Yaşam Büfesinde “Bedel Ödemek”

“… Adam Ağrı Dağı’nın tepesinden boru döşeyecek; kilometrelerce mesafeden özelliğini yitirmeden ab-ı hayat sunmaya çalışacak; gecesi gündüzü belli olmayacak; doksan fabrika içinde dünya birincisi olacak; ödüllerin hazzını hem tüm ekibiyle paylaşacak hem de oturan, yatan Buda ülkesinde soluklanacak; bu arada çoluk çocuğu “O”nun müdür değil de “bakkal” olmasını isteyecek kadar özleyecek ve sen “O”nun bu yaptıklarına bakıp da yapmadıklarınla, şu GAT dünyadaki dengeye inanmayacaksın ya da inanıp bozmaya çalışacaksın. Yok öyle yağma !... Adam topluma yararlı olsun için karmaşık ilişki yumakları içindeki çarpıklıklarla başa çıkmaya destek olsun için akıllıların yanaşmadığı göreve talip olacak; çatışmalardaki haksızlıkları gidermek için gecesi gündüzüne karışacak; akademik yolculuktaki ivmelenmiş hızını yitirme pahasına MAS laşmanın en güzel örneğini sergilerken sen, değişerek gelişme yolculuğundaki engellere küfrederek isteklerin için durup içine, özüne bakmak yerine seyretmeyi yeğleyeceksin. Yok öyle yağma ! Adamın karısına “2015 yılındaki beklentin ne ?” sorduğumda kocasının yanında olmasını isteyecek kadar tüm çalışlanların içinde açık sözlülükle özlemini dile getirecek; adam haftanın beş gününün herbirini yirmidört saatlik çalışmalarla geçirip sidienleşme yolculuğunda Türkiye’nin ilkleri arasına girme çabasını etkinleştirecek; ülkenin önde gelen maçtaniklerinin işini kolaylaştırmak için bilgi, beceri ve hevesine zirve yaptıracak ve sen “O”na bakıp kendi “RAW”lığını sorgulamayacaksın. Yok öyle yağma… Her işin bir bedeli var… Sen hangi bedeli ödemeye hazırsın ?…”

Merhaba

Beş yıl önce Rio’daki sunumumda “başarı öykülerinin önemini” vurgulamak isterken uçaktaki SkyLife Dergisindeki bir makale ile AIDA nın ilk “A” sını güçlendirmeye çalışmıştım. Benzerini on sene önce Alaşehir’deki ofiste küçük bir toplantı içindeyken de “kamusal görünümlü yaklaşımın kurumsal kazanımlara döndürme gayretlerinin “ın hesabını vermeye çalışırken de yapmış ve başarının hazzı bir yana, başarının paylaşılamadığına tanık olmuştum. Sezon başlamak üzereydi. Global birleşme sonucu ezeli rakipler, hem de “fair play/dürüstlük” ü bile zedelemiş hırslarla çatışanlar, aynı çatı altında birleşmişlerdi. Henüz bir yıl olmamıştı. Yeni kurumun kimyası oluşmamıştı. Uzunca bir masanın etrafına sıralanmıştık. Karşımda tartışmaları ürkeklikle izleyen proje yöneticisi Haki adeta büzülmüştü. Bölgeyi yönetme görevini devrettiğim Müfit ne kokar ne bulaşır tavşan b… misali tartışmalardan, açılımlardan, değişimlerden uzak durmayı yeğliyordu. İstanbul’dan üst yönetim temsilcimiz Veli ise Boğaz Köprüsü ile Malabadi Köprüsü’nün ayırdında değildi. Uzak Doğu anılarını unutamamış olan yabancı yöneticimiz ise bindiği dalı bile bilmeden nehri tersine akıtma sevdasındaydı. Tüm bu karmaşa içinde belki de en akıllı soruyu yerel satış sorumlusu İlker söyleyivermişti “Ne yani şimdi ben çok iyi müşteri yönetsem, müdürüm çok uygun koşullar oluştursa ve Motes ilacımız hedefini katlasa bu projenin başarısı mı olacak ?”. O anı ve içimde kabaran duyguları hiç unutmadım. Başarı paylaşılamıyordu. Bırak başarıdan Haki de hisselensin. Nasıl olsa başarının parasal bedeli olarak ekstra primi sen alacaksın. Ayrıca biliyorsun ki başarıdan Haki paylansa sa senin yerine satışçı olmayacak. O halde nedir bu tutum ?

