Yaşam Büfesinde “S(İ)TEM/D(U)RUM & MEZE”

“…Süreci resmen elllerine yüzlerine bulaştırdılar. Haftada bir gündem değiştiren bir ortamda süreci altı aya yaydılar. Bu durumda rakipleriyle değil kendileriyle uğraştılar; kavgaya tutuştular. Üstelik çatışmalar ayyuka çıktığında önlem de almadılar. Değişim isterlerken devre dışı kalacak deneyimliler için bir “ikna odası” da kurmadılar. Bir telefonla olsun gönül almadılar. Süreci doğal akışına bıraktılar. Merkezden esen rüzgar yetmedi ve rüzgarın olmadığı yerde sörf yapmaya kalktılar…”


Merhaba

R.Crowe, “Broken City” filminin bir yerinde “Taktikten çok cesaretin varsa burnun boktan kurtulmaz” benzeri bir söz ediyordu. Dün (2014 ün en uzun gecesinin gündüzünde) Sözcü’nün Özdil’i “Halk” sözcüğünü “Halt” a çevirerek yaşadığı kahırları bizimle paylaşıyordu. Geçtiğimiz ayın son günlerinde otuz kişilik bir grupla çıktığım “Yaşam Büfesinde Sıraya Girmek” amacıyla “Öğrenme Yolculuğu”nda

1.”Mükemmellik nasıl oluşur ?”

2.”Mutluluğu nasıl tanımlarsınız ?”

3.”Olgunluk nedir ?

gibi üç temel tanıma ortak payda oluşturmaya çalışırken “Soruların Önemi”ni vurguluyordum. Bu üç kavramdan “Olgunluk“un koordinat ekseninde “Saygı ve Cesaret” yer alıyordu. İki değişken kesişmelerinde ortaya çıkan dört kareyle olgunluğu SSTC nin nihai hedefi olan “Karşılıklı Kazanma” için birincil koşul olarak işliyordum. Ne yazık ki kırk fırın ekmek yeseler de bizimkiler bir türlü olgunlaşamadılar ve ellilerden bu yana hep muhalefete alışıp iktidar olmaktan adeta korktular. Nol’cek halimiz ? bilmiyorum…

Yılın ilk aylarında (02.04.2014) bir gazetenin İzmir ekinde de benzer kahırlar vardı (D.Sipahi imzasıyla olan köşe yazısından bir bölümü yazımın girişine aldım). Saz ve sivrisinek ikilisinin ünlü meseli sevgili Özdil’in adaptasyonu ile daha güçlü bir anlatıma kavuşmuştu. Orijinali ile son şekli arasındaki geçiş döneminde sevgili Bay Genç bu özlü sözü bir çırpıda söyleyebilmek için çok uğraşmıştı. Becerememişti. O günlerde çiçek sulamakla meşgul olduğu için dersini iyi çalışmamıştı. Bizim Özdil ise sazın sesinden çok sapının işlevselliğini öne çıkarmış ve aynen şöyle demişti: “Anlayana sivri sinek saz; anlamayana sazı soksan az”. Bugünler aynı öyle ve bizimkilere bırak sazı rahmetli kör çalgıcı Bay Akdeniz’in oturduğu yerden çaldığı boyundan büyük olan aleti (viyolensel midir yoksa kontrabas mı ?) soksan yine az. Ne at kaldı ne Üsküdar ve bizimkiler hâlâ kış uykusundalar. Bir ara 17 Aralıkta kuşandıkları maskeli dörtlüyü (ki ben onlara MEZE diyorum. Gerçekten de ait oldukları iktidar gücünün mezesiydiler ve buzdağının görünen yüzü olarak gözden kaçamadılar. O kadar çoktu ki götürdükleri koyacak yer bulamadılar. Bakalım hep sırıtan gözlüklü ağzından kaçırdığı gibi kollarını, ellerini kesecek mi ? Sanmıyorum) görünce umutlandım. Boşaymış umutlarım. Sadece kısa bir şovmuş ve hemen çıkardılar üzerilerindeki maskeli, dörtler görüntülerini. Ne inançları var, ne tutkuları. Onlardan köy de kasaba da olmayınca ötekiler tam “Bugünün Saraylısı” oldular. Sahi gündeme “Saray” konusu düştüğünden beri kış sezonuna girerken televizyon kanallarından birinde yer almakta olan “Bugünün Saraylısı” piyasadan silindi gitti.

Diyelim ki yazımın başlığındaki “MEZE”nin anlamı anlaşıldı. Peki “U” lu veya “U”suz; “İ”li veya “İ”siz DRUM/STEM ne demek oluyor ki ?

Üç sözcükle “Halk” olamayıp “Halt” gibi görünen partiye olan SİTEM’lerimden kurtulmak için “İ”i attım ve ortaya “STEM” çıktı: Gövde.

