Yaşam Büfesinde “İkinci Dönemeç”

“…Hayatta ikinci dönemece başlamak için genelde bir tetikleyici gerekiyor. İşin nasıl büyüdüğünü, sonunda çökse de, açıklamak için sigmoid eğrileri (S-eğrileri) teorisini geliştirdim. Bu eğriler hayatlarımıza da uyarlanabilir. İlk S-eğrisi imparatorluklardan kuruluşlara ve ürünlere kadar hemen her şeyin nasıl verdiğinden çoğunu alarak başladığını gösteriyor. İş dünyasında bu, her yeni girişimin ihtiyaç duyduğu yatırımdır. Bireyler olarak biz buna “eğitim” deriz. Sonra, her şey yolunda giderken, çıktılar artar, firma büyür, başarı göz kırpar. Öte yandan kaçınılmaz olarak, başlangıçta çok işe yarayan şey bazen daha iyi ya da ucuz rakipler yetiştiğinde sarsılır. Eğri, başarısızlık daha ufukta görülmeden düşüşe geçer. Çoğu işletme ancak bu noktada alternatifler hakkında düşünmeye başlar. Genellikle artık çok geçtir…” 

Merhaba

Birkaç gündür ruhumun gelgitleri, başladığım yazıları hep yarım bıraktırdı. Blogumda taslak halinde kaldılar. Ya yazımın sonuna geldiğimde başlama vuruşundaki düşünce tarzımı yitirdiğim için mutlu olmadım; yayınlamadım. Ya da yazmayı sürdürürken dışımda gelişiveren güncel ve önemli olaylar, olgular yazımın önüne geçiverdi; sonlandıramadım. Yayınlamadım. Ümit dün Pakistan’a gitti. Kent’te dost doktorumuzun yakın destekleriyle ekg’ler, eko’lar oldukça iyi çıkınca günlük sağlık ölçülerimiz rutine kavuştu. Yunt Dağında kenetlenen kanatlar yitip giden ya da ertelenip duran şanslarımıza ağıtlar yaksa da ruhumuzun derinliklerinde şükürlerimizle yola devam ediyoruz. Duamızın “sabır” bölümüne sığınıyoruz ve bekliyoruz.

Bu düşüncelerle Utku’nun ve Hüseyin’in geribildirimlerden keyif alarak bugün Netdirekt’e geldim. Uykusuz geceler sürüyor. Sigmoid eğrileri kendini hissettiriyor. Kafeteryada vakit geçirdim. Postalarımı yanıtladım. Birilerini dürttüm. Dördüncü kata indim. Tuvalette “başucu kitabı” değişmiş. Bu kez kitaplıktan Prof. C.Handy‘nin “Ben Kalender Meşrebim” kitabı yine okunur olmuş. Bu kitaptan on adet alıp dağıttığımı anımsıyorum. Yarısını 2013 Mayısında ellinci yıl anısı olarak 68lilerin Marmaris toplantısında dağıtmıştım. Üçünü de 2012 Eylülünde oğullarıma vermiştim. Bu ikinci partiye birer de cd eklemişim: Genç Girişimciler (05.09.2012 / Çağan ve İrem). İşte bu kitabın bir yerinden alıntı yaparak yazımın mavili kısmını oluşturdum.

Neler var mavili kısımda ?

Öncelikle benim “bu dünya GAT dünyası” deyişim var. Bu yöne bakınca, vermek ve almak; in-put ve out-put; beklentiler, hesap kitap meselesi çıkıyor karşıma. Hemen ardından da 2003 yılının soğuk bir kış gününde Hollanda’nın en kuzey kentinde Avrupa Ülkelerinin yıllık toplantısında birlikte olduğum  SPIN Selling’in yazarı Neil Rackham‘ın “bir dönemeç kaldı” deyişini anımsıyorum. Eğitimi yatırım olarak tanımlamasına takılıyorum. Geçen hafta onüçüncü haftası dolduğu için Dr.Kirkpatrick’e inanarak “ABG-Yönetim Becerilerini Geliştirme Öğrenme Yolculuğu” nun “ROI/Yatırımın Geri Dönüşü” nü ölçebilmek inancı ile başlattığım bir dizi  e-postalama girişimimi düşünüyorum. Tüm bu karmaşıklıktan önce Bostanlı’daki sabah yürüyüş sırasında düşündüğüm başlık ise “2000EKO2015” benzeri bir konuydu. Böylece onbeş yıl önce Nisan 2000 de by-pass oluşumdan dün yeniden eko çektirdiğim kalp doktorumun yenilenen rehberliğine kadar geçen 15 yıldan esintileri dillendirmekti amacım.  Yazımın başlığı “İkinci Dönemeç” olsa da ben bu düşüncemi yine de kaleme dökeyim.