O tarihten beş yıl önceydi. Teknik danışmandım. Doktora sonrası hızımı alamamış, özel sektörde ve iş kolumuzda üniversite dışından ilk doçent olmuştum. Gücümü hissettirme baskılarım bilinçli (bilinçsiz) artıyordu. Ortaca’nın Ekşiliyurt Köyü (mahallesi)nde denemelerimin ilaçlama ve sayımlarını tamamlayıp kırmızı tulumla Cuma namazına gidiyordum. Köye maymun gelmiş misali şaşkın bakışlar altında bir de fetva verip seracıyı kahvede satış destek çalışmasına çağırıyordum. İzmir’e döndüğümde kooperatiflere zamanında mal sevkiyatına yardım olsun için kamyonetle ambarlara mal taşımaktan da haz duyuyordum. Bu da yetmez gibi sevgili İbrahim’le Gölmarmara’dan gecenin 02.00 de sarhoş müşteri taşıma işine da katılıyordum. Tanımlanmış sorumluluk alanlarımı aşıyordum. Görevimin öncül ve ardıllarıyla satış destek çalışmalarında inat ve ısrarımımı sürdürüyordum. Ardından da prim istiyordum. Sözler yetmiyordu. Yazılar yazıyordum. Yazılarım yeterli desteği bulmuyordu. Adım adım en üst yönetime gidiyordum. Ülke yöneticisine yazdığım yazının son sözleri yukarıdaki açıklamalardan sonra şöyle idi “tüm bunları yapan ben salak birisi miyim ?“. Ses yoktu. Bir ay kadar sonra, sıradan bir teknik danışman olarak görünsem de Bursa’da kurumsal kimliğin ifadesi olan “MSMP/MMC:Pazarlama Stratejisi Orta Vadeli Planlama ve Pazarlama Karması” toplantısına çağrılmıştım. Toplantı arasında CEO dan beş dakika özel görüşme izni aldım. “Yazımı okudunuz mu ?” diye sorduğumda yanıtı net, kesin ve kısaydı “okudum ama muhatabın ben değilim“… “Ossun varsın dedim; ben mesajımı ilettim ya; beklentilerimi dile getirdim ya… Bu dünya GAT dünyası ise, ben önce verdiğime göre, bunca emek mutlaka yemek olarak geri dönecektir” inancımı hiç yitirmedim. O yıl sonunda iki maaş prim almıştım.

Şimdi gelelim bugüne. Bu haftam da mükemmel beraberliklerle etkin ve etkili geçerken benzer ikilemler içindeki ilişkilere de tanık oldum; tanık olmanın ötesinde “müdahil” oldum. Duramadım. Olası girişimler içini konuşulanlar için farkındalıklarını geliştirmek istedim. Konu başlığını ve ilk hitap genellemesini sevmediklerini sanıyorum. Belki de “sevgi” sözcüğü esas canlarını sıkan. “İş iştir” görüşünün baskın olduğu ortamda “sevgi” nin anlamını kabullenmek pek kolay değil. Kendimi öykülendirdim. Gerçek anılarımı hiç süslemeden, beş yıl önceki “eşgüdüm toplantısı” gündemine aldığım bir sunumdan seçme slaytlarla destekleyerek seslendim. Çok ilginç yanıtlar aldım. Kimileri kısa, net ve inatçıydı. Kimileri öze inmek için ekleme yapmıştı. Kimileri sessizliği yeğlemişti. Kimileri de arkadan dolanmayı da ihmal etmemiş ve bana uyarılardan verimli olabilmeye katkı adına DANS etme fırsatı da vermişti. Benzerlerini çok yaşadım. Şurası yadsınmaz gerçek ki; kişi kendini değiştirmektense ötekine yönelmeye önem ve öncelik veriyordu. Doğaldır. Sabır ve inat gerek.