Dağıtmadan anlatabilirsem ne mutlu bana. Pazar günüydü. Gazetenin birinde TUSİAD üyesi Esin Güral’ın sözlerini bir köşe yazısında okudum ve STEM’i gördüm. İngilizce anlamıyla “Gövde” olan “STEM” daha önce de birkaç kez karşıma çıktı. Birinde ülkeme yeni gelmiş bir otoritenin kültürümüze dikkat etmeden ya da cin olmadan şeytan çarpmaya kalkmasında beyaz tahtaya çizilmiş bir ağaçla metafore edilmişti yapımız. Kökten meyveye uzanan benzetmelerde gövdeye verdiği isimler, anlamlar daha sonra kof çıkmıştı. Garibim beş liralık uzatma kablosuyla uğraşırken ilk yıl elde edilen başarının faktörlerini görememiş, olguları okuyamamış ve ertesi yıl hüsrana uğramıştı. Kendini ve çapını bilmeden totemlerle, süslenmiş vitrinlerle reklam atağına kalkmış fakat hiçbir kavramın arkasını, içini, altını doldurmadan 25 le yetinmemiş ve 29 a uzanmıştı. Yazık oldu gelişme sürecine. Geçen gün oralardan geçtim de ne fabrika kalmıştı ne de idari binalar. Şimdilerde yine bir yerlerde devam etseler de görebildiğim kadarıyla…Tıpkı Özdil’in hayıflandığı gibi.

Geçmişi bırakalım da STEM‘le bugüne bakalım. Öyle bir donanıma sahip gençlik gücü arıyor ki Bayan Güral

* Hem “Bilimsellikle (Science) alt yapısı sağlam olsun”;

* Hem “Teknoloji (Technology) ile sürekli güncellenme ile gelişsin”;

* Hem “Mühendislik (Engineering) ile süreci etkin kılsın” ve

* Hem de “Matematik (Mathematics) ile hesap kitap bilsin” istiyor.

İşte bunlar bana birkaç yıl önce Mavişehir-Albatros’ların kafetaryasında birlikte olup hayran kaldığım genç bir TİMACAGRO’lu meslektaşımdan öğrendiğim “ATC” i anımsattı. Fransız orijinli gübreci firmanın ülkemde “Pull Bazlı (Son kullanıcı odaklı talep yaratma amaçlı)” çalışmalarını anlamaya çalışmıştım. “ATC” nin açılımının da “Atache Technique Commerciale” olduğunu görünce mesleğim adına da çok sevinmiştim. Daha sonraları benzer yaklaşımın pratik uygulamasını Netdirekt içinde gerçekleştirip de EG’i Teknikten Satışa aktardığımızda ne kadar doğru bir iş yaptığımızı anlamıştım. Türkçe açılımıyla “Teknik Ticari Temsilci (3T)” ifadesi de Fransızcadan daha güzel görünmüştü gözüme. Bu alt yapıyı bir de SSTC öğretileriyle birleştirince çok verimli bir yol açılmıştı önümüzde. İnşallah 2014 ün “quae nocent docent/yaralayan şeyler öğreticidir” e gerçekten de uyan medcezirlerinden aldığımız derslerle 2015 ve sonrasında çok daha verimli, etkili, keyifli günler geçireceğiz. Bunca uykusuz gecenin bir aydınlık sabahı olacaktır mutlaka. Her işin başı sağlık.

Peki DURUM böyleyse “DRUM” ne oluyor ?

“Drum”u da öğrencilik yıllarımdan (altmışlar) anımsıyorum. Başına “Triticum” u da ekledin mi olursa sana “Sert Buğday”ın Latincesi (Triticum drum; gerçi bu tür ismi daha sonraları değişti ve araya “aestivum” girdi ama bırakın bu sade şekliyle kalsın. Çünkü burası tür isimlerinin doğru şekli tartışması yapılacak bir yer değil). Buradaki “DRUM” ise yine İngilizceden “DAVUL“un ta kendisi. Sevgili Özdil’in küçük bir harf değişikliği ile benzettiği “Halt”ı işleyenlerin davulundan çıkan seslere bakıyorum da özlediklerimin tam tersini görüyorum.

Davulun sesinden dört temel beklentim var benim “Yaşam Büfesinde Sıraya Girenlerin Sırada Öne Geçme Gayretlerinde“. Diğer bir deyişle iktidar olma heveslerinde. İşte beklentilerim:

* Diyalague: Ne yazık ki ne kendi içlerinde ne de tabanlarıyla olan ilişkilerinde gerçek diyalogun eseri yol. Hiçbir “anlam akışı” göremiyorum. Garibim genel müdür Avşar kızıyla uğraşıyor.

* Respect: Saygının zerresi yok ve Şişli’deki manzara tam bir felaket ve otorite (!) ne esiyor ne gürlüyor.

* Understanding: Anlayış belki bir gün oluşur inşallah diye umutlarımı koruyorum.

* Melody: Ne bir uyum ne bir ses. Davulun sesi ne uzaktan ne yakından hoş değil. Tümüyle “boş”. Biz bu kadar mı şanssız olmalıyız. Kader mi ?

Şimdi, şöyle bir silkinip STEM/DRUM’u içinde bulunduğum iş ortamındaki “eşgüdüm” gayretlerime uyarlamak istiyorum. Cuma günü “başarı öyküleri” paylaşımında bir “melodi” yakalamayı umuyorum.

Çeşme’nin parlak güneşli, soğuk sayılmayacak bir Aralık Salısından selam ve sevgilerimle ustalık yolculuklarınızın hep aydınlık yollarda geçmesini diliyorum.

Öykücü