“…Gürültü ve karmaşanın ortasından sakince geç, sessizlikte ne büyük bir huzur olduğunu hatırlayarak. Mümkün olduğunca ama teslim olmaksızın herkesle iyi geçin. Doğru bildiğini sesini yükseltmeden ama açık seçik dile getir ve diğerlerine kulak ver; ne kadar pırıltısız görünse de onların da bir öyküsü vardır. Gürültücü ve saldırgan insanlardan uzak dur, çünkü onlar özüne sıkıntı verirler. Eğer kendini başkalarıyla kıyaslayıp durursan; ya mutsuz ya kendini beğenmiş olursun. Çünkü her zaman senden daha iyi ya da daha kötü durumda birileri olacaktır. Planların kadar gerçekleştirdiklerinden de zevk al. Kariyerine ilgini kaybetme; ne kadar basit olursa olsun zamanın değişen değerlerine karşı gerçek hazinendir. İşinde temkinli ol; dünya sahtekârlıklarla doludur. Fakat bu temkinliliğin, sahip olduğun meziyetleri kullanmana engel olmasın; çok insan yüksek idealleri için çırpınır ve hayat her yerde kahramanlıklarla doludur. Kendin ol. Özellikle sevmediğin halde seviyormuş gibi davranma. Aşka kırgın da olma; çünkü bütün hayal kırıklıklarına rağmen aşk çimenler gibi yeniden doğar hiç beklemezken. Yılların geçişine saygı ile boyun eğ ve asaletle terk et gençliğin heveslerini. Ruhunu güçlendir, beklemediğin anda gelen talihsizliklere karşı seni koruması için. Ama bu karanlık hayallerle kendini üzme. Pekçok korku bitkinlik ve yalnızlıktan doğar. Kendine karşı nazik ol. Sen de bu evrenin çocuğusun en az ağaçlar ve yıldızlar kadar. Sen farketsen de farketmesen de evren olması gibi hareketine devam ediyor zaten. Bu yüzden Tanrı’dan her ne anlıyorsan onunla barış içinde ol. Çabaların ve emellerin ne olursa olsun, hayatın gürültülü karmaşasında barış ve huzuru kalbinden hiç eksik etme. Bütün basitlikleri, yıpratıcılığı ve hayal kırıklıkları ile bile dünya çok güzel. Neşeli ol. Mutlu olmak için çırpın…”
Onbir yıl önce azıcık yürek burukluğu ile Mısır’a doğru yola çıktığımda elimde bir kitap vardı (Şu Hortumlu Dünyada Fil Yalnız Bir Hayvandır). Neden bu kitap ? Çok sevdiğim yazarı mı ? İçindeki 23 kapı mı ? Yalnızlık sözcüğü mü ? Fil mi ? Hayvan mı ? Kırgınım; zeytinyağlı Mustafa’dan üzgünüm. Üstüne üstlük bir de İsviçre’ye kadar gidip iş görüşmesi yapan oğlum Ümit de haklı olarak vaz geçmiş. Otorite bundan dolayı ek kızgınlığa sahip. Bunların etkisiyle mi seçmişim sevgili İzgören’in bu kitabını ? Her neyse. Sayfalarını karalamışım. O kitabın bir yerinden yukarıdaki girişi ödünç aldım. Bu sözler Max Ehrmann‘ın 1927 yılında yazdığı belirtilen “Şeyh Edebali’nin Osman Bey’e Öğütleri” dizelerinin Türkçeleştirilmiş şekli ki internetten http://mwkworks.com/desiderata.html linki ile İngilizce orijinalini bulabilirsiniz.
Dün Netdirekt’e gittim. Genişleyen müşteri profilinden, kazanılan ihaleden, başlatılan yeni projelerden gurur duyarken zorunlu olarak artan uykusuz gecelerden, bu yorgunlukların sağlığa yansıması olası etkilerinden ürperdim. İrem Derici’nin şarkısını mırıldanmaya başlasa da dudaklarım: “Dualar eder insan mutlu bir ömür için….Çok şükür bin şükür seni bana verene” Max beyin doksan yıl önce yazdıklarından “işinde temkinli ol” sözlerine takıldı aklım. Jim Amcanın “Kirpi Metaforu” ile anlatmak istediğini düşünmeden edemedim. Beklerken, beklentiler gecikirken, sermayenin sabır sınırı daralırken yüreklere de daral gelir mi ? diye ürktüm. Tüm bunlara karşı şükrüm sonsuz ve şükranlarım, teşekkürüm tüm C13 Ailem için. Sahip olduğum mutluluk için dualarımı artırdım. Daha ne ister insan !