Amacım; öncelikle çatışmada açıklık sağlamaktı. Bunların doğallığını gösterebilmekti. Hani deriz ya “her genç kızın başına gelebilir“; işte böyle bir mesaj iletmekti. Birazcık da olsa hedef saptırmaktı. Neden ? Ne tür bir fayda umuyordum ki ? Onyedi yıl önceydi. Yüzelli yıllık geçmişiyle ve SSTC kurallarıyla gelişmiş kurumumda yaprak dökümü başlamıştı. Üst düzey müdürler yanında, sahrada çalışan ara yönetici de çekip gitmişti. Merak edip soranlara “kornişon yetiştireceğim” diyorsa da kimse buna inanmıyordu. Netekim (Allah selamet versin ressam amcamıza) rakip firmaya üst düzey yönetici olduğu bir ay sonra görülmüştü. Velev ki (Allah yardımcımız olsun bugünlerde hepimize) kornişon yetiştirse de kurumum gerçek bir disiplin adamını yitirmişti. Havucu hiç sevmeyen, elinden sopayı eksik etmeyen, “böl ve yönet” tekniğini sevse de etkinliğini kabul ettirmiş olan ara yöneticimiz yerine başarılı satışçımız MÇ in seçilmesi bekleniyordu. “Dümen suyu” etkisiyle önemli davranış bozuklukları sergileyince arkadaşımız daha sıcak bölgelerden bir iç transfer daha uygun görülmüştü. O da zor dayandı. Çeşme’de bir mangal partisi yanında iki boynu bükük genç görüyordum. Birisi Yedikule’deydi ve İzmir istiyordu; diğeri İzmir’deydi ama gönlü geldiği sıcak ülkelerde kalmıştı. Dokuz ay sonra ülkesine geri dönünce orada da dengeler bozuldu. Gelince başlayan istifalar gidince de sürdü. Geç kalmadan taşlar yerine oturdu. Tavana saklanmış telsiz telefonunu Halit’in muzipliği) bulduğumuz an hemen acı kutlama mesajı ve en iyi yere yerleştirme önerisi kornişoncudan geldi. Casus içimizdeydi. İşte böylesi bir ortamda yerel satış sorumluluğunu almıştım. Dört satışçım da ayrı telden çalıyordu. Üstelik çoğu da Yaşam büfesinde self servis olan başarılara erişmede eşit şanslara sahip olabilmek için SSTC öğrenme yolculuklarıyla sıraya geçmeye çalışmışlardı. Zaman edinilenleri törpülüyordu. Milton’un Beygiri yoldan çıkıyordu.Son iletimde “46ncı Slayt“tan söz etmiş ve fakat yazıma eklememiştim. Hiç kimse de “abicim hani nerde 46 ? ” diye sormuyordu. Sessizliğin gücünü biliyorlardı. Bulaşmak istemiyorlardı. İşi biliyorlardı abicim.

Dün ve bugünün etkilerinden aklımı kurtarmalıyım. Yarın hevesli bir eylem bütünlüğü için sıcak sulara gideceğim. Çerçevem hazır. Katılımcıların sonuçları nasıl zenginleştireceğini merak ediyorum. Bu düşüncelerle bugün biraz serinlemiş Çeşme, Ada’nın kekik kokuları arasında ağrısız güzel bir sabah yürüyüşü yaptık. Gün bana çok güzel göründü. Yürüyüş bana bir başka keyf verdi. Deniz aklımın yüklerini azalttı. Tam altı ay önce bugün (04.10.2009) Hürriyet’in IK ekindeki çeşitli sporların iş yaşamına katkılarının yorumlarına baktım. Hızlıca yürüyüşle yetinmek zorundayım. Koşabilmeyi isterdim. Koşmanın kişiye disiplin kattığına; koşuda bir hedef konduğuna ve hedefe ulaşmada özgüveni artırdığına inanıyorum. Bostanlı’daki yürüyüşlerimizde yanımızdan koşarak geçenlere imreniyorum. Altı yıl önce Mısır’daki toplantının serbest gününde dalış yapanlara baktığımda da bir başka haz duyuyorum (dalamasam da). Burcu hanımın derlediği yazıda açıkladığı gibi dalışın kişiye planlama, stres altında doğru karar alabilme, ani değişikliklere uyum sağlayabilme yetisi kazandırdığına katılıyorum. Ya hiç haz etmediğim futbola ne demeli ? Canon’un Ülke Direktörü Peter bey bakın neler söylüyor ? “… Takımımda çoklukla orta sahada oynuyorum (ben ise senin oyuna karışıp terlemek yerine tribünde seyirci olmayı yeğlediğini görüyorum). Bu nedenle hangi oyuncunun hengi yeteneğe sahip olduğunu ve onları nasıl desteklemem gerektiğini öğrendim (ben ise senin bilmediğini bilmediğini ve öğrenmek istemediğini hissediyorum). Takımın başarılı olması için her zaman en iyi oyuncuların oynamasına gerek yok, önemli olan en iyi uyumu sağlamak (ben ise senin bu yönde çaba emek sarfettiğini göremiyorum) …” Helal olsun Peter bey. İşte sözün özü bu.

Kırk yılın meslek ve öğrenme yolculuğu imbiğinden geçirip arıttığım tek sorumu sorarak yazımı bitiriyorum. Gerçek ekip olmak, uyumu geliştirip güven sağlamak ve başarının hazzını “10S” le kutlamak adına, “Şu GAT Dünyada MAS laşmak için RAW mısın ?”

Bu sorunun doğru ve dürüst yanıtını bulduğunda başarıların self servis olduğu Yaşam Büfesi önünde sıraya gerçekten geçebilirsin.

Bunca emeğin yemeğe döndürülmesi yolculuklarınızın hep aydınlıkta geçmesi dileklerimle.

Öykücü