Sadece kravatlı olanlar müdür oldu (Rahmetli Kaşkaloğlu ve Dr.Saydam)

Son 15 yılda neler değişti, neler öğrendik, uslandık mı; örnek olabildik mi  ?

Onbeş yıl önce bugünlerde (Mart 2000) yeni global birleşmeyi duymuş olmanın ilk günleriydi. CINOS’un üçüncü evresine geçiyorduk (Syn). Henüz ikinci evreyi özümseyememiştik. Üç yıl geçmeden bir yenisi düşüverdi bahtımıza. İlginç. Sürpriz. Üstüne üstlük ülkemizde ikinci bir ekonomik krizin yakıcı etkileri artarak sürüyordu. Bir yandan Malatya’da baraj gölünün kenarında öğle yemeğinde buluştuğumuz meslektaşımız Ali’nin bozulana iletişimimiz için “aramızda kan davası yok ki…” sitemleri, diğer yanda Trakya’da Barbaros’un gayretleriyle buğday tarlalarında gelişen fırsatlar…Bunca çabanın tuzu biberi de Osman’ın düzenbazlıkları. Başarı mı başarısızlık mı ? tam ayırdına varamadan Evciler’de ve Eğirdir’de elmacılarla kahve toplantıları…Akhisar’da tütüncülerle Tütün Otelde buluşma ve hemen her yerde sigara dumanları…Boğaz ağrısı, öksürük, halsizlik, daha çok hazımsızlık, limonlu soda…Zor geçen bir Mart ayıydı. Rahmetli annemi düşünseydim bu denli gafil olmazdım sigmoid eğrisinin neresinde olduğumu anlamak için…Tam anlamıyla “gaflet” içindeydim.

Onbeş yıl önce Nisan ayının ilk günlerinin bir hafta sonu yürüyüşü. Çeşme, Aktur Sitesi etrafında Nezuş’la turlama. Yürüyüş öncesi sütlü kahve fazla gelmiş olmalı ki ikinci turda tıkandım. Midede bir hazımsızlık var. Albayrak Markette dinlendim. O tura katılmadım. Bir tur dinlendikten sonra sonraki tura katıldım. Olmadı. Yeterli hıza kavuşamadım. Midedeki hazımsızlık izin vermedi. Yine bıraktım. Pazartesi seyahat çantamı hazırladım. Nevşehir’e gidiyorum. Patates pazarına yeni iki ilaçla girme arefesinde olan CINOS‘un “Sahra Gücü“ne yeni bir “Çiftçi Destek Projesi” hazırladım. Adına da “Maxer” dedim. Ailem seyahat öncesi beni Atakalp’e gitmeye ikna etti. Gidiş o gidiş. Pazartesi eforlu ekg; Salı günü anjio… Dört damar tıkalı. Hastaneden çıkmadan by-pass kararı (Here And Now / HAN / Şimdi ve Burada). Doktor oğlum Eray, 26 günlük askerlik için Ağrı’ya gideli bir hafta oldu. İzin alıp geldi. Ekibi kurdu (Ahmet ve Suat). By-pass ve sonrası daha bilinçli bir yaşam. Birinci sigmoid eğrimi tetikleyen by-pass ve “kendini bilmek” oldu. Yaşam biçimimiz değişti. Evimiz değişti. Değişime Taner öncülük etti. Kritik süreçte Tahsin destek oldu. Yemeklerimiz değişti. Yürüyüşümüz düzenli oldu. Sigaralı ortamdan uzak kaldım (kalmaya çalıştım). Bana göre onbeş yıl önce Nisan ayının ilk haftasında aniden gelişveren by-pass benim 55 yaşında sancılı döndüğüm ikinci dönemecimdi.

İkinci dönemeci tetikleyen by-pass öncesindeki onbeş yılın karakteristiklerini özetlersem:

* Özel sektör yaşamına uyum sıkıntıları.

* Teknikle başlayan süreci satış ve pazarlama ile sürekli yükselen bir gelişmeye çevirme becerisi.

* SSTC ustalık yolculuğunu yaşam biçimi kılma hüneri. Öğretmek için ve olmak için sürekli öğrenme gayreti.