“Akılma Takılanlar” sözcüğü ellili yılların sonlarında 1145 sokaktaki Sakız Bakkaliyesi’nin komşusu Muzaffer abinin kahvesinden yükselen müziğin (rahmetli Esengül’ün yanık sesinde “uzaklarda arama çünkü sen içimdesin,taht kurmuşsun kalbime...”) çizik plakta, eskimiş iğnenin takılıp kalmasına götürdü beni ve şarkıların nakarat bölümlerini düşündüm. Aynı anda sıçrayan düşüncelerim 1998 Mayısında Afyon’da ünlü termal otelin toplantı salonunda baş otorite yardımcısının “Adam Yeme Sanatı” köşe yazısını okuyarak başladığı sözlerinin nedeninin iki ay sonra gemiyi terk edeceğinin sinyalleri olduğu anlayamamıştım. Ben ise sahnede şarkıların nakaratı gibi arkası doldurulmuş, inancı yükseltilmiş, SSTC prensipleriyle güçlendirilmiş “Papağanlaşma Sendromu” ile rekabette fiyat savaşlarına girmeden bizden önce inovasyonlarını yaşama aktaranlara karşı taktikler üretmeye çalışıyordum. Buradaki inovasyon sözcüğü de beni Sayın Şirin Elçi‘nin “İnovasyon” isimli kitabına yöneltti. Kızım Pınar’ın kitaplığından ödünç aldığım kitapta çizilen çerçeveyi sevdim. Ancak hiç bir yerinde inovasyon konusunda söz sahibi olan rahmetli Prof.Dr.Arman Kırım’ın adı geçmeyince yadırgadım ve bayan Elçi’ye bir mesaj gönderdim. Şu ana kadar bir yanıt gelmedi. Gelir mi; gelmez mi ? Bekleyip göreceğiz.
Dün Netdirekt’e gidince hem teknik açıdan yeni bir şey öğrenme olanağım oldu hem de bunu bana öğretmek için onca önemli ve öncelikli işler arasında zaman ayırıp yanıma gelen oğlum Kerem’in sabırlı anlatımlarına hayran olma şansını yakaladım. Çoğu bana yabancı bilişim sektörünün öğrenme kıvrımlarındaki adımları bir defada öğrenebilmek için olağan üstü dkkat harcadım. Bu yaşta zor oluyor. Hemen bugün bir prova yapayım istedim. Düne dönelim ve görünenin ötesindeki bir güzelliğe de değineyim. Kerem’in bana öğretmek için yerinden kalkması, terastan alt katlara inmesi ve öğretmeyi terasta kafetaryadakendi konfor alanında değil de ikinci katta Teknik Bölüme gelmesi ile bunu yapmasının ekibe ayrı bir etki yaptığına tanık oldum. Hem kendim için sevindim hem de hep yinelediğim ekibin iş ortamına (sahra veya saha diyelim) gelerek iki özgün sözcük ve omuzlara hafif bir dokunuşla bunu yapmasına vesile olduğum için haz duydum. Teşekkürler Kerem. Bu etkileşimle dün Netdirekt blogumda da “RAW/NET” başlıklı bir yazı yazdım. Kurumsal bir platformu kullandığım için de sözcük seçiminde ve güncel siyasi olayların etkisinde daha bir dikkatli olmaya çalıştım. Zamanınız olursa göz atmanızda fayda var (http://blog.netdirekt.com.tr/).
Yağmurdan daha korkutucuydu fırtınanın çatıda çıkardığı sesler. Müşteri profilini değiştiren yeni genç katılımcıların (yeni bir televizyon kanalı yöneticileri) bilişim sektörüne yabancılıkları yanında bizimkilerin öğretme ve anlatmadaki heveslerine ve heyecanlarına bakınca bunca çabanın alt yapısında salt kazanç olmadığını daha yüksek bir inancın yattığını anladım. Sanki balık tutmayı öğretmek gibi; sanki bir sosyal sorumluluk gibi…Bu anlayışla, altıyıl önce MAS‘laştığımı (Mustafa Artık Serbest) düşündüğüm günlerden bu yana neler yapmaya çalıştığım gözümün önünden film şeridi gibi geçiverdi.
