnan’ın video kaydına açık yüreklilikle ilettiği mesajlar beni mutlu ediyor. Yılın ilk gece-gündür eşitliğinin sağlandığı tarihte biz Copculara katılan onüçüncü amazon (Duru) beni (bizi) mutlu ediyor. Dün gecenin bir vaktinde Kerem’in telefonla ilettiği bir fırsatın daha sonra sevgili İŞ nın aracılığıyla Umut’a iletilmesi beni mutlu ediyor. ÜG yönetiminde AS çerçevesinde gerek projeli yaşama bakışın gelişmesi ve gerekse “better is not sufficiently good” düşüncesiyle “Kaizenvari” gelişmelere yakılan ışığın aydınlattığı yollarda yılların damıtılmış deneyimlerini söylemden eyleme geçirme şansları beni mutlu ediyor. İşte tüm bunca mutluluk içinde bu yazımı kaleme alıyorum. Şimdi yazımın girişindeki kısa öykünün ana mesajına değinerek bir başka konuya geçmek istiyorum. Bu kısa öykünün sonunda “kendinden emin olmayan utangaç bir genç kız kapıyı çaldığında ona kendine güven armağanı verecek kadar hoşgörülü olabilmek” ifadesini bulacaksınız ki özellikle iş yaşamının yıkıcı rekabetçi koşullarında bunalarn karar vericiler için bunu yapabilmek söylendiği kadar kolay olmasa gerek. Kolay olsaydı SSTC öğretilerine gerek kalmazdı.

Kızıl Denizler veya Mavi Okyanuslar; “İyiden Mükemmel”e giderken kader mi ?

Yüksek Performanslı Ekipler (HPT) oluşturmanın formülünü yazıp ikinci aşamaya geçmiştik. Özgün bir liderlik modelimiz vardı. Modelin ortasına omurgamızı yerleştirmiştik. Ülkemizden seçilmiş üç kişiydik. Birimiz Londra’dan diğerimiz Barcelona’dan yola çıkmıştık. Bana da Paris düşmüştü. Laf aramızda Allah nasip ederse yaklaşık iki hafta sonra yine Paris’te olacağım(z). Unutamadığım günlerdi. İçine yaşamın etkinliği katılmış şahane bir şatodaydık. Yirmi kişiydik. Şatonun bahçesi Ekvator ormanları gibiydi. Toplantı salonumuz güneş ışığı görüyordu. Zamanımızın çoğu “oturma halkası”nda geçiyordu. Güne “net working” denilen başlangıçta “birimizi seç ve üç soru ile gündem oluşturarak iletişimini gör” komutu ile başlıyordu. Salonun kapısı tam sekizde açılıyor ve ne sekize beş kala ve ne de sekizi beş geçe kimse içeri alınmıyordu. Disiplin baskındı. Kişisel ve içe sorduğumuz sorularla (örneğin “varlığımın nedeni ne ?” gibi) “personal shield/kişisel kalkan” la kurumsal hedefler bütünleştiriliyordu. Kimi yetersizliklerimden dolayı anlamam zorlaşıyordu ve herkesin bir saatte öğrendiklerini hazmetmem için, hatmetmem için bana beş saat gerekiyordu. Varsın olsun; Mayıs’ta geceler uzundu. O bir hafta belki de CINOS‘taki iş yaşamımın sonlarına doğru en verimli ve bir o kadar da en keyifli anlarıydı. Her fırsatın tadını çıkarmaya çalışıyordum. Öğretilenleri eyleme döktüğümüz grup sunumlarında örneğin şampanyalı şovlarla yine öne çıkıyordum. İşte o öğrenme yolculuğuna çağrılırken Jim Collins‘in “Good to Great” isimli kitabını okumamız istenmişti. Mayıs 2005 de Paris’in doksan kilometre kuzeyindeki bir şatonun  gün ışığı gören salonundaki konuşma halkasından çıkan grup “Johari Penceresi”nden de bakmayı öğrenip ve orman gibi bahçede “Intuition walk/Sezgi yürüyüşü“ne çıkıyordu. Jim amcanın dediği gibi şirketler “İyiden Mükemmel” e doğru “MAS” laşıp evrimleşirken önce kişiler mükemmelleşmeye çalışıyordu. Bu nedenle 2005 den sonraki SSTC öğrenme yolculuklarımda “mükemmellik nedir ?” ve “mutluluğu nasıl tanımlarsınız ?” sorularının ayrı bir yeri bulunuyor. Aradan bir ay geçmeden bu kez dünyalar güzeli Zora hanımın moderatörlüğünde biz üçlünün liderlik, yardımcı liderlik ve katalistlik rollerinin de sınandığı, öğrenilenlerin yaşama aktarılması beraberliğini Çeşme-Dalyan’daki mükemmel bir butik otelin salonlarında gerçekleştirip bildiklerimizi yerel yönetim kurulu üyelerine uyarlıyorduk. İtirazlarım vardı; salon mahzendeydi ve sezgi yürüyüşüne uygun çevre yoktu. Ne var ki karar vericinin kapısında ısrarla beklesem de ancak tuvalete giderken yakalayıp itirazlarımı dile getirsem de SSTC eğitimi almış tek karar verici beni ignor etmiş ve bildiğini okumuştu. Yine de güzel oldu sayılır; ancak tıpkı “Pretty Woman” filminde R.Geere’in J.Roberts’ı operaya götürdükten sonra söylediği gibi “… operaya ilk defa gidenler, severlerse hep giderler; sevmezlerse farkı anlarlar ama asla ruhlarından içeri girmez” deyişi benzeri “Çerçeve Çalışmaları” nın ne “F1“i ne “F2“si benim ve sevgili AŞ ın ruhundan içeri girdiği gibi benim tanıdığım onların hiçbirini etkilememiştir. Belki “F1” leri ülkemizde Çorlu, İzmir ve Adana’dan yinelerken “F2” lerden seçtiklerimizde sevgili BHG in ruhundan içöeri girmiştir ki onu son gördüğümde SSTC öğretileriyle “F1&F2” bütünleştirmesinin gayreti içinde gördüm. Sevindim.

