Yaşam Büfesinde “Matruşkanın Cücüğü”

“…”Seni hatırlıyorum” diyordu Almanyalı Helga ve mahzun görünüşlü, yanık tenli, Anadolu çocuğu ve Alamancı Kadir “Ben seni hiç unutmadım ki…”

İçine korsan Putin oluyor ve Matruşkanın Cücükleri

Merhaba

“Hatırlamak” ve/veya “Unutmamak”… İşte bütün mesele…Hele bir de hatırlamak istemediğini gözünün içine sokarak hatırlatanlar ve üstüne üstlük unuturmayanlar…Gündemin ve güncelin kaygı yaratan ve hatta takıntıya dönüşen olaylarından gına geldi. Fox’un saat ondokuzdaki ana haber kanalını bile izleyemez oldum. Hep aynı hikaye ve ne acıdır ki gerçek… Onu beklerken diğer yandaş kanallarda gezinirken, reklamlardan kurtulmak için, “haber önü” dedikleri bölümde de ya karısını dokuz yerinden bıçaklayan adam, ya yol vermeme kavgasında birbirine girenler…Ya da kaçmak istediğim öfkeli yüzler, kindar gözler ve bunaklar… Hep aynı hikaye; ne kaçan kurtuluyor ne de uçan ellerinden. “Paramız var ki ithal ediyoruz” demekten utanmayan yabancının danışmanı eski bakandan “Keşke…” diye söze başlayan meslektaşımız olacak yenisinin umutsuz sözleri ve ışıltısız gözleri…Nereye kadar ? Matruşkanın cücüğüne kadar…

Çoktanberi Murat’ı izlemiyordum. Bugün “Dolar durmayacak” başlıklı videosundan bir kesiti yazımın başına ekledim ve adını da “Matruşkanın Cücüğü” koydum (https://www.youtube.com/watch?v=YGVYDB4AED4). Ekonomiye dair ana bölüme geçmeden önce yaptığı girizgahta İngilizce “koymak” anlamına gelen “Put” sözcüğünü ele alarak, “Putin“e çeviriyor ve “AIDA” nın ilk “A” sının gereğini yapıyor (Attention: Dikkat). Murat bu işi biliyor. Benim de bir anım var “Put” ile ilgili.

Otuz beş yıl önce Yalova-Termal Otel’de sevgili Alev’in”SSTC Öğrenme Yolculuğu” sonunda “Sıraya Geçtikten” dört yıl sonra (1991) yönetim benim gözlerimde nasıl bir “ışık” gördüyse Peter Beylerin (Schultz ve Bourmann) “Leadership & Coaching” ustalık yolculuğuna davet ederek “Sırada Öne Geçme” şansı vermişti. Bu öğrenme ve ustalık yolculuğu Yeşilköy’de Havalimanına yakın ve yeni yapılmakta olan Holiday Inn Otelinde verilmişti. Üst düzey yöneticilerin katıldığı bu beraberlikte hala “Teknik Danışman” olan ve yönetici rolü olmayan benim ne işim vardı. Üç yıl sonra pekçok şeyin değişeceğini kimse bilmiyordu. İşte o yolculuğun finalinde bir sayfa verildi elimize ve üstünde şu yazılıydı: “Puting All Together”. Şaşkınlıkla baktım bu üç sözcüğe. Çünkü bana göre bunun anlamı ilk anda : “Hep beraber koyalım” demekti. Ya da benim “dirty mind” olan aklım böyle algılamak istiyordu. Daha sonra bana bunun, beş günün sonunda tüm öğretilenlerin hepsini bir araya getirip özetlemek olduğunu öğreteceklerdi. Ben yine de kendi inancımda ısrar edecektim yıllarca. İşte bunun gibi Murat Muratoğlu da videosunda “Put in” sözcüğünü alıp “Putin” e çeviriyordu. Güzel bir yaklaşım, ince bir espri… Hele bir de Matruşkaları ekonomimizin yerli aktörlerimize benzeterek dillendirmesi yok mu; gerçeğin acı bir itirafı.

Kaygı ve Takıntı

Hernekadar Namık Kemal’in ünlü dizesini hep aklımda tutuyorsam da yine de özüme dönünce yoğunlaşıp bocalıyorum: “Bâis-i şekvâ bize hüzn-i umûmîdir Kemâl Kendi derdi gönlümün billâh gelmez yâdına > Bizim şikâyet etmemizin sebebi içinde bulunduğumuz hüzün atmosferidir…”