* Üniversite dışından doçent olmak ve burada da SSTC prensiplerini kullanma çabası.

* Yurt dışında özel sektörce bilimsel toplantılara katılıp “Horoz Görselli” IPM odaklı görüşleri sergileme açılımı.

* Uzun emekler karşılığında “ödülün paylaşımında” Singapur’la başlayan açılımlar.

* Satış yönetimi sorumluluğunda global birleşme ve kriz dönemlerinden sağ ve sağlam çıkma olanağı.

* Performans yönetiminde sistem prensiplerine inançla çatışma yönetimi ve müzakare becerilerinde sürekli öğrenme yolculukları.

* Kriz yıllarında ekibin “nol’cek halimiz ?” düşüncesinden sıyrılması için Fethiye’den Mersin’e; Malatya’dan Nevşehir’e ve Bursa’dan Trabzon’a uzanan yeni projelerde “DOD Savaşları” ve “Devşirme Güçlerin Ustalık Yolculuklarına” liderlik etmek.

* Üretimden yönetime geçmeme rağmen hâla sahradan kopamamak; tulum ve tulumbalı iş yaşamı biçimi,

* Azalmayan stres, artan sigara dumanı ve by-pass’la ikinci dönemeçten kıvrılma…

Peki ya birincisi ?

Birinci dönemecim ne zaman ve nasıl oluştu ?

Şimdi ikinci dönemeçten yine bir onbeş yıl geriye gideyim. Kırkbeş yaşındaydım. Enstitümde mutlu mesut yaşadığım bir onbeş yıl geçmişti (1970-1985). Doktor olmuştum. Tübitak ödülü kazanmıştım. Bana özel bir laboratuvar açılmış ve şef yapılmıştım. Dolmuştum. Taşıyordum. Üretemiyordum. Dernek işleri, her tür bilimsel toplantıya katılmak, bildiriler sunmak, projeler yapmakla avunuyordum. Tıpkı sevgili Eray’ın birkaç yıl önceki durumu gibiydim. GAT Dünyasında vermek istiyordum. Ancak ne alacağımı, ne alabileceğimi, neler beklediğimi bilmiyordum. Arada bir doğuya tayinim çıkar mı korkularım depreşiyordu. Ek işler yapıyordum. Külüstür bir Anadol’um vardı. Yine de hergün 5 km gidiş-dönüş yürüyüp Hilal’den servise biniyordum. Gönen’de çok sevdiğim Pyricularia’nın kışlama (survival) çalışmaları yapıyordum. Mükremin’le Tübitak projemiz vardı. Açıkgöz projenin denetçisiydi. Alman Çiftliğinin müdürü İsmail bey yardımcıydı. Toprak Mahsülleri araç yardımı yapıyordu. Yine de Gazanfer Bilge’nin en ucuz ulaşımıyla gidip gelmek zor oluyordu. Gönen Tayyare Otelde konaklamak lükstü. Tüm bunlara ek olarak Tepecik’ten kurtulamıyordum. Aniden annem ölüverdi (2004). Bir boşluk oluştu. Babam yarı felçli gibiydi. Enstitü Araştırma Komitesi başkanıydım. Mart 1985 in son komite toplantısından çıkmıştım. Odama geldiğimde ziyaretçilerim çoktu. Bunlardan birisi de sevgili Alev’di. Bir elinde bir araba anahtarı diğer elinde bir bont çanta beni Sağlık Müesseseleri A.Ş. ne çağırıyordu. İsviçre şirketi henüz CINOS’un CI si olmamıştı. Yabancı sermaye yasasının çıkmasını bekliyordu. Yaşadıklarıma baktım. Fırsatlara baktım. İki kat maaşa, şirket aracına, bont çantaya tav oldum ve bir günde CINOS’lu oluverdim. İşte birinci dönemecim buydu. Onbeş yıl önce fırsatlar göz kırpmaya başlamış ve ben de değerlendirmiştim.

Bugünden (18.03.2015) güç alarak yakın (2000-2015) ve uzak (1970-1985) onbeşer yıllık dünlerden yarınlara baktığımda gördüklerim, C13 ü oluşturan sevgili eşim Nezuş, sevgili oğullarım Pakümit, Mesteray, Netkerem ve bize kazandırdıkları sevgili kızlarımız Pınar, Özgen ve Zeynep’le ABİDE’leşen torunlarımız tüm mutluluk, gurur kaynağımız. Binlerce şükür. Daha ne ister insan . kendi adıma yarım kalmış hiçbir işim yok. Günlerim dingin. Tıpkı İrem’in söylediği, Duru’nun Ata’dan alıntı yaparak modifiye ettiği şarkının sözlerinde olduğu gibi: “Dualar eder insan mutlu bir ömür için / Sen varsan her yer huzur, huzurla dolar içim / Çok şükür bin şükür seni bana verene“. Dualarım sabah yürüyüşünde tüm tur boyunca birkaç aşamalı, birkaç özelleştirilmiş C13 kapsamında kendi özel hedef kitlem için. Yine binlerce şükür dualarımız hep yerine vardı.