Nereden nereye; neden 2005 in Mayısına takıldım kaldım ?

Halbuki amacım bugün Balçova-Termal’in buharla ağırlaşan havasında denizlerin kızıllığından okyanusların mavisine geçmeye çalışıyordum bayan Lill’in öyküsünü tamamlamadan önce. Herneyse ! Sırt çantama baktım; içinden “Görgülügillerin Pazarlama 3.0″ ı çıktı. Beyin ne ararsa onu buluyor. Kitabın 76 ncı sayfasında Bayan Renee ile Bay Chan’ın ikili fotoğrafı var. Bu resmi daha önce görmemiştim. İki profesörü MIT’teyken yaklaşık onbeş yıl önce HBR’daki yayımlanan “Fair Process/Adil Süreç” isimli makalelerini okurken hayal etseydim bu resmi düşünemezdim. Bayan Renee uzun boylu zayıf, tıplı Zora gibi zarif bir Fransız hanım ve Çinli olduğu su götürmez görünen bay Chan’ın sağ omzuna elini atarak hafif bel kırmış ve aradaki boy farkını gidermeye çalışmış. Önceki yazılarımdan pekçoğunda aralara sıkıştırdığım gibi 2005 de Jim amca ile başlayan öğrenme yolculukları öncesi okuma ödevi; 2006 da gerek F2 leri pekiştirme,i gerek F3 e geçişte öğretilenleri güncelleme ve gerekse “talent management/yıldızların yönetimi” kapsamında İNSEAD İş Okulu‘na çağrılanların ön okuma ödevi de bu ikilinin “Mavi Okyanus Stratejisi” kitabı olmuştu. Bu kitabın temel öğretilerini de SSTC nin finaline VIP-ERIC (Katma Değerli Programlar-Yoket/Azalt/Artır/Yarat) kavramıyla yerleştirmiştim. Aynı şekilde 2005 yılının Eylülünde bir ödül olarak sunulan Rio’daki yıllık toplantıdaki sunumumda da “öykülerle öğrenme” başlığı altında bu kavramı “CoCI/Co-Create Innovation” yaklaşımımı vurgulamak için kullanmıştım.

Yazımı daha fazla uzatmamak için Bayan Renee ve Bay Chan’ın yaptıklarından bir pasaj vererek kısa öykümüzdeki Lill’e geçmek istiyorum: “…Renee ve Chan, yaşam boyu mükemmel ve vizyon sahibi şirket bulunmadığını, sürekli büyüyen bir sektör olamayacağını, değişik zamanlarda aynı şirket veya sektör için başarı ve başarısızlığın sözkonusu olabileceğini belirterek başarıyı analiz etmede şirketlerin veya sektörlerin uygun analiz birimi olamayacağını söylüyorlar. Bunun yerine pekçok şirketi başarıya götüren “stratejik hamle”leri analiz ederek bunlardaki örüntüleri tespit ediyorlar ve buradan da Mavi Okyanuslara açılan geçitleri ortaya çıkarıyorlar. Yani kendisine bir Mavi Okyanus yaratmayı başaran şirketlerin gerçekleştirdiği stratejik hamlelerin ortak özelliklerini ortaya koyuyorlar…”

Sözün özü; dün CINOS’un benim için üçüncü ve son evresinde yirmibeş yıl önce SSTC ile başlayan öğrenme yolculuğu “Frameworks & Backbone” ile zirve yaparken, bugün söylemden eyleme geçerken yine SSTC çerçevesinde güncel ve yerel olgulara uyumlu yeni öğrenme yolculuklarında son üç yılda sürmekte olan ABG, PLN ve AS ile yaşam bulan “GAT/RAW/MAS” kavramlarıyla böylesi bir Nisan aşkında yine ve yeniden çok mutluyum. Daha ne ister insan ! Şimdi gelelim Lill’in öyküsünün devamına:

“…Lillian Fransız kökenli, Kanadalı genç bir kadındı. Onaltı yaşındayken babası onun yeterince eğitim almış olduğuna karar verdi ve aile bütçesine katkıda bulunması için onu okuldan alarak çalışmasını istedi. Ancak sınırlı bilgisi ve yetenekleri, Lill’in kendine güvenini ve saygısını azaltıyordu ve Lill ne iş yapacağını bilemiyordu. Lill, işe girme umutları zayıf olduğu halde, hergün otobüse binip büyük şehirlere gidiyor ama bir “yardımcı aranıyor” ilanına bile cevap verecek cesareti bulamıyordu. Hergün gittiği şehirde avare avare dolaşıyor ve gün batımında eve dönüyordu. Günler geçerken Lill şehre gidip gelmeye, babası iş bulup bulamadığını sormaya devam ediyordu. Sorular giderek daha ısrarlı oluyordu ve Lill, yakın zamanda bir kapıyı çalmak zorunda kalacağını biliyordu. Şehre yaptığı yolculukların birinde Lill, Detroit’in içindeki Charhatt Overal şirketinde bir ilan gördü. İlanda “eleman aranıyor. Sekreterlik için içeriye başvurun” yazıyordu. Lill, Charhatt şirketinin bürolarına ulaşana kadar birkaç kat çıktı. Önüne gelen ilk kapıyı temkinli bir şekilde çaldı. Karşısına büronun yöneticisi, Margaret çıktı. Lill, zayıf İngilizcesiyle sekreterlik işi için geldiğini belirtti ve 19 yaşında olduğu yalanını söyledi. Margaret yolunda gitmeyen bir şey olduğunu sezdi ama kıza bir şans vermek istedi.

Lill’i şirketin çalışma bürosuna götürdü. Sıra sıra insanların, daktiloların ve hesap makinalarının önünde oturdukları büroya giren Lill, yüz çift göz kendisine dikilmiş gibi hissetti. İsteksiz çiftçi kız başını eğip gözlerini yerden kaldırmadan Margaret’i izleyerek kasvetli odanın arka tarafına doğru ilerledi. Margaret onu bir daktilonun başına oturtup “Evet, Lill ne kadar iyi olduğuna bir bakalım” dedi.

Lill’e bir mektup yazması talimatını verip odadan çıktı. Lill saate baktı ve 11.40 olduğunu gördü. Öğlen herkes yemeğe gittiğinde kalabalığa karışıp kaçabileceğini düşündü. Ama en azından mektubu yazma girişiminde bulunması gerektiğini biliyordu. İlk denemesinde bir satır yazabildi. Yazdığı beş sözcükte dört hata vardı. Kağıdı çıkarıp attı. Şimdi saat 11.45 di. Kendi kendine “öğlen kalabalığa karışıp dışarı çıkacağım ve kimse beni bir daha görmeyecek” dedi. İkinci denemesinde tam bir paragraf yazmayı başarıdı. Ama yine de çok hata yapmıştı. Kağıdı çıkarıp attı ve baştan başladı. Bu sefer mektubu tamamladı ama yazdıklarında hâlâ bir sürü yanlış vardı. Saate baktı: 11.55… Özgürlüğe kavuşmasına beş dakika kalmıştı. Tam bu sırada Margaret içeri girdi ve bir elini masaya, diğer elini kızın omzuna koydu. Mektubu okudu ve biraz durdu. Sonra “iyi iş çıkarıyorsun Lill” dedi. Lill şaşkınlık içindeydi. Önce mektuba sonra Margaret’e baktı. Yüreklendirici bu sözleri duyunca kaçma isteği yok olmuş ve kendine güveni artmaya başlamıştı. Kendi kendine ” o iyi olduğunu düşünüyorsa, iyi olmalı, sanırım kalacağım” dedi.

Lill, Charhatt’ta kaldı hem de tam 51 yıl boyunca. Lill, Charhatt’ta iki dünya savaşı, bir buhran, onbir devlet başkanı ve altı başbakan gördü. Tüm bunların nedeni, birinin kendinden emin olmayan utangaç bir genç kız kapıyı çaldığında ona kendine güven armağanı verecek kadar hoşgörülü olabilmesiydi…”

Nisan mutluluklarımda güzel ve anlamlı bir öykü. Benzerini yaşadım. Onyıl önceydi. Atina’da bağımsız bir danışmanlık kuruluşunun öğretilerinde Yunanlı meslektaşlarımızla birlikte “value pricing” konulu bir çalıştay yapmıştık. Mutlu dönüyordum. Atina havaalanında ilk amirim coştu ve “seni pazarlama müdürü yapacağım” dedi. İtirazlarım vardı. Dinlemedi. Yaptı. Güvendi. Destekledi. Aradan zaman geçti ve bugün Albatros ve Flamingo mutluluklarımızda bu güvenin semeresini yaşıyoruz.

Nice öğrenme yolculuklarınız size güvenen dostlarınızla veya dostlarınızın güvenleriyle hep aydınlık yollarda geçsin.

Öykücü