Polen‘le yine Afyon’da başlayan SSTC prensipleri ve öykülerle öğrenme daha sonra düzenli beraberliklere dönüştü. ABG ile kısa süreli amaçlanan ve iki seneyi aşkın süren danışmanlık beraberliğimde Türkmenistan ve Azerbeycan açılımlarıyla deneyim hazinem zenginleşti. Geen Kasım ayında “Yönetim Becerilerini Geliştirme Öğrenme Yolculuğu“nda yolumuz yine kesişti. Keyifli üç gün geçirdik Özdere’de…Bir süre CINOS‘ta SSTC Öğretilerini paylaştığım sevgili Ümit’in AS yönetimindeki çalışmalarına katkı sağlama gayretlerimden de keyif aldım. Bu arada Filli Boya, Aykutsan gibi farklı sektörlerde Utku ile birlikte modüler SSTC Öğrenme Yolculuklarına çıktım. Bunlardan Aykutsan’la ikinci adım beraberliğinin (Kuşadası / 02.12.2012) finalinde hangi mesajları vermişim diye video kayıtlarımı inceledim. Hani dibine ışık vermeyen mumdan söz ederler ya ben de kendime ve yaptıklarıma baktım ve anladım ki, Netdirekt büyüyüp gelişiyor, değişip dönüşüyor, yan kuruluşlarıyla (Netin, CDN,…) zenginleşiyor ve hazır elbise dar gelmeye başlıyor. Ben de baktığımı görmeye, duyduğumu dinlemeye karar verip iğne, ipliği, mezura ve makası elime aldım “Telefonda İletişim ve Satış” öğrenme yolculuğu ile genç kuşağın çalışmalarının koordinasyonuna katkı sağlamaya çalıştım (tailor-made/ısmarlama, kuruma uygun). Aradan üç yıl geçti ve özellikle MOTES beraberlikleriyle iletişim ve ilişki yönetimlerinde önemli gelişmeler yaşandı. Beni en çok mutlu eden söylemlerime değer vermeleri ve inançla eyleme dönüştürmeleri oldu. Bunun en canlı örneğini İzmir’de 23.05.2013 de gerçekleştirilen “Teknoloji Zirvesi-Fark Yaratan Şirketler Paneli“nin kapanış değerlendirmesini yapan Netdirekt’in kurucu ortağı ve Satış-Pazarlama Bölüm Müdürü olan Kerem Copcu’nun sözlerinde kendimi gördüm. İşte bu ikisini birleştirip “Babalar ve Oğullar” isimli bir film montajladım. Bunu MP4 formatına çevirip Netdirekt’in FlexMMP sistemiyle yazıma katmaya çalıştım. Uğraştım. Takıldım. Yarım kaldı. Beceremedim. Yılmadım. Tekrar tekrar hataya tosladım ve nihayet oldu. Yazımın başında beş dakikalık filmde vermeye çalıştığım temel mesaj : “bilmek, yapabilmektir“.
(Nerede nasıl bir hata yaptıysam yazımın bundan sonraki bölümleri silinip gitmiş. Sanırım “delete” tuşuna dokundum ve suçlusu benim. Şimdi yeni baştan yazmalı aynı tandansı yakalamalıyım. Bundan sonraki anlatımlarımda Polen’le 2012 başında Antalya’da yaptığımız yıllık toplantının finalindeki Alev’in “1P” si, Mustafa‘nın (benim) “2P“si, Öner (patron)’in “3P” si ve ve Barış (Pazarlama Müdürü)’ın “4P” si açıklamalarım vardı. Yeni baştan yazacak gücü bulamıyorum (ve asıl önemlisi gözlerimde feri göremiyorum). Oradan patronun “3P” sinin üçüncüsü olan “Planet/Gezegen” e lafı dokundurup Atlas Dergisinin Nisan 2015 sayısının ekindeki KSSP (Kurumsal Sosyal Sorumluluk Projeleri)ne değinecektim. Bir bağ kurup Netdirekt’in ikimilyon lirayı aşan yatırımıyla Yunt Dağında açılışı bekleyen kilitlenmiş kanatların öyküsünden esintiler sunacaktım. Bunları yazmıştım. Hem de keyifle. Ne oldu da yok oldular? anlamadım gitti).
Demek ki nasip filmi eklemek ve yazıyı kısa kesmekmiş. Bugün Kerem’e de yazdığım gibi yeni bir şey öğrendim. Öğrendiğimi etkili kılmak için beceri sınırlarımı zorladım. Sabrettim. Yılmadım. Tıkanıp kaldığım yerlerde sistemi ve kendimi zorladım. Becerdim. Keyif aldım. Öğrenmenin yaşı gerçekten yokmuş. Altı sene önce montajlamayı öğrenmiştim. Şimdi de FlexMMP’i kullanmayı öğrendim. Laf aramızda “embed” den sonrasında zorlandım. Hep derim ya “acı yoksa kazanç da yok / no gain withot pain / quae nocent docent“.
Aydınlık yollardaki nice öğrenmelerinizin sağlık ve esenlikle geçmesi dileklerimle.
Öykücü