Kendimden endişe duymaya başlıyorum. Yoğunlaşıyorum. Eylemsizliğe doğru hızla kayıyorum. Gümüş tepside sunulan ve taş atıp eli yormayan kimi fırsatları göremiyorum. Daha doğrusu görüp de eyleme geçmiyorum. Bu kez her nedense bilinçaltım eyleme geçip beni şaşırtmıyor. Aradan üç ay geçince tıpkı yeni bakan gibi “keşke” demekten bile üşeniyor aklım. Bu kez gelecek üç ay için belirsizlik ortamında eyleme geçiyor ki beklentilerim bu kez umut dolu değil. Kaybetmek yok ise de kazanmak belki… Silkinemiyorum. Adına “fasit daire” ya “kısır döngü” deseler de beni saran çemberi kıramıyorum. Havalar da aşırı soğuk olunca, Çeşme’nin camlı bölmesine bile çıkamayınca daha bir fazla daral geliyor. Ara sıra Çeşme yapsak da implant sonrası protezler için üç aylık bekleme sürecinde Çeşme’de de artık ne gevrekçi fırını önünde çayla gevrek; ne rahmetli Nezih abinin kahvesi “Dutlu Bahçe” önünde bahçede demli çay ve ne de Seyir Tepesi‘nde Sakız‘a bakarak “Lokum”la soğuk bir bira olmayınca tornistan eve dönüyoruz. Biraz daha sabır. Haziranda inşallah. Pandeminin korkuları azalsa da bu kısıtlarla, sıfıra yaklaşan soğuğun büzüştürdüğü ellerimizle, ekranları karartsam da, gözlerimi kapatsam da “takıntı” ya dönüşen saçmalayan bunakların hayalleriyle başbaşa kalıyorum. Nezuş sesleniyor “Sana bir haller oluyor“. Sessiz yanıtım, hafif bir gülümseme, daha doğrusu acı bir gülümseme. Ruhum kararıyor; ensem de… Kaçacak yer ararken Marmaris-Turunç‘ta bir otelin kampanyasına takılıyorum. Turunç, fakültenin son sınıfındaki bölüm gezisinde gittiğimiz (1968) karadan ulaşımı olmayan, tekneyle gidip denize girdiğimiz bir yerdi. Şimdilerde imara açılmış olan bu yere ZM68 olarak gitsek acaba aynı hazzı yaşar mıyız ? Grupla paylaşmadan önce sevgili Ersin’e gönderdim gelişmeleri. Hemen “biz katılırız” dedi. Yine de 3 gece / 4 gün, herşey dahil konseptiyle iki kişi için bin iki yüz lira isteyen otele güvenemiyorum. Evde otursak daha fazla harcarız. Ne var ki kuşkularım artıyor. Yorumları okuyorum. Düzmece değillerse kimisi “mükemmel” yazıyor kimisi “berbat”. Araya güvendiğim bir acentayı (LT) sokup profesyonel yardım istiyorum. Bu arada otele kısa bir mesaj yazıyorum. Anında geri dönüyorlar. Bu girişimden amaç bence kısır döngümü ve güncelin yerleşen olumsuzluklarından sıyrılabilmek için ki bence başka bir yol bulmalıyım. Yoksa kaygı / takıntı kolkola bir yerlere doğru beni de sürükleyecekler. Bunlar avuntu. Esas olan kuruntu. Yansıyan takıntı. Kaygılar filizleniyor.

Parasal edinimlerim için önüme konan kasedekileri görmeyen ben, giderlerimi küçük şeylerle azaltmaya çalışıyorum ki “Ezginin Günlüğü“ndeki “Ebruli” nin sözlerindeki gibiyim: “Adamım küçük işlere ben bakarım…”. Hep aynı hikaye. Biraz önce CİMER‘e şikayette bulundum (ihbar olarak). Evimden sağa yüz adım ŞOK; sola yüz adım BİM ve iki gündür ikisi arasındayım inatla. Hani o ünlü halk deyiminde olduğu gibi: İki cami arasındaki beynamaz gibiyim. Oda spreyi ve traş köpüğü almak istiyorum birkaç gündür ve acelem de yok. İki gün önce ŞOK’a gittim. Bu iki ürünün fiyatları (popüler olmayan markalı) sırasıyla 12.90 ve 8.90TL. Almadım. Dün BİM’e gittim. Markası farklı olsa da aynı tür ürünler sırasıyla 17.90 ve 10.90TL. “Hass*tir” diyerek (eskiden “ya sabır” derdim veya “La havle vesaire” çekerdim) almadım ve biraz önce ŞOK’a gittim. Aynı (benzer) ürünlerin fiyatı ŞOK’ta da aynı olmuş: 17.90 ve 10.90TL. Hatta rafta etiket fiyatı 8.90TL diye traş köpüğünü alıp kasaya gittiğimde fişte 10.90TL yazdığını gördüm. Geri dönüp itiraz ettim. Görevli bana 2TL iade etti. Garibimin cebinden çıkacak bu iki lira. Sistem anında diğer, sözde rakip firma ile entegre olup fiyatı 10.90TL yapmış ama kızcağız raf etiketini değiştirmeye yetişememiş. Dediğim gibi ceremeyi yine sistemin hızına yetişemeyen gariban çalışan çekecek. Dayanamadım. CİMER‘e “Rekabet Yasası”na aykırı davranıyorlar; kendi aralarında anlaşıp “ortak fiyat belirliyorlar” diye “ihbar” nitelikli şikayette bulundum. Kaygı ve takıntılarım net değil mi ? Bir yanda kuzeyimizde savaş ve aç, yoksul, evinden barkından ve hatta canından olan insanlar ve ben nelerle uğraşıyorum. Demek ki benim adım “Ebruli”… Kafama takmamalıyım tokadan başka bir şey (saç da kalmadı ki).

Fazla uzatmanın alemi yok. Kısacası yaşadığım keşkeli durum için “SGDO” derdik biz Soma’nın edepsiz taşra çocuklarıyken ellili yıllarda. Dört sözcüğün baş harfleridir SGDO ve ilk ikisi gerçekten de edepsizdir. Ne var ki; bugün kendimi suçlayarak ve kaygı/takıntıya odaklanarak kendim için söylüyorum bu sözcükleri. Bakalım durulacak mı duygularım..

Sağlık ve esenlik dileklerimle.

Öykücü

“Bu kitabı yazan Şeytanla işbirliği yaptı. Cehennemin bile kahramanları vardır” (The Ninth Gate)… “Put”u ikiye ayırıp” in” ine koysan da koymasan da cehennem kahramanlarından (zebanilerinden) batının, kuzeyin ve bizim de payımıza düşenleri var…