Şimdi yine ikinci dönemeç sonrasındaki onbeş yıla bir bakalım. On beş yılda neler değişti ?

Değişmedi sayılır…Nisan 2000 de by-pass olduğumda 72 kiloydum. Onbeş yılda 66.5 kg çevresinde idare ettim. Günlük tartımlarda yüzer gramlık duyarlılıklarla rasyonlarımı (! ayıp mı oluyor) ayarladım. Ta ki Aralık 2014-Şubat 2015 aralığında ortak yaşamda tatlılar artınca bir kilo arttığımı anladım. Anladım da pek fazla bir şey yapmadım. On gün önce sevgili doktorumuz Abdi, göz ucuyla kilo artışını görüp hafif de olsa dillendirince bir hafta da 67,4 e düştüm. Bunu 67 nin altına çekmeliyim. Ekmeğim şimdilik her koşulda bir dilim ve zeytin en fazla dört adet. Kahvaltıda reçel sadece son ve tek bir lokma. Peynir hep aynı, kibrit kutusu kadar. Bu düzeyde kalmak yetse de biraz daha gayretin faydası olacaktır.

Alkole gelince…Eskiden de pek fazla yoktu. Bir ara Çeşme’nin akşam üzeri keyfinde azıcık artar gibi olsa da geçen sene sevgili Nezuş’la nişanlanma tarihimizin 50nci yılını Kent’te kutladıktan hemen ertesi sabah bizi ITP li kılan sağlık krizini yaşayınca alkolü de bıraktık. Yemek rejimimiz iyi. Yaşam biçimimiz iyi. Haftalık periyotlarla keyifle sağa rahatlıkla dönüyoruz. Ara sıra Volteren jel kullanımı artsa da Nezuş’un dediği gibi “yetmişinden sonra kızamık çıkarmayacağımıza göre“, bu sağlık sapmaları normal. Razıyız. Hazırız.

İşte asıl mesele; örnek olabildik mi ?

Ne yazık ki tek kelimeyle yanıtım olumsuz. Olamadık. Her şey net ortada. Bende kardiovasküler yapısal ve genetik geçişli bozukluklar; Nezuş’tan gelen yüksek kanser riski ve her üç oğulda da risk yönetiminde yetersizlikler. Şöyle bir kıyaslama yaptığımda her üçünün de benden daha fazla iş stresi var; benden daha fazla kiloları var; ikisinin aşırı sigarası var; işleri hareketsiz, masa başında; uykusuz geceleri benden fazla; Asya’nın geri kalmış bir ülkesinde tek başına geçen günler ve asıl önemli olanı gündüzden sonra gelen yalnız geceler; yalnızlığın tetiklediği alkol; yemek rejiminde benden çok fast food ve elimizden gelen sadece dua etmek. İnandığım, dillendirdiğim, aslında tam tersi olsun istediğim şu sözlerimi aynen yaşıyorum: Hiç kimseye bir şey öğretmezsiniz; hiç kimseyi değiştiremezsiniz; hiç kimseye yardım edemezsiniz”. Örnek olamadık; öğretemedik. Elimizi uzatıp yardımcı olamadık. Biz bir yerde hata yaptık. Çocukluklarında yeme özürlü olan, yedirmek için bin türlü oyun yaptığımız çocuklarımız büyüyünce duramadılar. Bir kez daha anladım ki; tek yol, tek çözüm, tek çare bunları kişinin istemesi, yürekten istemesi, ancak kişi isterse değişir, isterse öğrenir, isterse kendine yardım eder. Benim gücüm sadece ve sadece kendine yardım etmeye çalışan kişiye yardımcı olmaktır. Ötesi hikaye. Ya da öykü ve ben de öykücüyüm ya…

Başta kendi ailem olmak üzere özellikle tüm gençlere aydınlık yollardaki başarılarını sağlık ve esenlikle süslemeleri ve başarının keyfini sürmelerini diliyorum.

Öykücü